Sirke nedir, ne demektir? Sirke ile ilgili atasözleri, deyimler ve anlamları

Soru/Yorum: 0
  1. Ağzı mantar tıpayla kapalı cam bir şişe içindeki üzüm sirkesi
    Üzüm sirkesi
    Salatalara ve çeşitli yemeklere ekşilik vermek amacıyla kullanılan, üzüm, elma gibi meyve sularının doğal yollarla ekşimesi sonucu oluşan sıvıdır. Keskin tadı ve kokusuyla iştah açıcı özellik taşır. Geleneksel mutfakta hem lezzet verici hem de koruyucu olarak değerlendirilir.
  2. (kimya) Bakterilerin şarap, bira ve benzeri alkollü sıvılar üzerinde etkili olmasıyla etil alkolün yükseltgenmesi sonucu elde edilen bir sıvıdır. İçeriğinde genellikle %3–6 oranında asetik asit (sirke asidi) bulunur. Bu özelliği sayesinde asidik yapı gösterir ve mikrobiyal faaliyetleri sınırlandırabilir.
  3. Bir bayanın kulak arkası saç bölgesindeki sirkelerin yani bit yumurtalarının gösterimi
    Saçlarda sirke
    (halk dilinde) Bit ve tahtakurusu gibi asalak böceklerin saç teline veya kumaşa bıraktığı çok küçük, beyazımsı yumurtalara verilen addır. Günlük konuşmada ve eski metinlerde bu anlamıyla da yer alır: Saçındaki beyazlıklar sirke olmasın?

Sirke ile ilgili deyimler ve anlamları

İçinde "sirke" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Bitten sirkeden kurtulmak (çıkmak): Kötü durumlardan, borçtan harçtan kurtulmak.
  • Suratı sirke satmak: Öfkeli ve kızgın olduğu yüzünden anlaşılmak: Çok geçmeden yoldaş geldi ki durum pek parlak değil anlaşılan, suratı sirke satıyor! (M. Saraç)
  • Yüzü sirke satmak: Yüzünde hoşnutsuzluğunu gösterir bir anlam olmak: Yüzün sirke satıyor. Söyle hadi, neye sıkıldın? (E. Baba)

Sirke ile ilgili atasözleri ve anlamları

İçinde "sirke" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )

  • Sirke evin bereketidir: Eldeki az ve mütevazı imkânların bile doğru kullanıldığında değer taşıdığını ifade eder. Kanaatkâr olan kişinin evinde bereketin eksilmeyeceği anlatılır.
  • Bedava sirke baldan tatlıdır*: Masrafsız ya da emeksiz elde edilen şeylere herkes istek gösterir ve bunlarda kusur aramaz.
  • "Bende kırk yıllık sirke var" diyenden biraz sirke istemişler, "Eğer her isteyene verseydim bende kırk yıllık sirke olur muydu?" demiş: Cimri kişilerin vermekten kaçındığını ve varlıklarını başkalarıyla paylaşmadığını anlatır. Kendilerinde olanı koruma uğruna başkalarına yardım etmekten çekinen kişilere eleştirel bir şekilde yaklaşır.

Gezmek ne demektir? Gezmek ile ilgili atasözleri, deyimler ve anlamları

Soru/Yorum: 0
  1. Yer değiştirme durumunda bulunmak, yürümek, dolaşmak: Onu odada aşağı yukarı gezer buldum. (A. Rasim)
  2. Hava almak, eğlenmek, hoş vakit geçirmek gibi bir amaçla bir yere gitmek: Geçen yaz bütün Akdeniz kıyısını gezdik.
  3. Bir yeri görüp incelemek: Kiralık ev ararken, burayı da gezmiştik.
  4. Bir yerde bulunmak: Cüzdanım burada ne geziyor?

