|
| 2 sayısı |
İçinde "iki" kelimesi (iki sayısı) geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
- İki ahbap çavuşlar: (şaka yollu) Her yerde birlikte görülüp çok sıkı fıkı olan iki arkadaş için söylenir: Sünnetçizâde Hasan Ağa ile Kolluzade Tevfik Ağa, her akşam birleşirler, Tabaklar Camiinde yatsı namazlarını kılarlar, mahalle kahvesinde biraz otururlar, iki ahbap çavuşlar gibi, yine birlikte evlerine dönerlerdi. (M. Z. Konrapa)
- İki analı kuzu: Anası babası tarafından el üstünde tutulan çocuk: Bu sebeptendir ki o, iki analı kuzu gibi kuvvetten düşmez, zayıflamaz. (İbn Kemal)
- İki arada bir derede: Sıkışık durumlarda bile bir fırsat bularak: İki arada bir derede namazını kılıp tekrar düştü yollara.
- İki arada bir derede kalmak:
- Çok güç bir durumla karşı karşıya olmak: Hatice Kadın da iki arada bir derede kalmış, kocasıyla mı uğraşsa, diğer iki çocuğuyla mı, yoksa Emine Kadın ve diğerleriyle mi, bilemiyordu. (İ. İ. Turan)
- İki yada daha fazla kişi, olay veya durum arasında karar verememek, bocalamak: Tuğrul iki arada bir derede kalmış gibi kıvranıyor. Doğruyu söylese bir türlü, söylemese bir türlü... (M. Atilla). Babam iki arada bir derede kalır, kime hak vereceğini kestiremezdi çoğu zaman. (F. Özkurt)
- İki ateş arasında kalmak: Karşıt iki gücün baskısı altında bulunarak ne yapacağını şaşırmak, zor bir durumda karar verememek: Filiz iki ateş arasında kalmıştı, ne kocasına, ne de babasına yaranabiliyordu. (M. Aslan)
- İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi, bir işi dar bir zamanda yapmaya zorlayıp sıkışık duruma sokmak: "Yarın sabah görüşsek daha iyi. İki ayağını bir pabuca sokmayalım şimdi..." (M. Atilla)
- İki ayaklı eşek: Düşüncesiz kimse: Bunların bu güzel salona iki ayaklı eşeklerden daha çok yaraştığını anlatmak istercesine... (H. İ. Dinamo)
- İki başlı tutmak: (Bir işte) Bütün olasılıkları göz önüne alarak hareket etmek.
- İki baştan olmak: Bir iş ancak iki tarafın iyi niyetiyle olabilmek: İyi geçim iki baştan olur.
- İki büklüm olmak:
- Yorgunluk, hastalık, ihtiyarlık nedeniyle beli bükülmek, öne doğru eğilmek: İki büklüm abdestini tazeliyordu.
- (mecazi) Riyakârlık, dalkavukluk, gerçek olmayan saygı vb. nedenlerle öne eğik olmak: Kralın karşısına çıkında iki büklüm oldu.
- İki cami arasında kalmış beynamaz:
- İki yoldan hangisini tutacağını, ne yapacağını şaşırmış kimse: Memduh bey, iki cami arasında kalmış beynamaz. Yukarı tükürse bıyığı, aşağı tükürse sakalı. Ne yardan geçiyor, ne de serden. (A. S. M. Alus)
- İki camiden hangisine gideceğine karar veremediği için namaz kılmayan kişi.
- İki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: İki yoldan hangisini tutacağını şaşırmak, neye karar vereceğini bilemez duruma düşmek: Kızım, ne desem bilemiyorum? Ben de iki cami arasında kalmış beynamaza döndüm. Bir tarafta baban, bir tarafta sen varsın! (T. Akansu)
- İki çift laf (söz, lakırdı) etmek:
- Birkaç söz söylemek: Daha iki çift laf edememişlerdi ki kapı vuruldu ve zil çaldı. (İ. Török)
- Bir araya gelerek sohbet etmek: İnsan evleneceği kişinin belli bir kültürü olsun istiyor, oturup iki çift laf edilebilecek birini arıyor. (Y. Kopan)
- İki dinden avare: Hiç kimseye ya da inanca bağlı olmayan kimse.
