Yer nedir ne demektir? İlgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 0
  1. Bir şeyin bulunduğu, konulduğu, yapıldığı uzay (boşluk) ya da alan parçası: Bu koltuğa yer kalmadı. Pazaryeri. İşyeri. Bu oyuncak yerinde bin liradır.
  2. Yer sözcüğü, kullanıldığı cümleye göre "şu ya da bu işe ayrılmış yer" anlamına gelir: İlk açılacak yere (göreve) siz tayin edileceksiniz. Hastanede yer (yatak) yok. Yerimiz (evimiz) geniş, bu gece bizde kalın. Otelde yer (oda) varmıymış sordun mu?
  3. Ayaklarımızın altında serili bulunan her şey, gezinilen, ayakla basılan: "Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı, / Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı." (İstiklal Marşımızdan)
  4. Önem: Teknolojinin hayatımızdaki yeri gün geçtikçe artıyor.
  5. İz: Dikiş yerleri belli oluyor. Yüzünde çıban yeri var.
  6. Görev yeri: Müdür yerinde değil.
  7. Durum, konum: Senin yerinde olmak istemezdim.
  8. (coğrafya) Yerküre: İnsanlar yer üzerinde artıp çoğaldıktan sonra...
  9. Toprak: Bu bitki susuz yerde yetişmez.
  10. Yaşanan, yurt edinilen toprak ya da kent: Anadolu'nun bazı yerlerinde ağaca 'dal' denilmektedir. (N. Çağlar)

Mavi gökyüzü, yeryüzü, dağlar, yeşil çayırlar ve ovaların görüldüğü oval balık gözü tekniğiyle çekilmiş yüksek rakımlı bir manzara resmi
Yer (yeryüzü)

İlgili birleşik kelime ve fiiller


  • Yer açmak: Sıkışarak bir kimseye yer vermek.
  • Yer belirteci: (dilbilim) Eylemlerin, eylemsilerin anlamını yer bakımından tümleyen belirteç, yer zarfı: İçeri (girmek), dışarı (çıkmak), yukarı (bakmak) vb.
  • Yer ekseni: (coğrafya) Yerküreyi, merkezinden geçerek iki kutup noktasında deldiği varsayılan çizgi.
  • Yer kabuğu: (coğrafya) Yer yuvarlağının dışını çepeçevre kaplayan ve karalarla denizleri taşıyan kabuğu.
  • Yer öpmek: Saygısını göstermek için bir büyüğün önünde eğilmek, onlara yönelerek yere kapanmak.
  • Yer sarsıntısı: Deprem.
  • Yer sofrası: Yerde genellikle bir tabla üzerinde kurulan ve yere oturarak yemek yenilen sofra.
  • Yer yatağı: Yere serilen yatak.
  • Yer yer:
    1. Zaman zaman: Kerbela'yı uzun uzun anlatırken yer yer hiddetlenmiş, yer yer ağlamış, yer yer sazını eline alıp sevgisini ve isyanını bağlamanın tellerine sarmıştı. (Z. Yıldırım)
    2. Birçok yerde: Yer yer doğal kayalıklardan da faydalanılmıştır. (H. Biber)
  • Yer yurt: Konut.
  • Yeryüzü:
    1. Yer yuvarlağının üstü, Dünya'nın yüzeyi.
    2. (mecazi) Dünya, hayat: Halam, babamın yeryüzünde tek akrabası idi. (A. H. Tanpınar)
  • Yerden selam: Eskiden, el, yerlere kadar uzatılarak verilen selam.
  • Yerini beğenmek: Yeri uygun gelmek.
  • Yerini sevmek: (Bitki için) Yeri yetişmeye elverişli olmak, daha iyi ve hızlı büyümek: Pancar yerini sevdi. Yapıştı toprağa, saçak saçak kök saldı, kol attı. Her biri öküz kafası kadar büyüdü. (L. Tekin)
  • Yerine koymak:
    1. (matematik) Bir denklemin sağlamasını yapmak için kök olarak bulunan değer ya da değerleri denklemde bilinmeyenlerin yerine yerleştirmek.
    2. (matematik) Bir özdeşliğin gerçekleştirilmesinde, içindeki harf ya da harfler yerine rasgele sayısal değerler vermek.
  • Yerle beraber: Yerden yüksek olmayan, yer hizasında olan: Şimdi evin yerle beraber olan katı bahsine gelelim.


