Kendi nedir ne demektir? İlgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 0
  1. İyelik ekleri alarak kişilerin öz varlığını anlatmaya yarar. Üçüncü kişi için kullanılırken kuraldışı olarak "-ni, -ne, -nden, -nin" eklerini alır: Bu kazağı kendime örüyorum. Kendine güvenmese bu işe girişmezdi. Kendini bildi bileli böyle güzel bir at görmemişti. (Y. Kemal)
  2. Kişiler üzerinde ısrarla durulduğunu belirtmek için kullanılır: Kendim geldim. Kendimiz gitmeliyiz. Kendisi istedi.
  3. "Kendisi" ve "kendileri" biçimlerinde, saygı duygusuyla ya da söz konusu olanları amaçlayarak "o ve onlar" yerine kullanılır: Kendisi gelmediler mi? Kendileri neredeler acaba?
  4. İyelik eki almış adlardan önce eksiz olarak sıfat gibi kullanılır ve iyelik düşüncesini pekiştirir: Kendi fikrim. Kendi isteği. Kendi yemeğini kendisi yapıyor.



İlgili deyimler ve anlamları


İçinde "kendi" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları:

  • Kendi ağzıyla tutulmak: Suçu, yalanı ya da savının yanlışlığı kendi sözüyle ortaya çıkmak.
  • Kendi ayağı ile gelmek: Kendi isteği ile gelmek: Biz aradık bulamadık ama kendi ayağıyla geldi. Hayat garip. (G. Süngü)
  • Kendi başına (kendi kendine):
    1. Kimseye sormadan: Bana söylemeden sen kendi başına nasıl amân veriyorsun... (C. Çekiç)
    2. Başkasının payı ya da yardımı olmaksızın, tek başına, bir başına: Kendi başına, ölen kocasının öcünü almanın yollarını araştırıyordu. (N. Cumalı)
  • Kendi çalıp kendi oynamak: (deyiminin anlamı) Başkalarının kararı da gerekli iken başkalarına aldırmayıp kendi kendine işler yapmak: Bugüne kadar herkesim kendi görüşlerine sanatı âlet edip, kendi çalıp kendi oynadı. Herkes kendisini doğru ve haklı görüp, diğer düşünce ve görüşlerdeki güzelliklere gözlerini ve kulaklarını tıkadı. (M. N. Sefercioğlu)
  • Kendi derdine düşmek: Kendi derdi yüzünden başka şeyle ilgilenememek: Zeybek Osman; ağa suçumuzu unuttu, kendi derdine düştü de şükür, diye düşündü, sevindi. (F. İ. Serhan)
  • Kendi gelen: Çalışmadan elde edilen (yararlı nesne).
  • Kendi göbeğini kendi kesmek: Gereksindiği yardımı başkalarının esirgemesi üzerine ne yapıp yapıp kendi işini kendi görmek: Akrabadan da böyle bir kimsesi yok. Ne yapsın garip? Bakacak kendi başının çaresine. Kendi göbeğini kendi kesecek. (M. Uslu)
  • Kendi gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, bir sakınca veya zarar söz konusu olmayan işlere girişmekten bile korkmak: Artık en ufak bir sese karşı bile duyarlı hale gelmiş, kendi gölgesinden korkar olmuştu. (N. Işkın)
  • Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü görür: Büyük kusurlarına bakmayıp başkasının en küçük kusurunu bile kınayanlar için söylenir (mertek: Kalın odun): Bütün bu facialar sıra sıra tarih sahnesinde boy göstermekte iken, batı nasıl bir yılışıklık ve utanmazlıkla, mazlum ve masum milletlerden hesap sormakta, böylece de kendi gözündeki merteği görmezlikten gelip başkalarının gözündeki çöpe takılmakta bulunuyor? (İlgili cümle kaynağı: S. Ayverdi)
