Can ile ilgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 3

İlgili deyimler ve anlamları


İçinde "can" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Can alıp can vermek: (deyiminin anlamı) Büyük bir sıkıntı ve acı içinde olmak, bunalmak: "Geride canımdan bir parça olan tertemiz bir oğul bırakıyorum." dedi. Konuşurken can alıp can veriyordu. (M. Büyükşahin)
  • Can atmak: Bir şeye ya da bir duruma erişmeyi çok istemek: O da benimle bir an evvel evlenmek için can atıyordu. (S. Ayverdi)
  • Can baş üstüne: İstenilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır: Sen bu Osmanlı milletinin direği, babamız ve dedemiz cennetmekanların has dostusun. Bizden isteğin her ne olursa, can baş üstüne. (E. Sarı)
  • Can başa düşmek: (Bir kimse) Tehlikeye, kendi başının kaygısına düşmek: ... niyetini anlamıştı. Artık, can kaygısı başa düştü. (N. Tektaş)
  • Can borcunu ödemek: Ölmek: Can borcunu ödedi, acısı, anasına bacısına kaldı.
  • Can bulmak: Canlanmak: Kocaman gözlerle baktı Gülnaz. Bir aydınlık geldi dünyasına. Yaşlanmış hayatı dirildi, can buldu. (Ş. E. Atmaca)
  • Can cana, baş başa: Herkesin, kendi canının, kendi başının kaygısına düştüğü bir tehlike anını anlatır: Niyazi'nin sözü kelamı haktır / Allah'ın kuluna ihsanı çoktur / Acizin acize imdadı yoktur / Can cana baş başa kim kime gönül (M. H. Bayrı)
  • Can çekişmek: Ölmek üzere olmak: O kadar çok soluyordu ki can çekişiyor sandım. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Can damarına basmak:
    1. Bir kimsenin en önemli bulduğu ya da duyarlı olduğu yönüne dokunmak: Onu çok kızdırmış, bir şekilde can damarına basmayı başarmıştı. (H. Yeşilyurt)
    2. Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak: Şimdi gelelim işin asıl can damarına... (M. N. Bursalı)
  • Can daralmak: Sıkılmak, bunalmak, sıkıntı çekmek: O ağladıkça genç adamın canı daraldı. (M. Aklanoğlu)
  • (Bir şeye) Can dayanmamak: Bir şey karşısında çok üzülmek: İniltileri yürekleri parçalıyordu. Birbirlerini kaybeden anaların, babaların, evlâtların feryatlarına can dayanmıyordu. (E. R. İskit)
  • Can derdine düşmek: Ölüm korkusuna kapılmak: Gemi hızla batıyordu, herkes can derdine düşmüştü. (O. Akçay)
  • Can evi:
    1. Vücutta yaşamın merkezi sayılan yer, insanın en duygulu noktası, kalp, yürek: Duydum can evimde aşkın sesini, / Bıraktım âlemin hengâmesini, / Gönlümden koparıp gül nâmesini / Aşkın yüreğine yazdım erenler. (Y. Dursun)
    2. Vücudun göğüs kısmı: Can evine saplanmıştı hançer. Ölümü tattım, öğrendim diyordu. (M. Tekin)
  • Can evinden vurmak: Bir kimseye en duyarlı, en etkileyici yönünden darbe indirmek: Zafer onundu. Düşmanı can evinden vurmuştu. (A. Büke)
  • Can gelmek: Canlanmak, güçlenmek: Felçli sol tarafında bir uyuşma bir kıpırdanma oldu. Sanki bir can geldi, yaşarken ölmüş olan sol tarafına. (O. K. Çullu)
  • Can kalmamak: Bitkin bir duruma gelmek: Vücudumda can kalmadı, sevgilimle birlikte gitti. (N. Kösoğlu)
  • Can kulağıyla dinlemek: Çok dikkatle dinlemek: Selime can kulağıyla dinliyordu neredeyse nefes bile almadan. (M. Yüceyılmaz)
  • Can kurtaran yok mu!: Ölüm tehlikesi karşısında yardım isteme sözü: Yere serilmiştim. Bayılmışım. "Yetişin! Arkadaşım ölüyor! Can kurtaran yok mu?" diye bağıran Melek'i artık duymuyordum. (A. E. Kavaklı)
  • Can sıkmak: Usanç vermek, tedirgin, rahatsız etmek: Yalanların can sıktı artık. (M. Oktay)
  • Can vermek:
    1. Ölmek: Bayrak bize coşkun akan kan verdi / Bu uğurda nice yiğit can verdi (İ. Sarı)
    2. Güç vermek: ... neşelenmişler, gamlarını unutmuşlar, sonlarını hatırlarına getirmez olmuşlardı... Barut kokusu insana adeta can veriyordu. (B. Büyükarkın)
    3. Canlandırmak, yaşar duruma getirmek, daha canlı duruma getirmek: İyi bir kitap insana can veren kan gibidir. (H. Koral)