- İki dirhem bir çekirdek: Giyimi aşırı derecede özenli: Kahveye pırıl pırıl beyaz kostümü, sırmalı şapkası, apoletleri, rugan ayakkabılarıyla iki dirhem bir çekirdek salınan bir gemi süvarisi girdi. Bütün bakışlar, jilet gibi ütülü pantolonunu buruşturmadan oturmaya çalışan süvarideydi. (Ö. Yurdalan)
- İki eli böğründe kalmak: Çaresiz kalıp ne yapacağını bilemez durumda olmak: Eli boş, cebi boş, iki eli böğründe kalınca büyük bir pişmanlık duydu... (Ali Raşit Bey)
- İki eli kanda olsa: Elindeki iş ne kadar önemli olursa olsun, hani durumda olsa da: Başın dara düşerse, iki elim kanda olsa gelir bulurum seni, bunu da bil. (B. Öner)
- İki eli şakaklarında düşünmek: Derin derin düşünmek: Gözleri kaynayıp kaynayıp boşalıyordu. İki eli şakaklarında düşünüyordu. Ne yapacaktı, ne yapmalıydı? (Folklor/edebiyat)
- İki eli (birinin) yakasında olmak: Kıyamette bile birinden sorulacak hesabı olmak: Hele kızımı bir ağlatsın da bak. İşte o zaman iki elim yakasında. (E. Örgen)
- İki eli yanına gelmek: Ölmek: Girdim ki içeriye iki eli yanına gelmiş yatıyor otel odasının dört topuzlu karyolasında. Omuzlarına kadar çarşafla örtülü, gözleri kapalı. (O. Seyfi)
- İki elim yanıma gelsin!: Doğru söylendiği kanıtlanmak istendiğinde "öleyim ki doğru söylüyorum" anlamında kullanılan bir söz: Sırtım teneşire, iki elim yanıma gelsin, onun bana baktığı gibi dünyada kimse kimseye bakmamıştır. (S. Derviş)
- İki gözü iki çeşme:
- Sürekli ağlar durumda: Karısı iki gözü iki çeşme, eve uğramadığını söylemiş. (M. Yıldırımoğlu)
- Sürekli ağlayan: İki gözü iki çeşme hatunlar, ayağı dibine oturmuşlardı. Yaşlı gözlerle bakıyorlardı efendilerine. (O. Kemal)
- İki gözü iki çeşme ağlamak: Sürekli veya çok ağlamak: Menekşe'nin Tahir'e varmak istemediğini bilenler, kızın dünden beri iki gözü iki çeşme ağladığını söylüyorlardı. (K. Bilbaşar)
- İki gözüm: Okşayıcı bir sesleniş olarak kullanılan söz: İki gözüm Ali beyim Bayramınız mübarek ola. (M. H. Bayrı)
- İki gözüm önüme aksın (kör olsun): "Kör olayım" anlamında, yalandan sakınma andı: Ekmek çarpsın, iki gözüm önüme aksın şaka değil... (M. Başaran)
- İki hırtı bir pırtı: Aşırı yoksul: İki hırtı bir pırtı yaşayıp gidiyorduk adamım... (H. A. Toptaş)
- İki karpuzu bir koltuğa sığdırmak: Aynı anda iki işi veya görevi yapmak: Bir liderin yaşamı her zaman iki karpuzu bir koltuğa sığdırmaya çalışmakla geçer.
- İki kat olmak:
- Eğilip bükülmek: Elleri cebinde ve iki kat olmuş denecek kadar eğilerek odanın ortasına doğru birkaç adım atmıştı. (P. Safa)
- Yaşlılık ya da hastalık gibi nedenlerle beli bükülmek: Beli iki kat olmuş sakalı ağarmış yaşlı bir amca gelmiş. (M. E. Coşan)
- İki kere iki dört eder: "Gerçekliğinden şüphe edilmeyecek kadar açık" anlamında kullanılan bir söz: İlmelyakîn, bir şeyin, bir hakikatin varlığını iki kere iki dört eder gibi kat'i bilmektir.
- İki kuyruklu: (argo) Kusurlu, ayıplı, noksan.
- İki lakırdı etmek:
- (Birini) Sözle paylamak: Git şunlara bir iki lakırdı söyle! (O. C. Kaygılı)
- (Aralarında) Kısaca sohbet etmek: Gel de iki lakırdı edelim (S. Ayverdi)
- İki paralık etmek: (Birinin, bir şeyin) Değerini düşürmek, rezil etmek: Bunu çocuklar bile yapmaz, köyün adını iki paralık etti namussuz. (M. Tutkun)
- İki paralık olmak: Çok utanılacak bir duruma düşmek, değerini yitirmek: Derginin imajı, prestiji iki paralık oldu. İnsan böyle bir yazı yazarken şapkasını önüne koyup düşünür biraz. (A. Tunç)
- İki rahmetten biri: Çok acı çeken ağır hastalar için "ya iyileşsin ya da ölüp acılarından kurtulsun" anlamında kullanılan iyi dilek sözü: Artık Allah'tan iki rahmetten birini istiyorum. (İ. Aksoley)
- İki satır yazmak: Kısa bir mektup yazmak: Ne iki satır yazı yazdı ona, ne de görüşmek için en ufak çaba sarf etti. (M. Küçüksarp)
- İki seksen uzanmak: (argo)
- Bir darbe karşısında boylu boyunca yere serilmek: Kafasına öyle bir şaplak indirdi ki, adamcağız iki seksen yere uzandı.
- Keyiflenmek, neşelenmek, zevklenmek: Herifçioğlu mangizleri vurunca iki seksen uzandı, hâlâ da uzanıyor. (F. Develioğlu)
- (birini) İki seksen uzatmak: (argo) Güçlü bir vuruşla yere sermek: Adam seni bir sağ kroşeyle iki seksen uzattı. İşin bitti! Otur artık... (A. E. Kavaklı)
- İki söz bir pazar: Uzun uzadıya pazarlık etmeden: İki söz bir pazar aldık geldik hayvanı.
