İş ile ilgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 0

İlgili deyimler ve anlamları


Kravat ve kasktan oluşan iş sözcüğü
İş
İçinde "iş" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • İş açmak: Gereksiz yere uğraştırıcı bir işe neden olmak: Seni tehlikeye attı, başımıza iş açtı. (Ş. Aksu)
  • İş almak: Yapılması kesinleşen bir işi üstlenmek, taahhüt altına girmek: Hepimiz bu orduda bir iş aldık. (Z. Korkmaz)
  • İş ayağa düşmek: İş yetkisiz ve sorumsuz olanların eline düşmek: Biz kendimiz bunu yapamazsak başkaları bizim yerimize yapar ve iş ayağa düşer. (A. Ağaoğlu)
  • İş başa düşmek: (deyiminin anlamı) Kendi işini kendi görme zorunda kalmak: Babamız amcalarımız harbe gittiler. İş başa düştü... (K. Erzurum)
  • İş bilir: Becerikli: Anam iş bilir kadındır. Seni hiçbir şey için yormaz; her şeyi hazır bulursun. (A. Adıgüzel)
  • İş bitirmek:
    1. Bir işi iyi bir sonuca ulaştırmak: O, işlerin adamıdır, iş biriktirmez, iş bitirir. (N. Yıldız)
    2. (Bir şey) İş görmeye elverişli olmak: ... fermuarlıdır. Cırt açılır, iş bitirir cırt kapanır. (A. Kaya)
  • İş (birinde) bitmek: İş onda sonuçlanmak: Bu iş abimde biter. Sen abimle bir konuş... (A. E. Kavaklı)
  • İş buyurmak: Bir işin yapılmasını istemek: Tembele iş buyur, sana akıl öğretsin. (atasözü)
  • İş çatallanmak: Bir işte güçlükle karşılaşmak, çözüm güçleşmek: ... arzın yaşı ilerledikçe aradaki farkın çoğaldığını göstermesi üzerine mesele değişmiş, iş çatallanmış... (Ankara Üni.)
  • İş çevirmek: Gizli amaçlarla dolambaçlı iş yapmak: Belki de Aras, Ünal'ın adamıydı ama arkasından iş çeviriyordu aynı zamanda. Bilemezdim ki. (S. Oruç)
  • İş çığırından (şirazeden) çıkmak: (Bir konu) Önüne geçilemez, karmakarışık duruma gelmek: İş çığırından çıktı. Bir anda odanın içi polis, jandarma, sivil memurlarla doldu (F. Demiroğlu). Bir curcunadır gitmektedir. İş, şirazeden çıkmıştır. (Türkoloji)
  • İş çıkarmak:
    1. Çok iş yapmak: İyi tutundu hayata. İyi iş çıkardı. (Y. Ramazanoğlu)
    2. İş açmak: "Hay aksi," dedi. "Başımıza iş çıkardı bu orman," diyerek atından indi. (O. Şahin)
  • İş çıkmak: Yapılmak üzere, bir sorun ortaya atılmak, beklenmedik bir güçlük çıkmak: Tam belimizi doğrultacağımız sırada, bu iş çıktı başımıza. (E. Toy)
  • İş çıkmaza girmek: Bir iş içinden çıkılması güç bir durum almak: Kadın boşanmak istemiş, adam bu işe yanaşmamış. Öfkelenmiş, çocuğun üzerinden silinmesini istemiş, direnmiş, dayatmış, iş çıkmaza girmiş. (İ. Z. Eyuboğlu)
  • İş dallanıp budaklanmak: İş çığırından çıkıp büyüyerek iyice karışık bir hal almak: Hakikat tabak gibi meydana çıkıyor... İş dallanıp budaklanıyor... Hem de ne şekilde? (R. N. Güntekin)
  • İş dayıya düştü: → Gayret dayıya düştü
  • İş değil:
    1. Kolay bir iş, herkes yapabilir: Doğmak iş değil, yaşamak iş! (F. Baykurt).
    2. Bu bir başarı değil, bu bir beceri değil, yapılacak şey değil, yersiz ve abes: Yaptıklarından ben utanıyorum. Onların yaptığı da iş değil. İş yerinde olacak iş mi bu? (M. R. Er)
  • İş değişir: Durum değişir: Ha, bak o zaman iş değişir! Getir sen şahitlerini!