  • Can yakmak:
    1. Acı vermek: Dizim, elim, yüzüm kanadı, canım yandı ama her defasında yeniden kalktım. (G. Taş)
    2. Bir kimseye çok zarar vermek, zulmetmek: Başkasının canını yaktın ki başkaları da senin canını yakmış. (H. Baştürk)
    3. Aşkın acısını tattırmak: İlk defa bu kadar canım yandı / Sanki bu gece dağlar sallandı / Hayalin gözüme geldi bu gece / Sevdan canımı yaktı bu gece (S. A. Polat). Neslihan gözü çocuklarda, "Senin bu kızın çok canlar yakar bak," dedi. (M. Duygu)
  • Cana can katmak: İnsanın sevincini ve dinçliğini artırmak: Hiç üşümez miyim? Annemdeki cana can katan sıcaklığı nerede bulurum? (A. Rasim)
  • Cana kıymak: Öldürmek, cinayet işlemek: Biz Müslümanız. Haksız yere cana kıymak, bizim hal ve şanımızdan değildir dedi. (R. Kutan)
  • Cana minnet saymak (veya bilmek): Bir lütuf olarak kabul etmek: Bu duruma düşmektense bir müfreze küffar ile dövüşmeyi cana minnet sayardı (Y. Bahadıroğlu). Aynı heyecanla tasdik ederek: "Şehit olmayı cana minnet biliriz," dediler. (S. Dana)
  • Candan geçmek: Ölmek, ölmeyi göze almak: Bu vatanın uğruna canımızı veririz. / "Candan geçmek nedir ki? Vatan sağ olsun!" deriz. (İ. Sarı)
  • Canı acımak:
    1. Çarpma, vurma, düşme vb. sonucu acı duymak: Burnu kırılmıştı, canı çok acımıştı, acıya dayanamıyordu. (T. S. Sinan)
    2. Üzülmek, rahatsız olmak: Canı acıyordu, sevgisizdi, yalnızdı. (A. Öktem)
  • Canı ağzına gelmek: Çok korkmak, yüreği ağzına gelmek: Yıldırım'ın yalnız başına korkusuzca safları birbirine katıp doğruca kendi üzerine gelmekte olduğunu görünce canı ağzına geldi. (Ahmed Cevdet Paşa)
  • Canı burnuna gelmek: (deyiminin anlamı) Bir şey yaparken çok zorluk çekerek, öfkeli bir duruma gelmek: Arif döğenin tahtasına oturmuş, kafasını önüne indirmiş, döğen sürüyordu. Sırtını, belini sap kılçıkları kaşındırıyordu boyuna. Terliyor, bunalıyordu. Toz toprak içinde kalmıştı her bir yeri. Kızgın güneş kafasını ağrıtıyordu. Canı burnuna gelmişti sıkıntıdan. (T. Apaydın)
  • Canı burnunda olmak: Yorgun ve bezgin olmak: ... uykusuzluktan bitmişlerdi. Yorgunluktan hepsinin canı burnundaydı. (R. Fiş)
  • Canı cana ölçmek: Başkasına yapılacak şeyi kendisine yapılacak gibi düşünmek, başkaları hakkında verilecek kararda kendini ölçü almak: Düşün ki, başkası da aynıdır sen nasılsan. Canı cana ölç önce, koma insafı elden... (N. Öztürk)
  • Canı canına sığmamak: Sabırsızlık göstermek, tahammül etmemek.
  • Canı cehenneme: Sevilmeyen bir kimse için duyulan nefret, öfke ve umursamazlığı bildirir: ... Ve: "O zalimler topluluğunun canı cehenneme!" denildi. (Hud Suresinden)
  • Canı çekilmek: (Vücudun herhangi bir bölgesi için) Canlılığı azalır gibi olmak; bayılır gibi olmak: İçinin soluğu, el ayağının canı çekildi. Buza kesti bedeni. (A. Kilimci)
  • Canı çekmek: Bir şeyi istemek, iştahlanmak, arzulamak: "Elmalardan canım çekti bir elma verir misin?" diye sordum. "Kendi elinle seç yabancı, ne kadar istersen al." dedi. (B. Civelek)
  • Canı çıkasıca!: Öfke ve nefretten dolayı beddua (ilenme) sözü olarak kullanılır: Zira o düşündü taşındı, ölçtü biçti. Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti! Sonra o canı çıkasıca tekrar ölçtü biçti. Sonra baktı. Kaşlarını çatıp suratını astı. En sonunda da kibrini yenemeyip sırt ve çevirdi. "Bu Kur'an var ya" dedi "sihirden başkası değildir." (Müddessir Suresinden)
  • Canı çıkmak:
    1. Ölmek: ... öyle bir darbe indirdi ki ikincisine hacet kalmadan canı çıktı (M. Gürbüz). Adamın adı çıkacağına canı çıksın. (atasözü)
    2. Çok yorulmak, bitkin bir duruma gelmek: Yahu, un öğütmeye geldim; eşeğin canı çıktı; gel de yıkalım şu yükü! (H. Olcay)
    3. Çok zorluk çekmek, çok yıpranmak: Onun da mahkemelerde, hapislerde canı çıktı (K. Başar). Altta kalanın canı çıksın!