Gezmek ile ilgili deyimler ve anlamları

İçinde "gezmek ve dolaşmak" kelimeleri geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Gezip tozmak: Çok gezmek, çok dolaşmak: Sabahtan akşama kadar, sokaklarda gezip tozuyor.
  • Geziye çıkmak: Uzak yerleri dolaşmak: Oğlan, arkadaşlarıyla bir geziye çıkmıştı, bir kuzey ülkesine. (Y. Z. Bahadınlı)
  • (bir yeri) Adım adım gezmek: Her yerini dolaşıp görmek: Saatlerce dolaştılar. Bütün araziyi adım adım gezdiler. (T. Kılınç)
  • Ayak kavafı: Her yere girip çıkan, çok gezen (kimse): Kara kuru ama acur, becerikli, çeneli bir ayak kavafı... (H. R. Gürpınar)
  • Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz dolaşan kimse: Turist sanıyorlardı iyi mi onu! Oysa boş gezenin boş kalfasıydı... (Türk dili)
  • Boş gezmek (gezinmek): İşsiz güçsüz dolaşmak: Nasıl memnun olabilirdi ki, bazen haftalarca boş geziyordu. (R. Enis)
  • Boşta gezmek: İşsiz olmak: Bir süre boşta gezdi; yeniden maddi sıkıntı baş gösterdi.
  • Çarşı pazar dolaşmak (gezmek): Alışveriş edilen her yeri dolaşmak gezmek: Saatlerce çarşı pazar dolaştı, aldıklarını kırmızı renkte bir bohçaya sardı.

Bereket nedir, ne demektir? Bereket ile ilgili atasözleri, deyimler ve anlamları

Soru/Yorum: 0
Bir avuç içinden sürekli olarak hiç bitmeden dökülen buğday taneleri
Bereket
  1. Allah'tan gelen bir lütuf olarak yiyecek, para vb. bitebilen ya da az olan şeylerin alışılandan veya beklenilenden daha uzun süre gitmesi: Allah bereket verdi mi bir şey bitmez. Peygamber Efendimiz az bir yemekle üç yüz kişiyi doyurmuştu. (M. E. Coşan)
  2. Bolluk, gürlük, ongunluk: Çocuk gönlüm kaygılardan azade / Yüzlerde nur, ekinlerde bereket (O. V. Kanık).
  3. İyi ki, neyse ki, iyi bir rastlantı olarak: Bereket erken geldiler.
  4. (halk dilinde) Yağmur: Kırk gün bereket yağdı. Yağmura hasret bozkırlar su ile yıkandı. (M. Çınar)
  • Bereketli:
    1. Alışılandan veya beklenilenden fazla olan; az iken çok yerine geçen, artağan, mübarek: Besmele, helal bir işe başlarken, Allah'ın adını anmak ve bu adla işe başlayarak işin hayırlı ve bereketli olması için dua etmek anlamına gelir.
    2. Bol, çok: Ama emekleri boşa gitmemişti, hasat umduklarından da bereketliydi.
    3. Verimli, mümbit: Irmaklar boyunca yılda en az iki kez hasat veren bereketli topraklarda yaşarlar. (A. O. Muş)

Bereket ile ilgili deyimler ve anlamları

İçinde veya anlamında "bereket" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Bereket ki (Bereket versin ki): İyi ki, Allah'a şükür ki, Allahtan: Bereket ki, birkaç tabip dostum imdadıma yetişti. Beni hastaneye kaldırdılar (N. F. Kısakürek). Bereket versin ki; bu salgın Türk topraklarına ulaşmamıştır. (H. E. Avcı)
  • Bereket versin:
    1. Para alan kimsenin söylediği iyi dilek sözü: Adam parayı verince, bereket versin ağa, Allah uzun ömür versin ağa, demeyi unutma. (M. İzgü)
    2. Bir kimsenin bir durumdan hoşnutluğunu anlatan söz: Bereket versin ki, karşısına teşhisi müşkül bir hastalık çıkmadı. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Bereketi Allah'tan (Bereketini gör): "Bereket versin" diyen satıcıya alıcının verdiği karşılık: "Siftahınız benden, bereketi Allah'tan" diyerek, iki dilim kek satın aldı (E. Özsoyman). Allah kârını artırsın. Bereketini gör. (İ. Hinçer)
  • Bereketli ola!: Yemek yemekte olanlara ya da ürünlerini devşirenlere söylenen iyi dilek sözü: Yemek mi yiyordunuz? dedi. Bereketli ola (T. Apaydın). Hasadınız bereketli ola Dursun Efendi.
  • Allah (bin bir) bereket versin: Kazancın artması ve Allah'a şükretme duygusunu belirtir: Velinimet bildiği müşterisiyle "Siftah senden bereket Allah'tan" diyerek başladığı alış verişini "Allah bereket versin" niyazı ile tamamlıyordu. (H. Bilecik)
  • Allah taşına toprağına bereket versin: Bir yerin bolluk ve verim içinde olmasını dilemek için söylenir: Allah, taşına toprağına bereket versin. Bu çarşıda işe atıldım, bu çarşıda kazandım ve yine bu çarşıda zengin oldum.
  • Allah'a şükür: "Hamdolsun", "bereket versin" gibi, durumdan hoşnut olunduğunu anlatır: "Allah'a şükür bir işimiz var da çalışıyoruz. İş bulamayanlar da var!" (N. Aytürk). Bakışlarında huzur ve sükûn vardı. "Allah'a şükür, iyiyim!" dedi. (P. Safa)