  • Kendi halinde: Hiçbir şeye karışmayan kimseyi rahatsız etmeyen, sessiz, saf: Orta halli bir adam, basit, kendi halinde, saf ve temiz. (N. F. Kısakürek)
  • (Birini veya bir şeyi) Kendi haline bırakmak: İlgilenmemek, karışmamak, oluruna bırakmak: Bazıları sanıyor ki Allah bizi yalnızca yarattı ve sonra kendi haline bıraktı. (G. İ. Dinani)
  • Kendi havasına gitmek (kendi havasında olmak): Aklına eseni yapmak: Gerçi, her biri kendi havasına, kendi dairesine ve kendine göre bir hayat yapmıştı... (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Kendi hesabına çalışmak: Yaptığı işi sadece kendisi için yapmak: Şimdiye kadar kendi hesabına çalışmış, bundan sonra da muktedir olabiliyorsa milletine hizmet etmek istiyor. (H. Fedai)
  • Kendi kabuğuna çekilmek: Dışarısı ile olan ilişkilerini kesmek, kimse ile görüşmemek: Sevdiklerinin ölümlerinden sonra uzun bir süre kendi kabuğuna çekildi. Kimselerle konuşmadı, insan içine çıkmadı; bir daha evlenmek, yeni bir yuva kurmak istemedi. (B. Avcı)
  • Kendi kanatlarıyla uçmak: Hiç kimsenin desteği veya yardımı olmaksızın yaşamak: Hayatın her alanında, özellikle de eğitimde öğrenciye esas verilmesi ve öğretilmesi gereken; ona kendi kanatlarıyla uçabilme, ilim ve irfan yolunda kendi başına yürüyebilme yetisini kazandırabilmektir. (M. Atalar)
  • Kendi kendine:
    1. Kimseye danışmaksızın: Onu ölüme gönderen ben değilim, o kendi kendine gitti. (F. Baysal)
    2. Yalnız başına: Yalpalayarak evin kapısına kadar kendi kendine gitti. İçeri girdi. (K. Tahir)
    3. Kendi kişiliğine: Onun kendi kendine çektirdiği acıyı kimse kimseye çektirmez.
  • Kendi kendine gelin güvey olmak:
    1. Nasıl karşılanacağını hesaba katmadan bir işi olmuş bitmiş sayarak boşuna sevinmek: Bakıyorum, kendi kendine gelin güvey oldun bile... (S. Kocagöz)
    2. Karar verecek kişi bir başkası iken, asıl söz sahibi kendisi olmadığı halde, bir işi kendi başına tasarlayıp biçimlendirmeye kalkışmak: Üstelik bununla da kalmayıp kendi kendine gelin güvey olan çılgın beyninin işin peşini bırakmamasından dolayı ortada olmayan bir ilişki için acı çekmeye başlamıştı. (R. Ezgü)
  • Kendi kendini yemek: Bir şeyi, isteğine uygun olmuyor diye kendisine dert etmek, kendisine üzüntü yapmak: Dehşetli bir kıskançlık içinde, kendi kendini yiyordu. (O. Kemal)
  • Kendi kuyusunu kendi kazmak: Kendini zarara uğratacak davranışta bulunmak.
  • Kendi payıma: Bana gelince, bana sorarsanız, düşünceme göre, bence: Kendi payıma ben bu işi doğru bulmuyorum.
  • Kendi söyler kendi dinler: Ne söylediği anlaşılmaz, söylediği şeylere önem verilmez, kendi kendine söylenir: Böylece karşıt görüşlü kimse kalmaz, kalanlar da kendi söyler kendi dinler. (N. G. Esen)
  • Kendi yağıyla kavrulmak: Elinde olanlarla geçinip kimsenin yardımına gerek duymamak: Kendi yağıyla kavrulan dürüst, temiz bir insandı Süheyla. (N. Serimoğlu)
  • Kendimi bildim bileli: Öteden beri, eskiden beri: Ben kendimi bildim bileli oduncuyum efendim. Hatta babam da oduncuydu. (H. K. İpek)
  • Kendinde olmamak: Aklı başında olmamak.