  • Canı çıksın!: Öfke ve nefret belirtmek için kullanılan bir söz, ölsün! Gebersin!: Bana benden gibi görünen, it sürüsüne, / Canı çıksın münafığın, tükürün ölüsüne (A. Topdağ)
  • Canı gelip gitmek: Ayılıp bayılmak, umutla umutsuzluk arasında bocalayan bir ruh durumu içinde olmak: Bir tül kadar hafif, uçuşan bedeninde canı gitti geldi ustamın. (C. Şakar)
  • Canı gelmek: Kaybettiği gücünü yeniden kazanmak, canlanmak: Bir saat kadar ısındıktan sonra ancak dudaklarının canı geldi, dili çözülebildi. (M. Makal)
  • Canı gitmek:
    1. Özen gösterilen, çok sevilen bir şeye zarar gelecek diye kaygılanmak: Kıyamadı vermeye canı gitti. (F. Özülker)
    2. Takati kalmamak: ... canı gitmiş olan gözleri gibi vücudunun da hayatı sönecek, toprakların üstüne düşüp ruhunu teslim edecekti. (H. E. Adıvar)
    3. Ölmek: Kiminin varlığı kiminin canı gitti, / Kiminin huzuru azaldı, bitti, / Kimisi âh ile intisâr etti...
  • Canı gibi korumak: Özenle bakmak, gözetmek, üstüne titremek: "Benim için her fedakarlığı göğüsler. Namusunu benim için canı gibi korur..." (M. Bozdağ)
  • Canı gibi sevmek: Çok, pek çok sevmek: ... karısını canı gibi seviyordu. Karısı da ona tam bir kadın gibi bağlıydı; Dünya bir yana, erkeği bir yana... (T. Buğra)
  • Canı istemek: İstek ve heves duymak, özenmek, içi çekmek: Uzaklarda birkaç tekne görünüyordu, yüzen insanlara baktı, canı istedi denizi. (O. Tez)
  • Canı isterse!: Olumsuz bir tutum karşısında kayıtsızlık bildirir, "kabul etmezse etmesin" anlamında kullanılır: "Hiç olur mu efendim?" "Olmaz mı?" "Vallahi canı isterse, bundan sonra böyle!" (M. Çoban)
  • Canı (canın) sağ olsun!: (deyiminin anlamı) Çok önemli bulunmayan yitikler karşısında avutma sözü olarak "zararı yok" anlamında kullanılır: Annem önce bizden yakınır, sonra da "Çocuklarımın canı sağ olsun, kırdılarsa iyi ettiler," diyerek, babama karşı korurdu (K. Erzurum). Ben senin yaralarını sardım da, sen bende yara açıp gittin. Canın sağ olsun can parçam. (A. Özmen)
  • Canı sıkılmak:
    1. Yapacak bir iş bulamamaktan tedirgin olmak, içi sıkılmak: Günün büyük bir bölümünü koltuğunda uyuklayarak geçiriyor, canı sıkılınca evin sokağa bakan penceresinden gelip geçen insanları izliyordu.