Gitmek ne demektir? Gitmek ile ilgili atasözleri, deyimler ve anlamları

Soru/Yorum: 0
  1. Başka bir yere varmak üzere bulunduğu yerden ayrılmak: Yarın öbür gün onlar da tutturacaklar İstanbul'a gitmek isteriz diye (N. Cumalı). Kardeşi Almanya'ya gitti. İşe gidiyorum.
  2. Çıkmak, ulaşmak, varmak: Bu sokak nereye gider?
  3. Yakışmak, uymak: Bu gömlek cekete gitmedi. Bu renk sana gitti.
  4. Tüketilmek, harcanmak: Adam başı iki bin lira gider. Bu yemeğe yarım kilo yağ gider (TDK). Emeklerim boşa gitti.
  5. Götürülmek: Mektuplar postaya gitti. Haber daha gitmemiş.
  6. Yeter olmak, yetişmek: Bir ton kömür iki ay gidiyor. Bu para sana bir hafta gider.
  7. Bir yerden ayrılmak, bulunduğu yeri bırakıp uzaklaşmak: Mehmet Ali gittiği günden beri Zeynep kadının ağzını bıçak açmıyordu (Y. K. Karaosmanoğlu). Güneş gitmiş, arkadaki sular parlamaz olmuştu. (R. H. Karay)

Cesaret nedir, ne demektir? Cesaret ile ilgili atasözleri, deyimler ve anlamları

Soru/Yorum: 0
Ertuğrul Gazi'nin cesur bakışları
Cesurun bakışı
korkağın kılıcından
keskindir
  1. Güç ya da tehlikeli bir işe girişirken kişinin kendinde bulduğu güven, cesurluk, yüreklilik, korkusuzluk: Osman Paşa'nın cesareti sayesinde bozgun önlenmişti. İki saat dövüştükten sonra, alnına gelen kahpe bir kurşunla rütbelerin en büyüğüne ulaştı: Şehitlik... (Y. Bahadıroğlu). Cesaret, askerlikte kahramanlığı doğuran haslettir (M. K. İmer). Savaşın en kanlı yerinde cesurca, ölümüne, dalkılıç gidiyorlardı düşman üzerine.
  2. Davranışlarda dilediği gibi hareket etmeyi göze aldıran atılganlık, cüret: Ne cesaretle buraya gelirsin! Bu ne cüret! (O. Diler)