  • İş düşmek: Görev gerekmek, yapılması gereken bir işle ilgili görev belirmek: Yaşlı kadınlar ve çocuklara bile iş düştü; susamışlara su, acıkmışlara ekmek yetiştirdiler. (İ. Bertan)
  • İş etmek: Birine beklemediği bir davranışta bulunarak zarar vermek, kötülük yapmak: Benimki geçen hafta bana bir iş etti. Kadınların erkekleri boşaması eğer âdet olmuş olaydı o saatte iraden elinde olsun, deyiverirdim... Vesselâm... (H. R. Gürpınar)
  • İş görmek:
    1. İş yapmak: Çok söyler hakimden ziyade çok is görür amire muhtaçsınız. (M. Rıfat)
    2. Elverişli olmak: "Bir de merdiveni istiyorum, mutfak taburesi de iş görür gerçi."
  • İş güç: Yapacak belli bir şey, meşguliyet, görev: "Nasılsınız, iş güç nasıl gidiyor?" "Aslında benim için artık iş güç filan yok. Emekliliğimin üçüncü günündeyim." (M. Köse)
  • İş icat etmek: İş çıkarmak: Boş durmazlar; kendilerine bir iş icat eder, mutlaka çalışırlar. (A. Nesin)
  • İş inada binmek:
    1. Zıt görüş ve davranışta ısrar etmek, direnmek: Gelmemekte ısrar ediyordu. Anlaşılan iş inada binmişti. (C. Suavi)
    2. Bir işin üstesinden gelebileceğini göstermeye çalışmak: İmtihanda başarısız olmamak için de deli gibi çalışıyordum. İş inada binmişti. Bu, benim bütün benliğimi istila eden bir meydan okumaya ve bir izzet-i nefis meselesine dönüşmüştü. (A. Y. Özemre)
  • İş işten geçmek: Vaktinde davranılmadığı için fırsat kaçırılmış olmak, bir daha o işi yapma olanağı kalmamak: Tulumbacılar hadise mahalline ulaştıklarında alevler tüm konağı sarmış, iş işten geçmişti. Bu saatten sonra onların yapabileceği tek şey bu yangının yan binalara sıçramasını önlemekten ibaretti. (Rıhtım)
  • İş (birine) kalmak: İşin bitmesi için asıl gayret birine düşmek: Bütün iş karısına kalmıştı. Hemen hazırlıklara başladı. Önce kızı istediklerinde, kızın sözü kesildiğinde, hemen bir söz yüzüğü takılacaktı... (S. S. Pınar)
  • İş karıştırmak:
    1. Fitne fesat karıştırmak: Âlemi birbirine katan, bunca iş karıştıran... (F. Arslan)
    2. Düzgün yürüyen işi güçleştirecek durum meydana getirmek.
  • İş mi?: Yapılan bir şeyin beğenilmediğini, küçümsendiğini bildiren bir söz: Hüsem, sabrını tüketmişti. "Yaptığın iş mi? Ocağımıza incir ağacı mı dikmek niyetin?" (H. Sönmez). Efendi'ye dönerek: —Senin yaptığın iş mi Peyami? Ne uzaylısı? Sen çıldırdın mı? (Y. Asal)
  • İş ola:
    1. "Sanki bir marifet yaptın," "iş olsun diye," "bu yaptığın da iş mi?" anlamlarında alay ve küçümseme yollu söylenir: İş ola beri gele (E. K. Eyuboğlu)
    2. Genellikle esnaflar arasında yaptığı işin hayırlı olması temennisini taşıyan söz: İş ola, hayrı gele. İş ola padişahım. (Ahmet Vefik Paşa)
  • İş olacağına varmak: Bir soruna aldırmamayı, ne yapılırsa yapılsın yine aynı sonuca ulaşılacağını anlatan bir söz: Çırpınma. Her iş olacağına varır. Ne yaparsan yap, olması lâzım gelen şey olacaktır. Kendini bırak (P. Safa). İş olacağına varır. Nice şer gibi görünen şeyler vardır ki sonu hayır getirir... (H. E. Şadi)
  • İş olsun diye: Bir şey yapmış gibi görünmek için, gereksiz, öylesine: Evvela iş olsun diye, vakit geçsin diye elimize aldığımız kitap bizi gittikçe kendine doğru çekiyor. (C. S. Tarancı)
  • İş sarpa sarmak: İş içinden çıkılması güç ve tehlikeli bir duruma girmek: İş sarpa sardı canım. Hemen bir çare bulmamız gerek. (Türk Dili)
  • İş tutmak: Kendi başına serbest bir iş kurmak, iş sâhibi olmak: O zengin oldu da, şehirde iş tuttu da, damadının yanında çalıştı da onun için terk etti balıkçılığı. (Y. Kemal)
  • İş var: "Ondan yararlanılır", "iyi işler çıkar" anlamında bir söz: Onu gören herkes "bu çocukta iş var", "bu çocuk gelecek vaat ediyor," "bu çocuk boks için yaratılmış" demekten kendini alamıyordu. (Muhammed Ali)