    2. Neşesi, keyfi kaçmak: Bu konudan canı sıkılınca çalan müziğe kulak verdi. (B. Şenel)
    3. Yarı üzülmek, yarı öfkelenmek: Bir keresinde canı sıkılınca yerinde duramayıp kalkmış, yürürken isyan dolu kelimelerle âdeta haykırmıştı... (E. Subaşı)
    4. Canı isteyince: O değil miydi seni canı sıkılınca döven, canı sıkılınca aldatan? (M. Gedik)
  • Canı yanmak:
    1. Çok acı duymak: ... bağırdı. Omzundaki yara temizlenirken canı yanmıştı. (T. Işık)
    2. Acı bir deneyim geçirmek: Neden bilmiyordum, onun yüzüne bakınca şiddetli bir acı yayılıyordu kalbime, zamanında çok mu canı yanmıştı acaba? (M. Gürses)
    3. Bir işte zarar görmek: Ertesi günü, bu işten canı yanan Şefik Bey Ayaşlı'nın odasına gelir dert yanar. (M. Ş. Esendal)
  • Canı yerine gelmek: Sağlığını, gücünü kazanmak: Henüz iki adım atmıştı ki o nazlı güzelin canı yerine geldi, kalkıp oturdu. (Aziz Efendi)
  • (Falancanın) Canı yok mu?: Birinin katlandığı sıkıntıyı ya da acıyı başkalarına örnek göstermek için söylenir: Beni büyüten teyzeciğimin canı yok mu? Kocası şehit düştüğünde senden daha gençti. Babacığımın canı yok mu? Onca insan acısını geride bırakıp hayata sarılıyor. Sen ne yapıyorsun, Kemal de Kemal! (A. Kulin)
  • Canım ciğerim: Çok içten bir sevgi sözü: Sizler benim ailem, canım, ciğerim, gözümün nurlarısınız. Hem en büyük derdim, sıkıntım hem de huzurumsunuz. (E. B. Ersöz)
  • Canım çıksın ki!: "Söylediğim gibi değilse, yalan söylüyorsam öleyim" anlamında yemin sözü: "Canım çıksın ki içmiyorum, içkiyi bıraktım"
  • Canım dese "canın çıksın" diyor sanmak: (Bir kimseye) Sevmediği birinin her sözü batmak, her söylediği sinirine dokunmak: ... kızgınlıktan burnundan soluyordu. Biri, "Canım!" dese, "Canın çıksın!" diye üstüne yürüyecek. (A. Nesin)
  • Canım yanmaz: (Şart cümlelerinden sonra) Acımam, gam yemem: Hayır, bir sebebi olsa canım yanmaz... (P. Kür). ... matah bir sanatçı olsan canım yanmaz. Bıktım senin kendini övmenden zaten (F. Yıldırım). Bizden ufaladığını bari hayırlı bir işte kullansa canım yanmaz... (Ö. Seyfettin). Eriyen salt para olsa canım yanmaz, Kenan oğlan da mum gibi erimekte... (K. Tahir)
  • (Oh!) Canıma değsin!: Bir başkasının düştüğü kötü duruma sevinince, "iyi oldu! oh olsun!" anlamına söylenir: Oh canıma değsin, nasıl da köşeye sıkıştın! (E. Can). Oh canıma değsin... Oğlan nişanı atmış... Mahallede gezip tozmadığı oğlan kalmadıydı... (Ü. Köksal)
  • Canımı sokakta bulmadım!: Tehlikeye veya herhangi bir sıkıntıya katlanmaya gelemem: Ben, böyle şeye gelemem efendim... Ben, canımı sokakta bulmadım. (R. N. Güntekin). İki kısrak alırım be! Canımı sokakta bulmadım ben Osman ağa. (S. Faik)
  • Canımın içi!: "Canım kadar çok sevdiğim anlamında" şefkat ya da sevgi seslenişi: "Ye canımın içi, sonra acıkırsın" dedi. (Y. Bahadıroğlu). Neden cevap yazmıyorsun canımın içi? (S. Küçük)
  • Canın isterse:
    1. Dilediğin gibi olsun, sen bilirsin: Sibel burun kıvırdı, canın isterse der gibi. (K. Arslanoğlu)
    2. İstersen, dilersen: "Senin canın isterse buna bin türlü yol, bin türlü çare, usul bulursun." (H. R. Gürpınar)
  • Canına acımamak: Kendine bakmadan, kendini düşünmeden yaşamak, kendini yıpratmak: Canına hiç acımıyorsun. Bu gidişle fazla yaşamazsın... (A. Kabacalı)
  • Canına değmek:
    1. Çok hoşlanmak: "Uzun zamandır böyle lezzetli bir yemek yememiştim, çok canıma değdi" dedi. (E. İ. Benice). "Canıma değdi bu kahve, dedi; eline sağlık, karım bile böylesini pişiremez." (R. Enis)
    2. Ruhu şad olmak, ölmüşlere sevap olmak: "Ooooh, aşçıbaşının ölmüşlerinin canına değsin, pek leziz, pek nefis... Hiç böyle hoşaf içmemiştim..." diyordu. (A. Nesin). "Ölmüşlerinin canına değsin, su verenlerin çok olsun" dedi boş bardağı geri uzatırken. (S. Dölek)
  • Canına ezan okumak: (argo) Bir kimsenin ölümüne yol açmak, hakkından gelmek, öldürmek: Başkanın bir adamı, işçinin üzerine yürüdü: — Canına ezan okurum, dedi. (R. Enis)
  • Canına işlemek: Çok etki yapmak: Fakat onun sevgisi senin canına işlemiş de, onun için dostun öğüdü, bir kulağından girip diğer kulağından çıkıyor. (Mesnevi'den)
  • Canına kastetmek:
    1. Kendisini öldürmek istemek, öldürme girişiminde bulunmak: ... için neden kendi canına kast edecekti ki? Değer miydi? Yazık değil miydi kendi canına? (T. Altıntaş)
    2. Birisini öldürmek istemek, öldürme girişiminde bulunmak: Evlâtlarından biri diğerinin canına kastetti ve yeryüzündeki ilk kanı döktü (A. Sert).