Cesaret ile ilgili deyimler ve anlamları

İçinde "cesaret ve cesur" kelimeleri geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Cesaret almak (bulmak): İçinde bulunduğu elverişli durumlar nedeniyle yürek gücü artmak, yüz bulmak, hız almak, destek bulmak: Her iki taraf da şan ve şeref için savaşıyor ve kumandanlarının yiğitliğinden cesaret alıyordu (F. Babacan). Babasının güven veren sesiyle cesaret buldu. (B. Ayaz)
  • Cesaret etmek: Korkulması gereken bir işe korkmadan girişmek, göze almak: Bizans kesinlikle cesaret edip çıkamamıştı İslam ordusunun karşısına. (Y. R. Efe)
  • (birine) Cesaret gelmek: Yılgınlığı, çekingenliği, ürkekliği gitmek: Birdenbire bir cesaret geldi. Artık hiç korkmuyordu. Kurşunlar kulaklarının dibinden vınlayarak geçiyordu. (H. F. Beşik)
  • Cesaret göstermek: Yürekli, cesur davranmak: Kötü insanlara karşı cesaret gösterdi, kahraman oldu. Müslümanlara yönetici oldu ve güzel hizmetlerde bulundu. (M. N. Gül)
  • (birine) Cesaret vermek: Birini yüreklendirmek, yılgınlığını gidermek: Buralardaki insanların çokluğu onlara cesaret veriyordu. "Herkes bizim gibi, elle gelen düğün bayram." diyorlardı. (A. F. Bak)
  • (biri) Cesarete gelmek: Yılgınlığı üzerinden atmak, yüreklenmek: Bu söz orduyu gayrete getirmiş. Kaçmayı düşünenler bile cesarete gelip ileri atılmışlar. (E. N. Temel)
  • Cesaretini kaybetmek (yitirmek): Korkmak, çekinir olmak: Küçülmüş ve cesaretini kaybetmiş olan ordusu düşmanın önünden kaçmaktan başka bir şey bilmiyor ve atsız ve silâhsız kalmış olan bu ordu Türklere kafa tutamıyordu. (E. Merçil)
  • (birinin) Cesaretini kırmak: Korkutmak, yılgınlığa sürüklemek: Lakin, topların devamlı ateş etmesi düşmanın cesaretini kırmış. (H. R. Ertür)
  • Cesaretini toplamak: Korkusu geçerek yüreklenmek: Cesaretini toplayarak, "Bir sorun mu var dostum?" diye sordu. (S. Yalsızuçanlar)
  • Aslan kesilmek: Aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek: O gariban anam aslan kesildi. Korudu gözetti beni. (V. A. Kızıltepe)
  • Aslanın ağzına girmek: Tehlikeli işlere girerek, cesaret göstermek, büyük özverilerde bulunmak: Oysa sağ olsunlar, Arif beyimiz aslanın ağzına giriyorlar. (K. Tahir)
  • Gözünü daldan budaktan (çöpten) esirgememek (sakınmamak): Olur olmaz tehlikelere aldırmamak, tehlikelerden korkmamak: Demirci Dursun, Allah'tan başka kimseden korkmayan, gözünü daldan budaktan esirgemeyen biriydi. (B. Yazgan)
  • Kaleminden kan damlamak: (halk dilinde) Yazdığı şeyler pek dokunaklı, cesurca ya da can alıcı özellikte olmak: Çok kızmış olacak ki kaleminden kan damlatmış. (Y. Baştunç)
  • Mangal gibi yüreği olmak: Çok cesaretli olmak: Yaman cengâver o. Kene gibi yapıştı. Kâfiri bırakmıyor. Mangal gibi yüreği varmış diyorlar. (Efem)
  • Ölüme koşmak: Kendisini bile bile tehlikeye atmak: Öyle büyük bir cesaret ve inançla savaşıyor, öylesine büyük bir aşkla ölüme koşuyordu ki canına kıymet veren herkes kaçıyordu onun karşısından. (Y. R. Efe)
  • Pek gözlü: Yılmaz, korkusuz, cesaretli, gözü pek: Sadrazam Lâz Ahmet Paşa çok pek gözlü, işin sonunu düşünmez bir adamdı. (Ahmet Cevdet Paşa)
  • Yüreği pek:
    1. Yüreği katı, merhametsiz, duygusal olmayan, acı duymayan: "Sözlerin yüreği pek birinin sözleri," diye haykırdı...
    2. Tehlikeyi korkusuz bir biçimde karşılayan, yürekli, cesur: Bu savaşı yüreği pek olan kazanacaktı.
  • Yürek vermek: Yüreklendirmek, cesaretlendirmek: Peki, nerde, o Devrim'e yürek katan, atılım sağlayan, yaşam aşılayan, yürek veren insanlar? (V. Günyol)
  • Yüreklilik göstermek: Korkmamak, cesur davranmak: Cesaretin de ötesinde bir yüreklilik göstermişti, olmadık şeyler olur ve kimsenin gıkı çıkmazken onlar seslerini yükseltmişlerdi.

Cesaret ile ilgili atasözleri ve anlamları

İçinde "cesaret ve cesur" sözcükleri geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )

  • Cesaret doğruluktan gelir: Dürüst ve doğru olan kişinin korkusuz ve çekincesiz davranabileceğini anlatır. Doğruluk, insana vicdan rahatlığı, güç ve güven vererek İlahi yardımla cesur olmasını sağlar.
  • Cesurun bakışı, korkağın kılıcından keskindir: Yürekli birinin kararlı duruşunun, korkak birinin silahından daha etkili olduğunu anlatır. Gerçek güç, cesaretten doğar.