İlgili deyimler ve anlamları


İçinde "yer" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları:

  • Yer almak:
    1. Bir topluluğu oluşturanlar, bir işi hazırlayanlar arasında bulunmak.
    2. Adı geçer olmak, adı kaydedilmiş olmak.
  • Yer cücesi: Kısa boylu, çok bilmiş, kurnaz kimse.
  • Yer demir, gök bakır: (deyiminin anlamı) Hiçbir yardım görme olanağı ve umudu kalmayan durum: Yaşar Kemal'in "yer demir gök bakır" dediği günler eskidendi, şimdi "yer arsız gök acımasız"dı. (Ç. Babacan)
  • Yer etmek:
    1. İyice yerleşmek, yerleşip kalmak: Bu fikir bende iyice yer etti.
    2. İz bırakmak: Hafızam da yer etti.
  • (Birini) Yer kabul etmez: Çok günahkar olanlar için söylenir.
  • Yer tutmak:
    1. (Eşya) Kendisine ayrılandan fazla bir alanı kaplamak.
    2. Kendisi ya da yakınları için önceden yer ayırmak (ayırtmak).
    3. (Kişi) Önemli bir mevkide bulunmak.
  • Yer vermek:
    1. Önemini belirtmek.
    2. Önemli bir görev vermek.
    3. Bir olaya yol açmak, meydan vermek.
  • Yer yarılıp içine girmek:
    1. Yitirilip bir türlü bulunamamak: Yer yarılıp içine girdi sanki. Ne kendi göründü ortalıkta; ne de nereye gittiğini bilen biri vardı...
    2. Utancından yerin dibine geçmek: Sözleriyle sanki yer yarıldı da içine girmiştim.
  • Yer yerinden oynamak: Ortalık allak bullak olmak, bir olay toplumda büyük tedirginlik yaratmak: Alp Arslan, ordusunun başında ülkeye girdiğinde sanki yer yerinden oynadı. (Y. Dursun)
  • Yerde kalmak: Saygı görmemek, yüzüne bakılmamak.
  • Yerden alıp gökte yemek: Herkese yukarıdan bakmak, çalımından geçilmemek, astığı astık, kestiği kestik olmak.
  • Yerden bitme:
    1. Kısa boylu: Uzun boylu kadın iyice bozulmuştu bu yerden bitme kadına... (O. Komurcu)
    2. Türedi: Yerden bitme demokratlar bunlar, yerden bitme...
  • Yerden göğe kadar: Pek çok: Sen yerden göğe kadar günah işlemiş olsan da, O'nun (c.c.) affı daha büyüktür. (A. Uzun)
  • Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak.
  • Yerden yere vurmak: Birine çeşitli yönlerden saldırarak onu çok aşağılatıcı bir duruma sokmak: Ama o, Resûlullah'ın soyuna söz getirmeden, Mekkelilerin bozuk inançlarını yerden yere vurdu. (M. Y. Kandemir)
  • Yere bakan yürek yakan: Uysal ve uslu göründüğü halde alttan alta dolap çeviren: Vay Ünzile karısı, demek yere bakan yürek yakan bir tilkiymiş ha? (E. Ş. Can)
  • Yere bakmak: (İhtiyarlar için) Ölümü yakın olmak.
  • Yere batasıca! (yere batsın!): Yok olsun! Ölsün!
  • Yere batmak: Yok olmak.
  • Yere baktırmak: Utandırmak, mahcup etmek.
  • Yere çalmak: Yere atmak, yere fırlatmak.
  • Yere göğe koyamamak: Nasıl ağırlayacağını nasıl memnun edeceğini bilememek.
  • Yere sağlam basmak: Titiz ve dikkatli davranmak: Öyle kolay kolay risk almazdı, ayağını yere sağlam basmak isterdi. (S. Öngider)
  • Yere sermek: (Birini) Yenmek, alt etmek, öldürmek.
  • Yere vurmak: Kötü bir duruma sokmak.
  • Yeri başka: Daha fazla, daha başka, daha çok değeri olan, önemi olan: Onun yeri başkadır.
  • Yeri gelmek: Sırası gelmek, zamanı uygun olmak: Hazır yeri gelmişken şunu da bilmende fayda var.
  • Yeri göğü ben yarattım demek: Çok gururlanmak, kendini üstün görmek.
  • Yeri göğü inletmek: Yüksek sesle ve olanca güçle söylemek: "Allahü Ekber" sesleri yeri göğü inletti.
  • Yeri olmak:
    1. Uygun görülmüş olmak.
    2. Sırası, uygun zamanı gözetilmiş olmak.