  • İş vermek: Birine yapacak iş göstermek: İnsana iş değil, işe insan verelim ki, işin dilinden anlasın, ona göre hareket etsin. (S. Özakyol)
  • İş yapmak:
    1. Çalışmak: Hem zahmetsiz bir iş yapıyor, hem de çok para kazanıyor. (A. Kaya)
    2. İsabetsiz, yersiz bir şey yapmak: "Baban da amma iş yaptı. Zehra bizim öz yeğenimiz. Küpeli'ye gitmeden bize gelemez miydi?" Sesi azarlar gibi çıkıyordu. (N. Doymuş)
  • İş yok: "O şeyden yarar beklememeli" anlamında kullanılan bir söz: "Usta be, iş yok onda... Belediye çöp arabası görse almaz valla" dedi. (M. Başaran)
  • İşe almak: Birini iş yerinde çalıştırmaya başlamak: Ahmet'i işe aldı, yatacak yer verdi. (E. Sarı)
  • İşe bak!: Şaşırılacak bir durum karşısında kullanılan bir söz. "Şu işe bak! Dağ başında bile Zeynep'le karşılaştık. Vardır bunda bir hayır," diye geçirdi içinden. (R. Tekin)
  • İşe girişmek (koyulmak): Bir işi yapmaya başlamak: Büyük bir şevkle işe girişti (A. E. Kavaklı). "Baş üstüne!" deyip işe koyuldu. (K. Bilbaşar)
  • İşe girmek: Göreve, çalışmaya başlamak: Çok güzel, rahat bir işe girdi, önce arabasını aldı, şimdi de sıra ev almaya geldi. (D. Dündar)
  • İşe karışmak:
    1. Herhangi bir konuda katkıda bulunmak, görev almak: ... koca haksız çıkacakken Derviş işe karışır ve kocayı kurtarır. (S. Sakaoğlu)
    2. Herhangi bir konuda olumsuz yönde müdahale etmek: Olur olmaz her işe karışır ve çenesini tutamazmış (G. Süngü).
  • İşe koşmak: Birine iş yaptırmak: Oğluna bin lira sermayeyi de verip işe koşuyor. (M. N. Özön)
  • İşe sarılmak: Kendini tamamen bir şeye veya işe vermek: Büyük bir gayret ile işe sarıldı, sabah erkenden, akşam geç vakte kadar işi ile meşgul oldu. (Y. H. Hacib)
  • İşe yaramak: Kendisinden faydalanılmak, bir yerde kullanılmak: Demek ki, bir işe yaradı çabalarımız. Sen böyle dedikten sonra... (E. Toy)
  • İşi aksi (ters) gitmek: İstenilen sonucu elde edememek: Hem parasızın her işi aksi gider; biletini düşürür, ceza alırlar, camekân kırar, ödetirler; paltosunu asar, çalarlar; hatta bazan cebinde kalan dört kuruşu da yankesiciler kaparlar... (R. H. Karay)
  • İşi Allah'a kalmak: Güç şartlar altında, kimseden yardım umudunun kalmadığı bir durumda bulunmak: İşi Allah'a kalmıştı. Ama gene de kurtulacağına inanıyordu. (H. F. Gözler)
  • İşi azıtmak: Çok ileri gitmek, aşırılığa kaçmak, zarar verecek tarzda aşırı davranmak: İşi azıttı da, ilâhlık davasına kalkıştı! (O. N. Topbaş)
  • İşi başından aşkın olmak: Pek çok işi olmak: Her biri için koşturacak olursam ben de nalları dikerim. Üstelik, gördüğün gibi, işim başımdan aşkın.
  • İşi bitmek:
    1. Hali, gücü kalmamak, iş yapamaz duruma gelmek: Yaşlandım artık, işim bitti.
    2. Ölmek: Ecel geldi işim bitti / Gözlerimde yaşım bitti (H. Cılız)
  • İşi bozmak: Yapılan anlaşmayı, verilen sözü tutmamak: Vezire korkunç rüyalar peyda etti, o da korkudan bu işi bozdu. (C. Kudret)
  • İşi ciddiye almak: Soruna önem vermek: Durumun vahametini anladı ve işi ciddiye aldı. (M. Belge)
  • İşi çıkmak: Başka bir işle meşgul olmak: Adapazarı'na gidecekti, gitmemiş. Önemli bir işim çıktı, demiş. (A. E. Kavaklı)
  • İşi (bir şeye) dökmek: İşi değiştirip bir başka biçime sokmak: Karşı taraf işi zorbalığa döküyor (F. Yaşlı). İşi ticarete döküyor. Her yıl bir oyun yazıyor, gülüyor, güldürüyor, cebini de dolduruyor (Varlık yıllığı). Bu durum onu rahatlatmış olmalı ki işi nasihate döküyor. (A. Güzelce)
  • (Birine, bir yere) İşi düşmek:
    1. Birinin yardımına ihtiyaç duymak: "Şeref oğlum sana işim düştü! Şu Mustafa'nın yaşadığı yerin adresini bulsana bana." (S. Bozçelik)