Bilgi ve bilmek ile ilgili atasözleri ve anlamları

Soru/Yorum: 0
Dikkatle ve hayretle kitap okuyan yaşlı gözlüklü bir adam
Bilen ile bilmeyen bir olmaz

İçinde veya anlamında "bilgi, bilgili, bilgisizlik, bilmek" gibi sözcükler geçen bilgi temalı atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )

  • Bildiğini bilmeyenlere öğret, bilmediğini bilenlerden öğren: Bilginin paylaşılması ve öğrenilmesi gerektiğini anlatır. İnsan, bildiğini aktardıkça faydalı olur, bilmediğini öğrendikçe gelişir.
  • Bilen ile bilmeyen bir olmaz: Bilgili insanlar ile bilgisizler arasındaki fark gece ile gündüzün; güçlü ile güçsüzün arasındaki fark kadar büyüktür.
  • Bilen söylemez, söyleyen bilmez (Diyen bilmez, bilen demez): Gerçek bilgiye sahip olan kişinin gösteriş yapmadığını, eğer bildiği bilgi bir sır ise suskun kalmayı tercih ettiğini anlatır. Çok konuşanların ise çoğu zaman bilgisiz oldukları ve söylediklerinin boş olduğu vurgulanır.
  • Bilerek yapan aldanmaz: Bir işin iyi sonuçlanması isteniyorsa sağlam bilgiye göre yapılmalıdır.
  • Bilgi (İlim), gençlikte dikilen, ihtiyarlıkta meyvesi alınan bir ağaçtır: Öğrenmenin temellerinin genç yaşta atıldığını ve bu bilgi birikiminin ilerleyen yaşlarda faydasının görüleceğini anlatır. Gençlikte kazanılan bilgi, ömür boyu yol gösterir.
  • Bilgi kuvvettir: Hangi konuda olursa olsun bilgili olmak insana özel bir güç ve kendine güven duygusu verir.
  • Bilgili adam güçlü olur: Herhangi bir konuda bilgi sahibi olan insan o konuyu bilmeyenlerin yanında daha üstün durumdadır.
  • Bilmediğin işe karışma, bilmediğin yola gitme: Kişinin deneyimi veya bilgisi olmadığı alanlara girmemesi gerektiğini anlatır. Hazırlıksız ve öngörüsüz bir şekilde hareket etmek, başarısızlık veya tehlikelerle karşılaşmaya yol açabilir.
  • Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek (sormamak) ayıp*: İnsanın her şeyi bilmemesi kusur değildir ama bilmediği bir işi sorup öğrenmeden yapmaya kalkışması kusurdur.

Kurnaz ne demektir? Kurnazlık ile ilgili atasözleri, deyimler ve anlamları

Soru/Yorum: 0
Kurnazlık düşünen ve kurnazca bakan bir genç
Kurnaz

Başkalarını kandırmasını ve işini yürütmesini bilen, şu ya da bu biçimde amacına erişmesini beceren: Kurnazdır, şeytanî bir zekâsı vardır. Kimi neyle nasıl kandıracağını, kime yumuşak, kime sert davranacağını çok iyi bilir. (S. Suruç)

  • Kurnazca: Kandırarak, aldatarak, kurnaz davranışlarla: Sizi dünyaya bağlayan, şeytanın kurnazca düşünüp sımsıkı ördüğü ağlar.
  • Kurnazlık: Kurnaz olma durumu ya da kurnazca iş: Hırsızların liderleri yeni bir kurnazlık peşindeydi.