    3. (mecazi) Gücünden çok iş görerek aşırı ölçüde kendini yormak: Oğluna bakıyor dertleniyordu. Kaç kere söylemişti. "Bir adam tutalım, canına kastın mı var" diye. (T. Apaydın)
  • Canına kıymak:
    1. Acımadan öldürmek: ... gözünü hiç kırpmadan hançerle canına kıydı vezirin. (E. Karakaya)
    2. Kendini öldürmek: ... ne ile canına kıydı ise onunla cezalandırılacaktır. Zira intihar büyük günahlardandır ve canına kıymak, kişiye bırakılmamıştır. (İ. L. Çakan)
  • Canına (canıma) minnet!: Beklenmedik iyi bir durumla karşılaşınca duyulan sevinci ve hemen kabullenişi anlatmak için söylenir: Yorgun eşeğe, çüş, canına minnet (atasözü). Seven, sevdiğine kavuşmak için her fırsatı canına minnet bilir (O. N. Topbaş). Gözüme baksın hep gözün / Canıma minnet her nazın / Gülsün daima gül yüzün / Sırt çevirme n'olur bana. (M. Karabacak)
  • Canına okumak: (argo) Berbat ve perişan etmek, güç duruma düşürmek, hakkından gelmek: Bu adam imparatorumuzun canına okudu. Onu tacından tahtından etti (Y. Bahadıroğlu). ... kılıcıyla mızrağıyla nice yiğidin canına okudu. (E. Sarı)
  • Canına rahmet:
    1. "Hay Allah razı olsun," "Ne iyi yaptın" ya da "ne iyi söyledin" anlamında bir söz: "Hah, canına rahmet! İşte o oğlan!. Ta kendisi. (E. E. Talu).
    2. "Allah rahmetini esirgemesin" anlamında kullanılan bir iyi dilek ve dua sözü: "Bu işleri yapanın canına rahmet!" dedi. (N. Ganjavi)
  • Canına susamak: Belasını aramak: Bu kadar kabadayının oturduğu kahvenin sokağında nara atmak ha? Besbelli canına susamış hergele... (A. Nesin)
  • Canına tak etmek (tak demek): Dayanamaz, katlanamaz duruma gelmek: Yalnızlık canına tak etmişti. İnce eleyip sık dokumadan evleniverdi (E. Atasü). Gurbet artık canına tak demişti. (F. Erdinç)
  • Canına tükürdüğümün: Kızgınlık ve öfke belirtir: Hay canına tükürdüğümün herifi; sen ne karışıyorsun herkesin işine? (B. Büyükarkın)
  • Canına yandığım (yandığımın): (argo) Sevgi hayranlık ya da öfke gibi türlü duygular anlatır: Vay, canına yandığım; sen misin bu lafları eden! (E. Çelebi). Canına yandığım eşeği, benimle beraber kocadı, gitti... (A. Mithat). İşte canım, Ben, Bu canına yandığımın sevdasındayım. (K. S. Şen)
  • Canına yetmek: Katlanma derecesini aşmak, bıktırmak: Bu sevgiyi bunca zamandır bir başıma yaşamak, bir kere "seni seviyorum" diyememek canıma yetti. (Y. Akkaya)
  • Canından bezmek (bıkmak, usanmak): Yaşamak istemeyecek denli sıkıntı içinde kalmak, bunalmak: Canından bezmiş adamın ölgün yüzünde umursamaz bir hal görünüyordu. (A. Morkoç). Ben tatlı canımdan usandım, sevgili cefa etmekten usanmaz mı? (M. İsen)
  • Canından etmek: Ölümüne sebep olmak, öldürmek, öldürtmek: Savunucuların yoğun ateşi birçoğunu hemen canından etti. (H. İ. Dinamo)
  • Canından geçmek:
    1. Hayatından bezmek, artık yaşamak istememek: İlk bakışta canından geçmişti âşık, bu son bakışla, canından oldu... Yüzünde bir tebessümle gömüldü geçmişine... (N. N. Türk)
    2. Yaptığı şey uğruna ölümü göze almak: Osman Bey'in canını korumak için kendi canından geçmişti. (B. Manav)
  • Canından olmak: Ölmek: Ali'nin yüzünden kocasından oldu, canından oldu. İki çocuğundan oldu. (K. Tahir)
  • Canını acıtmak: Birine acı vermek: Onu bir başkasıyla görmek her seferinde canını acıtıyordu. (M. Aklanoğlu)
  • Canını al, parasını alma: Çok cimri kimseler hakkında kullanılır: Selim'in canını al, parasını alma... Bu kez de parayı ben vermek zorunda kaldım. (A. Nesin)
  • Canını almak: Öldürmek: Al kanatlı Azrail geldi, fidan gibi bir yiğidin canını aldı. Ona ağlaşırız dediler. (M. Önder)
  • Canını bağışlamak: Birini öldürebilecekken vazgeçmek: Merhametli Salur Kazan, kaçanları kovalamadı. Aman diyenlerin canını bağışladı. Kimseye zulmetmedi... (S. Kaplan)
  • Canını cehenneme göndermek: Öldürmek: Yakaladığı katilin boğazını sıkarak canını cehenneme gönderdi. (M. N. Gençosman)
  • Canını çıkarmak: Hırpalamak, çok yormak, eskitmek: Bir haftada elbisenin canını çıkarmış (İ. Ayverdi). Öfkesini kısraktan aldı. Sürdü sürdü canını çıkardı hayvanın. (S. Kocagöz). Çiftlikte ineklerin bakımı, sağılması, evin kendi işleri canını çıkarmıştı zavallının. Çamaşırı, bulaşığı, yemeği hep ona bakıyordu.