  • Kendinde toplamak: Kendi üzerinde bulundurmak, kendi varlığı içinde yer almasını sağlamak: Fakat insan-ı kâmil mertebesindeki biri, tüm varlıkların en üstünü ve yaratılışın tüm özelliklerini kendinde toplamış olandır. (M. F. Kalın)
  • Kendinden geçmek: Bilinci işlemez olmak, kendini kaybetmek, bayılmak: Etrafı seyrederken o kadar kendinden geçerdi. (S. Faik)
  • Kendinden pay (paha) biçmek: Başkasının durumunu, kendi başından geçmiş benzeri bir durumla karşılaştırmak: İnsan kendinden pay biçerek düşman heyecanları dahi anlar, onlarda da bir bakıma kendini bulur. (M. Baydar)
  • Kendine dert etmek: Bir şeyi kafaya takıp üzüntü konusu yapmak: İnsana insan olma değerini bahşeden, ona kişilik ve insanlık kazandıran yegane dert budur işte: Başkalarının derdini kendine dert edinmek! (M. Mutahhari)
  • Kendine gel!: "Aklını başına topla" anlamında bir uyarma sözü: "Ey yolcu! Uyan artık kendine gel, kendine / Vakit geçti ömür güneşi kuyuya yöneldi (Mevlana Hz.)
  • Kendine gelmek:
    1. Ayılmak: Kızcağız yavaş yavaş kendine geldi. Su içti ve kendisini toparladı. Etrafa baktı... (A. E. Kavaklı)
    2. Aklı başına gelmek: Madam dalmıştı, sesle kendine geldi. Anlamsızca kısa bir an o tarafa baktı. (M. Adıbeş)
    3. Durumu düzelmek.
  • Kendine hakim olmak: Gereksiz bir davranışta bulunmamak ya da söz söylememek için kendini tutmak: Kızdığın zaman kendine hakim ol. Vakur, ağır başlı ve yumuşak huylu ol. (İlgili cümle kaynağı: İ. Sarı)
  • Kendine ... süsü vermek: Kendini ... gibi gösterme: Uyduruk kelime oyunlarıyla kendine zeki süsü veriyordu.
  • Kendine mal etmek: Başkasının yaptığı işi kendisi yapmış gibi göstermek: Ne var ki, tercüme ettiği bir çok eseri hileyle kendine mal etti. (Ş. Döğen)
  • Kendine (onuruna) yedirememek: Kendine yapılan ya da kendisinin başkasına yapması söz konusu olan bir şeyi onur kırıcı sayıp yapmaktan vazgeçmek: Timur'un önünde kaçmayı kendine yediremedi."Yıldırım Bayezid Han savaştan kaçtı" dedirtmektense ölmeyi tercih ediyordu. (Y. Bahadıroğlu)
  • Kendine yontmak: Çıkan bir fırsattan yararlanarak ve başkalarını hiç düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yolda davranmak.
  • Kendini adamak: Tüm ilgisini, alakasını, zamanını vb. bir şeye ayırmak, o şeye kendini vermek: Yunus, Hakk'a kendini adadı, hakikati buldu. Sen teklikten, benlik anlamaktasın! (K. A. Yılmaz)
  • Kendini ağırdan satmak: Bir işi yapmak istediği halde nazlanarak kabul etmemek. Çünkü isteseydi, kendini ağırdan satabilir, duygularını açık etmektense biraz nazlanıp beni kendine sırılsıklam âşık edebilir ve sonunda bana her istediğini yaptırabilirdi. (M. R. Yalçınkaya)
  • Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak: Bu sözler karşısında gülmekten kendimi alamadım.
  • (Bir yere) Kendini atmak: Hemen gitmek: Yaz gelince kendimizi deniz kıyısına atıyoruz.
  • Kendini ateşe atmak: Bile bile tehlikeli bir işe girişmek: Başkalarının iyiliği için kendini ateşe atan Said Efendi, âlicenap bir adam idi. (O. Çetinoğlu)
  • Kendini avutmak: Acısını sıkıntısını yatıştırmak, teselli etmek: Gözünden kaybolduğu zaman, hemen hayallerine misafir ediyor, yakınlığı ve sohbetiyle kendini avutuyordu. (A. C. es-Sahhar)
  • Kendini beğenmek: Başkalarını küçümseyerek kendini üstün görmek: Kendini beğeniyor, gücünün her şeye yettiğini düşünüyordu. (Z. Nur)
  • Kendini bilen (kendini bilir): Ağırbaşlı, onurlu, saygınlığını korumasının bilen: Ersin bu savaştan yenik, ama artık kendini bilen biri olarak çıktı. (A. Tunç)
  • Kendini bilmek:
    1. Aklı başında olmak: Kendini bil. Kendini bilerek ilerle. (N. B. Aytekin)
    2. Erin olmak, ergenlik çağına girmek: Erkek, erkeklik çağına girdi, kendini bildi mi, çocukluk, ölür gider... (Mevlana Hz.)