Kurnazlık ile ilgili deyimler ve anlamları

İçinde "kurnaz" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Anasının gözü: (argo) Pek kurnaz, becerikli, hinoğluhin: "Bunlar ne anasının gözüdür. Adamın donunu bile alırlar bacağından." (R. Güngör)
  • Aşağıdan (Alttan) güreşmek: Sertlikle elde edilemeyen bir işi tatlı bir dil ve kurnazlıkla elde etmek: Öyle çaktırmadan, alttan güreşip, muhalefet yaparmış gibi görünüp de, yine muhalefet yapmayacaksın. (A. Nesin)
  • Bildiğini yedi mahalle bilmez: Bir kimsenin çok kurnaz, çokbilmiş olduğunu anlatan bir söz: "Ufak tefek olduğuna bakmayın, bildiğini yedi mahalle bilmez." (H. F. Gözler)
  • Dümen kullanmak: (argo) Bir işi iyi ve kurnazca yönetmek: Orada akaryakıt istasyonu açabilmek için kaç tane dümen kullandı. (B. Sezgin)
  • Fıldır fıldır bakmak: Zekice, kurnazca, hiçbir şeyi kaçırmadan bakmak: Hasibe Saliha Hanımın ihtiyarlık çağında da hiç bir şeyi kaçırmayan, fıldır fıldır bakan gözleri hakiki vaziyeti bir kapı aralığından görüp keşfetmiş bulunuyordu. (İlgili cümle kaynağı: N. S. Örik)
  • Gözleri velfecri okumak: Gözlerinden kurnaz, şeytanca bir zeka belli olmak: Azametli favorileriyle İngilizler, beyaz etekli ve süslü ayakkabılarıyla birkaç Yunan askeri, yeşilli kırmızılı saten gömleğiyle sofranın başına çöreklenmiş şişman Ermeni ve avanesi, her yeri kendilerinin sanarak bağıra çağıra yemeklerini yiyen bizim Fransızlar, gözleri velfecri okuyan Napolili tüccarlar, aynı kamarayı paylaştığımız tekinsiz Sicilyalılar ve uzakta ağırbaşlı bir ifadeyle yemeklerini yiyen Türkler... (M. Gülsoy)
  • Külahını ters giydirmek: Karşısındaki kurnaz olsa dahi onu bile aldatacak kadar kurnaz olmak, pabucunu ters giydirmek: Her tarakta bezi olan bir üçkağıtçı ki, şeytana külahını ters giydiren cinsten. Adına Suratsız Todori derler. buralarda bulunduğuna göre, vardır bir bildiği. (Y. Bahadıroğlu)
  • (birine) Oyun etmek: Kurnazlıkla birini aldatmak: Nefsin sana bir oyun etti, yine günahları işletti. (M. E. Coşan)
  • (biri başkasını) Suya götürüp susuz getirmek: Ondan çok daha akıllı, deneyimli, kurnaz olmak: Tilkinin hınzır bir zekâsı vardır. Suya götürüp susuz getirir, zaaflarımızı kullanmayı iyi bilir, hilenin efendisidir. (M. Ö. Sezer)
  • Şeytana külahını ters giydirmek: Çok kurnaz olmak: Bu Kırmızı Firuz denen sansar, şeytana bile külahını ters giydirirdi vesselam. (M. Anıl)
  • Şeytana pabucunu ters giydirmek: Çok kurnaz olmak: İngilizler, şeytana pabucunu ters giydirir derler. (M. Işık)
  • Şeytanın yattığı yeri bilmek: Bilinmesi ve hatırlanması güç şeyleri bilmek, çok kurnaz ve açıkgöz olmak: Onlar şeytanın yattığı yeri bile bulurlar. Tilki gibi kurnazdırlar. (H. Erdem)
  • Tilki: (mecazi) Çok kurnaz ve hilekar kimse: Tilki tilkidir ve tilkilik yapmaya devam edecektir... (S. Ustaosmanoğlu). O tilkinin biridir; hem de ne tilki.
  • Tilki gibi: Kurnaz kimse: Düşmana karşı yerine göre kurt gibi güçlü, ayı gibi acımasız, tilki gibi hile bilir, aygır gibi öç güder, kinci, ısrarlı, saksağandan da ihtiyatlı ve kaya kuzgunu gibi gözü uzaklara çevrili olmalıdır. (A. Kabaklı)
  • Tilki masalı okumak: Bir kimseyi kandırmaya çalışmak: Bana gerçekleri söylemek yerine yine tilki masalı okuyarak beni kandırmaya çalışıyorsun. (derleme cümle)
  • Tilkilik: Kurnazlık, hilekârlık, kurnazca davranış: Vardır bir tilkilik kafanda sabahın bu saatinde geldiğine göre... (A. F. Gürses). Ticaret dünyası bin türlü tilkilik ile dolu. (A. Atalay)
  • Yumurtaya kulp takmak: Kurnazca her şeye bahane bulmak, akla gelmeyecek eleştirilerde bulunmak, bahane bulmakta usta olmak: Kayseri'nin kızları yumurtaya kulp takar. (S. Emir)

Kurnazlık ile ilgili atasözleri ve anlamları

İçinde "kurnaz" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )

  • Kurnaz kedi pençesini göstermez: Kurnaz kişi mücadeleye girdiği zaman rakibine ne ile saldıracağını belli etmez.
  • Ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz*: O işini bilir, davranışlarına hiçbir şey engel olamaz: "Canım erkek kısmı komşum, ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz." (Füruzan). Kız, ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz kurnazlardan. Şehzadenin bütün sorduklarına allem eder, kallem eder, oyalayıcı cevaplar verir...
  • Akıllı bilgi bilir, kurnaz ortamı bilir: Akıllı kişinin ilim ve hakikati öğrenmeye yöneldiğini anlatır. Kurnaz olan ise sadece bulunduğu ortamdan fayda sağlamaya çalışır.