  • Canını (bir yere) dar atmak: Bir tehlikeden, bir sıkıntıdan güçlükle kurtularak bir yere sığınmak: Bir kurşun yağmuruna tuttular, canını dar attı içeriye, o zaman anladık, işlerin şekli değişmişti. (R. Özdenören)
  • Canını dişine takmak (almak): Zorluğa rağmen bir işe tüm varlığı ve gücüyle girişmek: Canını dişine taktı, bizim buralardan üniversiteyi kazanan birkaç kişiden biri olmayı başardı (A. Sarısayın). Ordu, en ters koşullarda son Türk devletini kurtarmak üzere, canını dişine taktı. Düşman yenildi. (H. Özdemir)
  • Canını kurtarmak: Ölümden kurtulmak veya birini ölümden kurtarmak: Hazinesini bırakıp kaçarak canını kurtardı (B. Büyükarkın). Yiğitliğin alâsını gösterdi, hepimizin canını kurtardı. (T. Akansu)
  • Canını ortaya koymak: Kendini feda etmeyi göze almak: "Şimdi beni iyi dinle evlat!" dedi adam Alp Arslan'ın gözlerinin içine bakarak. "Yüreğinde bu iman oldukça hiçbir zafer sana uzak değildir. Zaferler seni şımartmasın oğul! Vatan için canlarını ortaya koyan askerlerinin fedakarlıklarını hiçbir zaman unutma!.. (Y. R. Efe)
  • Canını sıkmak: Neşesini kaçırmak: Kendisiyle tatlı tatlı konuşurken, gerçeği söyleyince, herifin birdenbire değişip kabalaşması, fena halde canını sıktı. (Ö. Seyfettin)
  • Canını vermek:
    1. Ölmek: O zavallı ve kararsız âşık "Leylâ!" dedi ve tatlı canını verdi. (N. H. Onan)
    2. Kendini harcamak, feda etmek: "İnsanlardan bazı kimseler vardır ki, Hak Teâlâ'nın rızâsını kazanmak için canını verir." (Bakara Süresi: 207)
    3. Bir şeye çok düşkün olmak, çok sevmek: ... üç kuruş için takla atar. Mala mülke canını verir. (T. Akansu)
  • Canını yakmak:
    1. Acı verecek biçimde cezalandırmak: ... karşısındaki iğrenç adamın canını yakmak için her şeyini verebilirdi. (F. Yazgan)
    2. Bir kimseyi çok zarar ya da sıkıntıya sokmak: ... daha önce çok kişinin canını yakmıştı, tek düşmanı kendisi değildi. (C. Kanat)
  • Canını zor kurtarmak: Ölümden güçlükle kurtulmak: ... gecelik kıyafetiyle atına atlayıp canını zor kurtarmıştı. (Y. Öztuna)
  • Canının derdine düşmek: Canından başka bir şey düşünememek: ... küçük kızını unutmuş, kendi canının derdine düşmüştü. (M. N. Bursalı)
  • Canının içine sokacağı gelmek: Aşırı ölçüde hoşlanmak: Ne zaman önüne dikilip bir şey söylese, onu "alıp canının içine sokası geliyordu." (T. Yücel)
  • Canıyla oynamak: Tehlikeli işlere girişmek: Onu eğlendirmek için canıyla oynuyordu. Zaten "canbaz" kelimesinin anlamı da canıyla oynayan demekti. (T. Karabey)
  • Canıyla uğraşmak:
    1. Ağır hasta olmak, ölüm döşeğinde can çekişmek: Acil serviste insanlar canıyla uğraşıyor! (U. Becerikli)
    2. Büyük sıkıntıya düşmek.


İlgili atasözleri ve anlamları


İçinde "can" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:

  • Can boğazdan gelir (geçer): (atasözünün anlamı) Sağlıklı bir yaşam için iyi beslenme gerekir: Hani "Can boğazdan gelir" derler ya, şayet yolun yarısını geçtiyseniz bu cümleyi "Can boğazdan gider" olarak düşününüz. (F. Gültekin)
  • Can bostanda bitmez: İnsan yaşamının değerini bilmeli, kendine iyi bakmalıdır.