- İki sözü (lafı, lakırdıyı) bir araya getirememek: Düşündüğünü doğru dürüst anlatamamak: Söyleneni anlamazlar ve iki lakırdıyı bir araya getiremezler. (B. Onur)
- İki ucu b*klu değnek: (kaba) Ne yönden bakılırsa bakılsın çözülmesi çok güç iş veya durum: İzin versem gidip başını belaya sokacaktı. Vermesem, eminim firar edecekti. İki ucu b*klu değnek! (Ü. Zileli)
- İki ucunu bir araya getirememek: Gelirle gideri denkleştirememek, işleri düzene koyamamak: Hastahane yönetimi de bütçesinin iki ucunu bir araya getiremiyordu... (R. R. Asal). Doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyordu. Bir türlü iki ucunu bir araya getiremiyordu. "Zor bu iş! Zor zor!.." diyordu. (F. Baykurt)
- İki yakası bir araya gelmemek: Geçim sıkıntısından bir türlü kurtulamamak: Gerçek şu ki ben iki yakasını zor bir araya getirse de mutlu olan insanlar gördüm. Bunu nasıl yapıyorlar?
- İkide bir (İkide birde): Sık sık: Altında, ikide bir bozulur, külüstür bir otomobili vardı (M. E. Bozkurt). İkide birde gözlerini kaldırıp beni süzüyordu. (S. Ali)
- İkili oynamak: Karşı olan yanlardan hem birini hem öbürünü destekler görünmek: Geldiği günden beri ikili oynuyordu. Osmanlı Devlet adamlarına dost görünürken, el altından da planını gerçekleştirmek için Osmanlı'nın kuyusunu kazıyordu. (S. Kocabaş)
- İkinci baharı yaşamak: İleri yaşlarda mutluluk, refah ve esenlik içinde bulunmak: Neden olacak oğlum, dedeniz ikinci baharı yaşıyor! (Türk edebiyatı)
- İkinci gelmek: Bir yarışmada birinciden sonraki dereceyi almak: Bir şiir yarışmasında ikinci geldi. (A. Keskin)
- İkinci plana düşmek: Bir kimsenin veya topluluğun gözünde eski önemini, değerini yitirmek: Tahsin Paşa önemli bir kimseydi ancak İzzet Paşa'nın Saray'a girmesinden sonra ikinci plana düşmüştü. (E. Gör)
- İkisi bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca varmak, aynı sonucu doğurmak: İster senin dediğini, ister onun dediğini yapalım. Netice değişmez. İkisi de bir kapıya çıkar. (N. Muallimoğlu)
- (birinin) Bir dediğini iki etmemek: Her istediğini hemen yapmak: Kızını çok seviyor, bir dediğini iki etmiyordu. (S. Yar)
- (birinin) Bir sözünü iki etmemek: Birinin her istediğini hemen yerine getirmek: Annesinin bir sözünü iki etmedi. Her zaman annesinin sözünü dinlerdi. (M. Karaburç)
- Bir iki: Üçü geçmemek üzere pek az sayıda: Bir iki yumurtadan başka bir şey yok. (Türk dili)
- Bir iki demeden (demeye kalmadan): Duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan: Bir iki demeden çocuğun üzerine çullanmışlardı. (H. F. Gözler)
- Bir iki derken: Önceleri az olmakla birlikte: Bir, iki, derken yedi bardak çay içmişim.
- Bir koyundan iki post çıkarmak: Olması gerekenden daha fazla elde etmek: Böylesi çıkarlarına düşkün olan bu adamlar, bir koyundan iki post çıkarmayı düşünmezler mi? (S. Yaltırım)
- Bir taşla iki kuş vurmak: Bir davranışla birden çok yararlı sonuca ulaşmak: Şimdi bir taşla iki kuş vurmuş oldum, hem fotoğrafı sana hediye ettim hem de artık bende de bir kopyası var. (Y. Kopan)
- Dün bir bugün iki: (Yakın geçmişteki bir olay ya da duruma göre) Çok az zaman geçtiği halde: Daha dün bir bugün iki, ustasına işi öğretmeye kalkıyor.
- Namusu iki paralık olmak: Onursuz bir duruma düşmek: İki namussuz yüzünden namusu iki paralık oldu adamın. (M. Şeyda)
- Saçları iki türlü olmak: Yaşı ilerlemiş bulunmak: Avurtları çökmüş, saçları iki türlü bir adam, çöplükte bir şeyler bulmaya uğraşıyordu. (R. Enis)
- Üstüne bir iki güneş doğmak: Aradan birkaç gün geçmek: Üstüne bir iki güneş doğdu çıkageldi.
Ayrıca bkz.: İki ile ilgili atasözleri ve anlamları
Soru/Yorum Gönder