    2. Bir yerde yapılacak işi olmak: "Geçenlerde belediyeye işim düştü."
  • İşi gücü yok: Uğraşacak bir işi yok, boşta gezer: "Emekli ya, işi gücü yok. Vakit geçirecek oyuncak arıyor." (K. Erzurum)
  • İşi ileri götürmek: Beklenenden daha aşırı davranışlar içine girmek: Tehdit edecek kadar işi ileri götürmüştü. (E. Şen) Evlenme teklif etmeye kadar işi ileri götürdü. (G. Boralıoğlu)
  • İşi iş olmak: İşi yolunda gitmek, yolunda olmak: "Valla işiniz iş!" dedim. "Öyle iş ki! Hem seyirlik, hem doyumluk!" (F. Baykurt). Bu dünyada işiniz iş amma, öteki dünyayı bilmem. (M. Tuğrul)
  • İşi kotarmak: İşin üstesinden gelmek: "Bu işi kotaracak bir ulak aradı. "Kim beş günde bana oradan haber getirirse ona hazineler vereceğim" diye tellal çağırttı. (Mesnevi)
  • İşi ne?: "Ne işi var?" anlamında birinin veya bir şeyin bir yerde bulunmaması gerektiğini anlatır: Bizim Ali Reis'in burada işi ne? Belki yolunu şaşırmıştır Reisim! (B. Büyükarkın). Sınıfa vardığımızda, "Ayna'nın burada işi ne?" diye söylendim. (G. Kıral)
  • İşi olmak:
    1. Yapacak bir işi bulunmak: Haydi kalk! Bugün çok işimiz var, dedi. (R. Karzan)
    2. İşi istediği tarzda hallolmak: "Eh artık işin oldu. Okula giriyorsun." diye müjdeledi. (Y. K. Tengirşenk)
    3. Uğraşmak zorunda kalmak: Her şeyden şikâyet edeceksen işimiz var seninle...
  • İşi oluruna bırakmak: Bir konuyu önemsemeyip olayların akışına bırakmak: Sonra baktım ki başa çıkamayacağım, işi oluruna bıraktım. (Y. Kemal)
  • İşi pişirmek:
    1. Aralarında gizlice anlaşmak: Bütün işi pişirmiş, tuzağı kurmuş, son darbeyi indirmek üzereydi (Y. K. Karaosmanoğlu).
    2. Kadın ve erkek cinsel açıdan birlikte olmak: Samanlıkta işi pişirmişler. Kız gebe kalınca da, Ali imama nikâhını kıydırmış (K. Bilbaşar). Meğer çoktan işi pişirmişler, daha o zaman evlendiler. Şimdi baş başa yaşıyorlar (A. Gündüz).
  • İşi pişkinliğe vurmak: Anlamazlıktan gelip saygısızca davranmak, kötü bir davranışa veya söze aldırmamak: O gece yanımızda başka biri vardı ve her şeye burnunu sokuyor, karışıyordu. Zaman zaman Balıkçı ona sinirleniyordu ama adam oralı olmuyor, işi pişkinliğe vuruyordu. (N. Tavlaş)
  • İşi rast gitmek: İşi umduğu gibi olmak: Başı sıkıştığı meselelerde: "Anne dua et, şu bizim işimiz rast gitsin.." diye dua isteyecek kadar, kendine göre bir inanç sahibi idi (S. Ayverdi). Bu kez işimiz rast gitti, çok aramayacağız. Hemen sofrada laflarız adamla, bir iki resmini de aldık mı, tamam. (N. Güreli)
  • İşi resmiyete dökmek: Bir iş veya duruma resmî bir nitelik kazandırmak: Gündüzün ortasında herkesin gözü önünde o kitapları kurtardık. Bu iş için zabıt da tuttuk! Yani işi resmiyete döktük (İ. Kaygusuz). Zeliha'yla üç sene yuva filan kurmadan yaşadınız... Kızla evlen, şu işi resmiyete dök diye o kadar yalvardıydım sana... (N. Hikmet)
  • İşi sağlama almak: İşin gerçekleşmesi ve bozulmaması için gerekli önlemleri almak: İşi sağlama almak için ondan üç kez söz aldı Dede. (A. Kıraç)
  • İşi savsaklamak: İşi yavaşlatmak, işe gereken önemi vermeyip geçiştirmek: Aradan bir ay geçti. Yusuf Paşa Aydın'a dönmek için her gün izin istiyor, sadrazam da, bugün yarın diye işi savsaklıyordu. (A. Gökbel)
  • İşi şakaya vurmak (dökmek): Ciddi başlayan bir sözü veya davranışı şakaya çevirmek: "Önce tezgahtarlık yapıp işi öğreneceğim. Daha sonra da mutlaka işimin patronu olacağım." Arkadaşı işi şakaya vurdu: "İyi. Beni de yanına alırsın değil mi?" (N. Gazioğlu).