    3. Durumuna, onuruna yakışır biçimde davranmak: Ona karşı gevşekliği, kendini tutmadaki yetersizliği onun gibi kendini bilen bir erkek için ayıp değil miydi? (M. Gorki)
    4. Kendisinin ne olduğunu idrak etmek, hakikatine erişmek: Allah Teâlâ, Davud aleyhisselâma buyurdu: "Ey Davud, kendini bil ki beni bilesin." (Erzurumlu İbrahim Hakkı)
  • Kendini bir şey sanmak: Kendini olduğundan değerli görmek: Kendini bir şey sananların hiçbir şey olmadıklarını söylemek bile kendini bir şey sanmaktır... (İ. Dilber)
  • Kendini bir yerde bulmak: Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak.
  • Kendini bulmak: Kişilik kazanmak.
  • (Bir yere) Kendini dar atmak: Ferahlık bulacağı bir yere yetişmiş olmak: Islana ıslana caddeye çıkınca en yakın bir kahvehaneye kendini dar attı. (N. Muhiddin)
  • Kendini dev aynasında görmek: Kendini olduğundan pek çok üstün biri gibi görmek: Kraliçe'nin her zamanki gibi kendini dev aynasında gördüğü belli... (J. Tanizaki)
  • Kendini dinlemek:
    1. Hastalık kuruntusu içinde bulunmak: Sen kendini dinliyorsun aslında hiçbir şeyin yok.
    2. Kendi haline kalmak: Başını yastığa gömdü, kendini dinlemek istiyordu. (O. Akbal)
  • Kendini dirhem dirhem satmak: Pek nazlı ya da kurumlu davranmak: Bir güzel bilirim bir daha bilmem / Onda gör cilve nedir eda nedir / Öyle satar kendini dirhem dirhem / Ondan bu gönül deli divanedir (C. S. Tarancı)
  • Kendini düşünmek: Daima kendi çıkarını kollamak, bencil davranmak: Kendini düşünen. Empati yapmayan. Başkasını düşünmeyen. Varsa yoksa ben diyen. Kendisi yiyen. Kendisi giyen. Üretmeyen. Tüketen. Kendisi gülen. Kendisi eğlenen. Kendisi doyan. Kendisine alan. Kendisine yontan. Sağa sola bakmayan. Kendini gören. Sadece kendini bilen. Bir toplum olduk. (M. H. Topay)
  • Kendini ele vermek: Yaptığı bir davranış veya söylediği bir sözle kendi suçunu ortaya çıkarmak: Ne kadar gizlenmeye, saklanmaya çalışılsa da kendini ele verir aşk... (Z. Şahin)
  • Kendini fasulye gibi nimetten saymak: Kendine aşırı ölçüde değer vermek: Bir de kendini fasulye gibi nimetten sayıp etrafa caka satması yok mu... (T. Çetin)
  • Kendini göstermek: Gücünü göstermek, beğenilecek niteliklerini gözler önüne sermek.
  • Kendini (kendisini) helâk etmek: Ölesiye çalışıp yorgun, bitkin düşmek.
  • Kendini kapıp koyvermek: İradesini kullanmamak, gevşemek, kendini bırakmak, kötümser, karamsar olmak: Başına bir felâket belâ geldiğinde, yüzün ekşiyor, kendini kapıp koyuveriyorsan, sabırlı insanlardan sayılmazsın. (F. Attar)
  • Kendini kaptırmak:
    1. Bir şeyin etkisinden kurtulamayacak duruma düşmek: Şems, Mevlâna'nın büyüklüğünü kavramış bir derviş olarak, ona kendini kaptırdı. (İlgili cümle kaynağı: H. Z. Yiğitler)