  • Can candan şirindir (tatlıdır): Başkasının başına gelen dert ya da acıyı olağan sayan, önemsemeyen kimse aynı şey kendi başına geldiğinde bunu olağan dışı sayar.
  • Can canın yoldaşıdır: İnsanlar tek başlarına yaşayamazlar, konuşup dertleşmek ve iş yapmak için dosta, başka insanlara gereksinimleri vardır: "Eğer benden başınız daraldıysa, ben giderim." Padişahın kızı: "Senden niye sıkılalım? Can canın yoldaşıdır." (Ü. Kaftancıoğlu)
  • Can cefadan da usanır, sefadan da: İnsan için devamlı sıkıntı ve eziyet sıkıcı olacağı gibi devamlı aynı eğlence ve aynı zevk te sıkıcı olabilir. İnsan hayatının gökyüzü gibi değişken olduğunu/olması gerektiğini anlatır.
  • Can cömertliği her yiğidin harcı değil: Bir kutsal ve sevilen bir şey uğrunda can feda edebilmek öyle kolay bir şey değildir; bunu fedakarlığı herkes gösteremez.
  • Can cümleden aziz:
    1. Bir tehlike anında insan önce kendi canını düşünür: "A, nasıl korkup telaş etmeyelim evladım. Can, cümleden aziz." "Evet, haklısınız. Can cümleden azizdir. Fakat buna karşın biz de bir atasözü daha var. Cümleyle gelen düğün bayramdır, derler." (H. R. Gürpınar)
    2. İnsan her ne kadar özveride ve fedakarlıkta bulunsa da durum kötüye gittiğinde çıkarlar çatışmaya başladığında önce kendisini düşünür ve bencillik gösterir.
  • Can çekişmektense ölmek yeğdir: Bir işte çeşitli sıkıntı ve üzüntülerle karşılaşıp olağanüstü gayret harcamaktansa o işten vazgeçmek daha iyidir.
  • Can çıkmayınca (çıkmadan, çıkmadıkça, çıkar) huy çıkmaz: Huy kişiliğin ayrılmaz bir parçasıdır, ölene dek sürüp gider.
  • Cana gelecek (kaza, zarar) mala gelsin: Canı korumak için malı feda etmek gerekiyorsa, mal feda edilir.
  • Canı cana ölçmeli (ölçmüşler): İnsan kendisine yapılmasını istemediği şeyleri başkasına yapmamalı.
  • Canı kaymak isteyen mandayı yanında taşır: Rahatına düşkün kişi onun gerektirdiği güçlüklere katlanmalıdır.
  • Canı yanan eşek attan yürük olur (atı geçer): Güçlüklerle karşılaşan insan olanaksız gibi görünen işleri başarır.


İlgili birleşik fiil ve kelimeler


  • Can acısı: Aşırı ölçüde duyulan acı: Ne can acısı ne kalp ağrısı yoruyor beni, insanı vazgeçiren tek şey... inancının tükenmesi. (M. Aklanoğlu)
  • Can alıcı:
    1. Bir şeyin en önemli, en temelli, en duyarlı noktası: Halbuki olayın can alıcı noktası anlaşılmaya çalışmak değil, karşımızdaki insanı anlamaktır. Birbirimizi bir anlasak, tüm sorunlarımız, problemlerimiz hallolacak. (B. Ayaz)
    2. Aşırı çekici: Can alıcı bir güzelliği vardı. (C. Selvi)
    3. Azrail a.s.: Zirâ, can alıcı, bir ulu melektir. (M. Hadimi)
  • Can damarı: En önemli veya hassas nokta, bir şeyin yaşaması için en önemli araç: Bir zamanlar, dergiler edebiyatın can damarıydı (Kolektif). İpek Yolu Asya'nın can damarıydı.
  • Can dostu: Çok yakın, pek içten dost: Adile Teyze annemin can dostuydu. Akıl hocası, güç dayanağı, cesaret kaynağı... (M. Olpak)
  • Can düşmanı: Birinin ölümünü isteyecek denli aşırı düşmanlık güden kimse: Sanki ikisi de birbirinin can düşmanıydı. (E. Şen)
  • Can feda (can kurban):
    1. Çok beğenilen iyi ya da güzel şeyler karşısında söylenir: Böyle dosta can feda! Böyle müşteriye can kurban!