  • İşi tatlıya bağlamak: Sorunlu bir işi iyi bir sonuca ulaştırmak, bir problemi iyi bir biçimde çözmek: Günlerce kızın izini süren kardeşler, durumu kan davasına dönüştürecekken, aklıselim davranan hanımlar ve dostlar araya girerek işi tatlıya bağladılar. (S. Aktaş)
  • İşi tıkırında (olmak): İşi hiç aksaksız yürümek, işi yolunda olmak, işi yolunda gitmek: Her şey güzel anasını satayım, her şey yolunda, herkesin işi tıkırında, herkesin keyfi gıcır, bir ben kaldım böyle kararsız. (S. Demiray)
  • İşi uzatmak: Bir işi sonuçlandırmamak: Çoktan paydos vermesi gerekiyordu. Biliyordu bunu ama, mahsustan ağır alıyor, işi uzattıkça uzatıyordu. (Ş. Kurdakul)
  • İşi üç nalla bir ata kaldı: (bir at sahibi olmak isteyen yoksul birinin sadece bir nal bulmasından yola çıkarak) Gerçekleştirilecek bir işle ilgili olarak elde edilen olanağın önemsizliğini ve işin gerçekleşmesi için daha önemli diğer şeylere gereksinme bulunduğunu alay yollu anlatır: Eh, ihtilâlin yemini de, eski örgütlerden hazır sayılırdı... Parolası da bulundu mu, gerisi üç nalla bir ata kalıyordu... (Ö. Öymen)
  • İşi var: (mecazi) Çekeceği var: Kalbimizle işimiz var. Öyle böyle değil, çok ciddi işimiz var. (S. Gündüzalp)
  • İşi (bir şeye) vurmak: İşi değiştirmek: — Ne oluyorsun Bedri, dedi, kavga mı edeceğiz? Sonra işi gene şakaya vurdu: Peki, peki, aman istediğin gibi olsun!... (E. M. Karakurt)
  • İşi yokuşa sürmek: Bir konuda güçlük çıkarmak: En basit konularda bile Türk isteklerine karşı çıkıyor, işi yokuşa sürüyor, hiçbir sorunun çözülmesine izin vermiyordu. (İ. Ş. Kaymaz)
  • İşi yoluna koymak: İşi yapılabilir ve daha iyi bir duruma getirmek: Kedi işini yoluna koymuş ekmek elden su gölden geçinip gidiyordu. (S. Demir)
  • İşi (işler) yolunda olmak (gitmek): İşi (işleri) memnunluk verecek yolda yürümek: İki yıldır şükürler olsun, işi yolundaydı. Kira ile yük getirip götürüyordu. Çiftini sürüyordu, harmanı kaldırıyordu... (T. Apaydın). Çaba sonuç verdi, işler yolunda gitti ve minicik bebenin başındaki o kuyruklu bela tümden defolup gitti. (P. Sutlas)
  • İşi yüzüne gözüne bulaştırmak: Bir işi karmakarışık duruma sokmak: Son derece beceriksiz davranmış, işi yüzüne gözüne bulaştırmıştı (M. Sertoğlu). Bilgisiz ve tecrübesizse o işi yüzüne gözüne bulaştırır. İşi de kendini de berbat eder. Çünkü başarılı bir iş ve sanat, büyük ustalık ve liyakat ister. (O. N. Topbaş)
  • İşin başı: Bir işin en önemli noktası, işin çıkış noktası: Yine durmaz akar gözümün yaşı, derler ki sağlıktır her işin başı (Aşık Sarıgözoğlu). İşin başı iyi niyettir, bütün davranışlar değerini niyetten alır. (Keşkül)
  • İşin doğrusu: Açıkçası: — Sende bu cevher vardı, ama kullanmıyordun... — Vallahi, işin doğrusu, ben de kendimden bu başarıyı beklemiyordum (H. Adıgüzel). İşin doğrusu bu ya, böylesi bir olayı yaşayacağı yüz yıl düşünse aklına gelmezdi. (S. Gök)
  • İşin garibi: Şaşılacak olan, tuhaf olan şey şu ki: İşin garibi sanki herkes durumun farkındadır da hiç kimse hiçbir şeyi görmek istemiyordur (M. Çoban). Ama işin garibi kadın ağlayacağı yerde gülüyormuş. (H. K. Ece)
  • İşin içinde iş var: (Bir işin) İç yüzü başka, herkesin bilmediği bir şey var: "İşin içinde iş var. Bu kadar parayı, bu kadar altını, yılkı yılkı atları, sürü sürü tosunları, koyunları nereden buldu? Kim verdi ona? (Y. Kemal). Oğlanın Taştepe'den kaçıp kasabaya gelmesi boşuna değilmiş desene. İşin içinde iş varmış. (K. Bilbaşar)
  • İşin içinden çıkmak (sıyrılmak):
    1. Karışık bir işten bir zarara uğramadan kendini kurtarmak: Nihayet babam bir kurnazlıkla işin içinden çıktı (F. R. Atay). Yağdan kıl çeker gibi işin içinden sıyrıldı, bütün kabak da benim başıma patladı.