    2. Bir işe olanca gücüyle sarılmak.
  • Kendini kaybetmek:
    1. Bayılmak.
    2. Öfkesinden ne yaptığını bilmemek: Ve kendimi kaybedip yakasına yapıştım. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Kendini matah sanmak: Kendini olduğundan daha fazla değerli kabul etmek: Bunu, kendini matah sanmış bir Batılı aydın olmanın kefareti olarak yaptığını söylemişti. (H. Taner)
  • Kendini naza çekmek: Nazlanmak: Yaz mevsimi bu sene kendini naza çekiyor, soğuklar bir türlü siyah feracesini giyinip gitmiyordu. (M. A. Sinan)
  • Kendini paralamak: Çok çaba ve özen göstermek: Yıllarca iyi şeyler yapabilmek için kendini paraladı durdu. Bir gün ölüm haberini aldığımda artık o yoktu. (Ö. Babacan)
  • Kendini tartmak: Ne durumda olduğunu anlamak için kendini yoklamak: Eve dönerken uzun uzun düşündü. Kendini tarttı. "Yok dedi, bende de o güç yok..." (T. Apaydın)
  • Kendini temize çıkarmak: Kabahatsiz veya suçsuz olduğunu ispatlamak: "Kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O (Allah), kötülükten sakınanı daha iyi bilir." (Necm, 53/32)
  • Kendini toparlamak:
    1. Durumunu düzeltmek: Bir müddet hüngür hüngür ağladıktan sonra kendini toparladı ve; "Bir anda duygularıma hâkim olamadım, lütfen kusura bakmayın" dedi. (M. Aşkar)
    2. Dikkatini çalıştığı konuya toplamak: Bir iki kekeledi ama kendini toparladı. İyi bir haber sunucusu, asla haber sunmayı aksatmamalıydı. (F. Erdoğan)
  • Kendini tutamamak: Bir durum karşısında heyecanına kapılıp bir şeyler söylemek ya da yapmak; kendine hakim olamamak: Odaya girdiklerinden beri hiç konuşmayan Mehtap daha fazla kendini tutamadı: "Of ya! O sersemin tedavisinden bize ne arkadaş? Sen sadece Dilara'ya yardımcı ol yeter..." (F. Yıldırım)
  • (Bir şeye) Kendini vermek:
    1. Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak: İnsanlığa nur saçan ilim hayatına kendini verdi. (Z. Gökalp)
    2. Bütün gücünü bir şeyi yapmaya harcamak: Fadiş, birden kendini verdi toprağa. Ocaklardan fışkırmış on yirmi kavun, karpuz fidelerini yolar gibi... (A. Sayar)
    3. Kendisini bir şeyin tutkusuna kaptırmak: Kendinden geçerek ve sarhoş bir hâlde Kaydo dilberine kendini verdi ve teslim etti. (M. T. Tan)
  • Kendini (bir şeye) vurmak: Üzüntülerini unutmak niyetiyle bir şeye düşkün olmak, müptelası durumuna gelmek: Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur. (Ü. Y. Oğuzcan)
  • Kendini yiyip bitirmek: Kendi kendini üzmek, kendi kendini yemek: "Onlar iman etmiyor diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip bitireceksin." (Şuara suresinden)
  • Kendini yoklamak: Duygu, düşünce ve beden bakımından kendisini kontrol etmek: Gözlerini açtığında kendini yokladı. İçinden "Yaşıyorum" diye geçirdikten sonra... (F. Bahtoğlu)
  • Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı gayriye himmet ede: Kendisi yardıma muhtaçken nasıl olur da başkasına yardım edebilir.


İlgili atasözleri ve anlamları


İçinde "kendi" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:

  • Kendi düşen ağlamaz: (atasözünün anlamı) Kendi zararına kendi neden olanın yakınmaya hakkı yoktur.
  • Kendinden küçükten kız al, kendin büyüğe kız ver: Gelinlerin kocalarına karsı saygı duymalarını sağlamanın kolay yolu, erkek ailesinin kız ailesinden yüksek olmasıdır. Kızlar, evlenecekleri erkeğin evinde, babalarının evinde bulduklarından fazlasını bulup mutlu olmalıdır.