  • Yeri öpmek: (alay yollu) Yere devrilmek, yere düşmek, yere kapaklanmak: Bir tokat, bir tokat daha, yeri öptüm... Kalktım, duvarı öptüm, ayaklarımı başımın, başımı ayaklarımın yanında gördüm... (M. İzgü)
  • Yeri soğumadan: Ayrılalı çok olmadan.
  • Yeri yurdu belirsiz: Serseri.
  • Yeridir: "Layıktır, uygundur, münasiptir" anlamında kullanılan bir söz: Haklısın, ne söylesen yeridir.
  • Yerin dibine geçmek (batmak, girmek): Çok utanıp sıkılmak, kimsenin yüzüne bakamaz durumda olmak: Utancımdan kızarıp yerin dibine geçtim. Soluğum kesildiğinden bir cevap veremedim. (K. Bilbaşar)
  • Yerinde duramamak: Bir eylemi yapmak için sabırsızlanmak: Hayri, yerinde duramıyordu: — Eee, artık dağıtılsın şu şekerlemeler, diye zıpladı yerinde.
  • Yerinde saymak: Bir işte ilerleme sağlayamamak.
  • Yerinde su çıkmak: Haklı bir neden olmadan yerini bırakmak isteyenlere "yerinde su mu çıktı?" biçiminde çıkışma yollu söylenir.
  • Yerinde yeller esmek: Artık bulunmamak, yerinde görülmez olmak: Doğduğum evin yerinde yeller esiyordu. (N. Berkes)
  • Yerinden etmek: (Birinin) İşinin elinden alınmasında, görevinden ayrılmasında rolü olmak.
  • Yerinden fırlamak: Oturduğu yerden hızla kalkmak.
  • Yerinden olmak: İşi, görevi elinden gitmek.
  • Yerinden oynamak:
    1. Heyecanlı bir zaman yaşamak.
    2. Kımıldamak.
  • Yerinden oynatmak: Başka yere kaldırmak, kımıldatmak.
  • Yerine geçmek:
    1. (Biri) Görevinden ayrılan birinin yerini almak, onun görevini üstlenmek.
    2. (Bir şey) Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilir nitelikte olmak.
  • Yerine gelmek:
    1. Geri dönmek: Sağlığı yerine geldi.
    2. Yapılmak, olmak: İsteğiniz yerine geldi.
  • Yerine getirmek: Yapmak: Emriniz yerine getirildi.
  • Yerine koymak:
    1. ... gibi görmek, saymak: Onu adam yerine koydum.
    2. Başkasını bulup almak: Kaybolan kitabımı yerine koyamadım.
  • Yerine oturmak: İyi yerleşmek, konduğu yere uygun gelmek: Bu parça orijinal gibi yerine oturdu.
  • Yerini almak: → Yerine geçmek.
  • Yerini bulmak:
    1. Yerine gelmek.
    2. Kendine yakışan yeri bulmak.
  • Yerini doldurmak:
    1. Görevinin gerektirdiği bilgi, beceri, yetenek vb. niteliklere sahip olmak.
    2. O görevde kendinden önceki görevli kadar başarılı olmak.
  • Yerini ısıtmak: Bir yerde uzun zaman kalmak.
  • (Bir şeyin) Yerini tutmak: O şeyin yerine geçebilmek.
  • Yerle bir (yeksan) etmek (olmak): Temeline kadar yok etmek: "Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti" (Arâf, 143)
  • Yerle gök bir olsa: Sonu ne olursa olsun.
  • Yerlerde sürünmek: Çok perişan ve karmakarışık bir durumda bulunmak.
  • Yerlere kadar eğilmek: Aşırı saygı göstermek.
  • Yerlere geçmek: Çok utanıp sıkılmak.
  • Yerleri süpürmek: (Etek, paça) Çok uzun olmak.


İlgili atasözleri ve anlamları


İçinde "yer" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:

  • Yerdeki yüze basılmaz (kimse basmaz): Alçak gönüllü olanları kimse hor görmez.
  • Yerin kulağı var: (atasözünün anlamı) Gizli konuşulan bir şey umulmadık bir yoldan başkalarınca duyulabilir, dikkatli olmak gerekir.
  • Yerine düşmeyen gelin yerine yerine, boyuna düşmeyen esvap sürüne sürüne eskir: İnsanlar arasındaki ilişkilerde de kullanılacak eşyada da uygunluk gözetilmeli.
  • Yerini bilmeyen, yılda bir kat urba eskitir: Hayatta çalışacağı işi belirlemeyen kişi, oradan oraya sürüklenir.
( 0 soru/yorum )