    2. Karışık ve çetin bir sorunu çözmek: Kafa kafaya verip düşündüler. Müdür, işin içinden çıktı, "Bu olsa olsa şöyle olur," dedi... (A. Nesin).
  • İşin içinden çıkamamak: Başaramamak, sorunu çözememek: Müfettiş, bunun mantıklı olmayacağını düşündü. Bir türlü işin içinden çıkamıyordu. (B. S. Gökdemir)
  • İşin içyüzü: Konunun gerçek yönü: (Hızır) şöyle dedi: "İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin işlerin içyüzünü haber vereceğim." (Kehf suresinden)
  • İşin kolayına kaçmak: Derinliğine araştırmadan basit olarak düşünmek, yüzeyde kalmak, tembellik etmek: Düşünmek, araştırmak, tartışmak, denemek, yanılmak gerekir. İşin kolayına kaçıp kopya işler yapmak varken bu sıkıntıya neden girelim ki? (S. Ş. Barkçin). İnsan ise zorluğu, sıkıntıyı sevmez, her işin kolayına kaçmak ister. (M. Atalar)
  • İşin kötüsü: İşin olumsuz yanı: Hiçbir fikri yoktu. İşin kötüsü soracak kimsesi de yoktu (R. Ezgü). Hepimiz birileri için yabancıyız. İşin kötüsü şimdiden dünyanın bazı kısımları için düşmanız. Daha da kötüsü kendimizle savaşmaktayız. (D. M. Yücel)
  • İşin mi yok?: Boş ver, aldırma, böyle şeylerle uğraşma!: — Nene gerek be adam! Deli misin sen? İşin mi yok? Alan memnun, satan memnun. Kasaveti sana mı düştü? (B. Felek)
  • İşin rengi değişmek: İş, konu, başka bir niteliğe bürünmek: Kapı kapandıktan sonra adam kimliğini çıkarttı ve polis olduğunu söyledi. İşin rengi değişmişti. (T. Turaboğlu)
  • İşin tadı kaçmak: Mesele tatsız bir durum almak: Fakat sırrının ayan olmasıyla işin tadı da kaçmıştı. (S. K. Türker)
  • İşin ucu birine dokunmak: Birisi bir işten dolaylı olarak zarar görmek (→ Ucu (birine) dokunmak): İşin ucu patronlarına dokunuyordu. Yanlış söylenen bir söz ya da dedikodu sonucu işlerinden olabilirlerdi. (E. Algan)
  • İşin ucunda: Bu işin sonunda: İşin ucunda iyi para olmalıydı; yoksa Madam Aylin bu kadar üstüne gelmezdi. (O. Özbaş)
  • İşin üstesinden gelmek: İşi başarmak, becermek: Gerçekten başarılması zor bir işin üstesinden geldi. (A. Mutaf)
  • İşine bak!:
    1. "Görevini, işini sürdür" anlamında kullanılır: Kızım benden çekinme. İşine bak. Ben yabancı değilim. (Y. K. Karaosmanoğlu)
    2. "Sen karışma, kendi işinle ilgilen" anlamında söylenir: Bundan sana ne? Sen işine bak! – Öğrenmek istedim sadece. (M. N. Bursalı)
  • İşine gelmek/gelmemek: Amacına veya çıkarına uygun düşmek/düşmemek: İşine gelince usta, işine gelmeyince hasta! (F. Çetinel). İşine gelince canım cicim, işine gelmeyince tu kaka diyemezsin bana (A. Ertürk). İşine gelince buralısın, gelmeyince Arnavut (Z. Rade). İnsanın halleri bazen suyun hallerine benzer: İşine gelince çağıldayarak akar, işine gelmeyince buz gibi katılaşır; işi bitince de buharlaşır. (A. R. Kars)
  • İşine göre: İşinin gelişine göre, işin gerektirdiği şekilde, çıkarına uygun şekilde: "Hem evet hem hayır. İşine göre." (Ekmeği Taştan). Anladım ki, İslam bir "kafana göre takıl," "işine göre eğ bük" dini değil. (M. Karabaşoğlu)
  • İşine gücüne bakmak: Başkasının işine karışmayıp kendi işiyle uğraşmak: Mahallemiz huzur ve barışın hakim olduğu bir yerdir. Herkes işine gücüne bakar. (M. Özçınar)
  • İşini bilmek:
    1. Nereden yararlanacağını bilmek: Bu avukat, işini bilir, kazanamayacağı bir davaya girmez. (Haşimoğlu)