    2. Canını vermeye hazır: "Vatan için can feda!"
  • Can havliyle: Ölüm korkusundan doğan güçlü bir tepkiyle: ... birden üzerlerine duvar çöküverdi. Can havliyle sıçrayıp kaçtılar. (A. Saraç)
  • Can pazarı: Herkesin kendi canını kurtarmaya uğraştığı tehlikeli durum ya da zaman: Uçsuz bucaksız bir denizde, büyük bir yolcu gemisi, korkunç alevlerin içinde kalmıştı. Gemide bir can pazarı başlamıştı artık. (Y. Güvenilir)
  • Can sağlığı: İnsanın sağ olması durumu, esenlik: Helal süt emmiş, namuslu, iyi huylu bir hatunmuş. "İyi," demişti Seyit, "daha ne olsun, bundan iyisi can sağlığı." (E. Atasü)
  • Can sıkıcı: Sıkıntılı, usanç verici: "Mutluluk veren yalanlar ile can sıkıcı gerçekler" arasında bir tercih yapacak olursam can sıkıcı gerçekleri tercih ederim. (A. Kılıç)
  • Can sıkıntısı: Yapacak bir iş olmamaktan ya da oyalanacak bir şey bulamamaktan duyulan tedirginlik: Can sıkıntısı ile mutluluğun tahterevallisinde “dandili çüş” oynuyordu. (A. Sayar)
  • Can suyu: Fideyi dikerken veya tohumu ekerken verilen ilk su: Tohumunu ekip, üzerine can suyu dökmüş. Sürgün veren filiz göz açıp kapayıncaya kadar dalları armutla taşan bir ağaca dönüşmüş. (M. Ö. Sezer)
  • Can yoldaşı: Birlikte yaşanılan kimse, çok yakın dost, eş: En çok ihtiyaç duyduğu şey samimi bir can yoldaşıydı. Yanında olacak, hüzünlendiğinde içini açacak, sıkıştığında istişare edecek, destekleyecek, koruyup kollayacak, gerektiğinde canını ortaya koymakta bir an bile tereddüt etmeyecek biri. (H. Kara)
  • Cana yakın: Sokulgan, sevgi ve ilgi toplayan: Çok sevimliydi, çok cana yakındı. Onu herkes seviyordu. Ona güveniyorlar, parmakla gösteriyorlardı. (M. Paksu)
  • Canı cebinde:
    1. Gözü pek, tehlikeden korkmayan, cesur olan: Bu kabadayıların canı cebinde olduğu için...
    2. Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olarak: Eşkıya takibi, sandığın gibi değildir; zor iştir zor... Canı cebinde gider gidenler (İ. Kür). ... canı cebinde, kelle koltukta bir mücadeleye girmişiz biz (A. Vatandaş).
    3. Bitkin, hasta, pek zayıf (kimse).
    4. Para harcamayı sevmeyen, cimri.
  • Canı pahasına: Canını tehlikeye atarak, ölümü göze alarak: Yarası ağırdı ama omuzlarında ki yük bu yaradan daha önemliydi canı pahasına O'nu korumalıydı. (E. Karadeniz)
  • Canı pek: Sıkıntıya, acıya karşı dayanıklı: İstersen yüzünün yarısını kes, sesini çıkarmazdı. Bu kadar canı pekti...
  • Canı sıkkın: Keyfi kaçmış: Öyle canı sıkkındı ki, kahve bile istememişti benden... (A. Balkız)
  • Canı tatlı: Zorluk, acı ya da sıkıntıya katlanmak istemeyen, dayanıksız: Canı tatlıydı, hem de çok tatlı. Eline iğne batsa hastaneye giderdi. (K. Kara)
  • Canı tez: Beklemeye dayanamayan, aceleci: Şoför Cemil canı tez adamdır, dayanamadı bu uyuşukluğa. Fırladı yatağından... (A. Bezirci)
  • Canım!: (Sese verilen vurguya göre):
    1. Hoşnutsuzluk anlatır: Böyle söz edilir mi, canım!
    2. Sevgi anlatır: Canım yavrum.
    3. Çok güzel: Canım elbiseyi berbat etmiş.
  • Canına düşkün: Kendini koruyan, kendine iyi bakan: ... bir tuhaflık hissediyordu. Canına da düşkün olduğu için, hemen tanınmış doktorlardan birine gitti. (O. Serengil)
  • Canla başla: Seve seve, her türlü yorgunluğu göze alarak: Onu iyi yetiştirmek için canla başla çalışmıştı. Evlendirip yerine yerleştirmişti. (O. Akçizmeci)
( 3 soru/yorum )

Soru ve Yorumlar: 3


Anonim:
harika hazırlanmış elinize sağlık

Ali Arslan
17/5/18 12:45
Anonim:
ellerınıze saglık ellerınız dert gormesın kım yaptıysa harıka olmus

3/10/19 18:04
Anonim:
Çok güzel olmuş sizin sayenizde ödevimi yaptım
19/10/23 22:00