    2. İşinin ehli olmak: Bana işini bilir bir adam gerekli. (B. Kanarya)
  • (Birinin) İşini bitirmek:
    1. Birinin işini halletmek, tamamlamak: ... biliyorsun, Aziz Beyin işini yaptık bitirdik. Artık ücretimizi ödesin. (D. Ceyhun)
    2. (argo) Öldürmek: Takip ederek adamlarımla pusu kurup işini bitirdik . (İ. Akbal)
  • İşini görmek:
    1. Görevini yapmak: Ve bir şey yapacaksa da öz varlığını vicdanında bularak aklıyla muhasebesini yapar, vicdanıyla tahlilini yapar, değerlendirir, ona göre işini görür (H. İ. Genç). Adam birisinin işini görür. İşi görülen kimse de işini görene hediye gönderir. (İmam Gazali)
    2. Başka bir şeyin yarayacağı işe yaramak, onun yerine kullanılabilmek: Kül de, temiz toprak işini görür. (Güneşin Dili)
    3. (argo) Öldürmek: O adamın dün gece işini görmüşler.
  • İşini uydurmak: Kurnaz davranarak konuyu çözmek: Demek yolunu bulmuş, işini uydurmuş. (E. Tomruk)
  • İşinin ehli (eri, adamı): Becerikli, elinden iyi iş gelen: İşinin ehlidir. Senin ipliklere söz geçirdiğin gibi o da tahtaya meram anlatır (A. R. Gürel). Oruç gibi yiğit ve işinin eri bir kaptanı sağ salim karşısında görünce sevindi ve hiç tereddüt etmeden kendisine ikinci kaptanlık teklifinde bulundu (E. Subaşı). İşinin adamı olduğu söz götürmezdi. (V. Türkali)
  • İşler açılmak: Alış veriş hareketlilik kazanmak, durgun olan piyasa canlanmak: Beklenen Kurban bayramı gelince işler birdenbire açıldı. (H. Taşkın)
  • İşler arapsaçına dönmek: İşler çok karmaşık bir hâl almak: Soruşturma derinleştikçe işler arapsaçına döner. (H. Kunter)
  • İşler becermek: Yapılması kolay olmayan, beklenmeyen veya makbul sayılmayan bir şey (şeyler) yapmak: Bundan önceki hayatımda epey işler becermiş bir kadınım. Bir sürü başarılarım var ama bir o kadar da yanlışlarım var (D. Yaraş). Şu Koca Memiş'e bakındı hele, yine ne işler becermiş diye dudak büktüler. (H. R. Çaydam)
  • İşler tıkırında: (argo) Bir aksilik yok, işler iyi gidiyor: İşler tıkırındaydı; hatta ürünler kapış kapış gidiyordu. Adeta raflara ürün yetiştiremez oldum. (E. Karasu)
  • İşten (bile) değil: Yapılması çok kolay veya olması mümkün görülen şeyler veya durumlar için genellikle sızlanma yollu söylenir: Bir de nanik yapıyor şoförler yüzümüze, deli olmak işten değil (Türk Dili). Kurcalamaya kalkışırsanız, başınızın belâya girmesi işten değil (M. Belge). Ama onca işten sonra, açlıktan bayılman işten değil (F. İ. Akıncı). Labirentlerin içinde kaybolup ölmemiz işten bile değil (M. Oktay). Herkes o kadar sorunlu ve dünya o kadar bozuk ki, kaş yapayım derken göz çıkarmak işten bile değil. (E. Atasü)
  • İşten el çektirmek: Görevden uzaklaştırmak: Ooo kırdığı ceviz bini aşmış meğerse. Hem de pervasızca alıyor paraları. Yakalattım bir gün ansızın. Mahkeme işten el çektirdi. (Ö. F. Toprak)
  • İşten güçten kalmak: Artık iş yapamaz duruma gelmek: İki elimde yoruldu, işten güçten kaldı. Ama zaten ellerim benim değil, senindir. Senin nefesin, senin hikâyen olmadıkça, benim elim ne işe yarar? (Mevlana'dan Seçmeler)


İlgili atasözleri ve anlamları


İçinde "iş" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:

  • İş amana binince kavga uzamaz: (atasözünün anlamı) Çekişenlerden bir taraf aman dilerse kavga biter.
  • İş anlatılıncaya kadar baş elden gider: Dava anlatılıncaya kadar olacak olanlar olur.
  • İş anlayanda değil bitirende derler: Bir işi bilmek, yapar olmak çok önemli değildir, önemli olan o işi başarıya ulaştırabilmektir.
  • İş bilenin, kılıç kuşananın: Her şey, onu gereğince kullanmasını, ondan yararlanmasını bilene yakışır.
  • İş bitirenin işi biter: Çalışkan insan her işin üstesinden gelir ve bitirir.
  • İş bitirenin kötüsü olmaz: Bir insan bir işi iyi kötü bir şekilde halledebiliyorsa, yarıda bırakmıyorsa, bu yine de iyi bir şeydir.
  • İş insanın aynasıdır: Bir insanın nasıl bir kimse olduğunu, yaptığı iş gösterir.
  • İş ister işten kaçar: Çalışmaya pek gönlü olmayanların durumunu anlatır.
  • İş işi açar: İnsan çalıştıkça ve işini güzel yaptıkça yeni iş fırsatları her daim doğar.
  • İşi çoklukla görmeli, ekmeği çoklukla yemeli: El birliğiyle yapılan işler daha çabuk biter; yemeğini paylaşmak davranışların en güzelidir.
  • İşi düşünce arar beni, aşı pişince kovar beni: İnsanların çok menfaatperest ve bencil olabileceğini anlatır.
  • İşi erbabına işletmeli: Her işi o işin ustası iyi yapacağı için buna göre hareket edilmelidir.
  • İşi olmayanın aşı olmaz: Çalışmayan kimse geçinemez.
  • İşi iş, kaşığı gümüş: "İşi tam istediği yolda" anlamında kullanılan bir söz.
  • İşin gelişi ayak alışından belli: Herkes yeteneklerine uygun işler yapmalıdır. Böyle yapılırsa başarıya ulaşılır.
  • İşin iyisi altı ayda çıkar: İyi bir işi gerçekleştirmek için uzun zaman harcamak gerekir.
  • İşin yoksa evine direk vur: İnsanın boş durmaması gerektiğini anlatır.
  • İşin yoksa şahit ol, paran çoksa (borcun yoksa) kefil ol: Dertsiz başını derde sokmak istiyorsan ya şahit ol ya kefil.
  • İşine hor bakan (sanatını hor gören) boynuna torba takar: İşini küçümseyen kişi işinden olur, dilencilik etmek zorunda kalır.
  • İşini bil, aşını bil, eşini bil: İnsan çalışmalı, rızkını kazanmalı, evini geçindirmeli ve eşine zaman ayırmalıdır. Bunların dışındaki şeyler çok da önemli değildir.
  • İşini bilene Allah da yardım eder: İşini özenerek güzel yapandan kul razı olduğu gibi Allah da razı olur ve daha güzel işler yapmasını nasip eder: Ay vurur selenlere / Başıma gelenlere / Allah yardım edermiş / İşini bilenlere. (E. K. Eyüboğlu)
  • İşini bilmeyen kasap, elinde kalır masat: Gerekli eğitim alınmadan girilen işte başarılı olunamayacağını anlatır.
  • İşini kış tut da yaz çıkarsa bahtına: İnsan, işleri hep ters gidecek gibi önlem almalıdır; bu sayede işler kötü giderse zarara uğramaz, yolunda giderse de elbet daha çok sevinir.
  • İşsizlik, güçlerin babasıdır: Hem maddi hem de manevi açıdan, çalışmamak kadar güç bir şey yoktur.
  • İşten artmaz, dişten artar: Kazanç çok olsa da tutumlu davranılmayınca para biriktirilemez.
( 0 soru/yorum )