Bir ile başlayan deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 0
1 rakımı veya bir sayısı
Bir sayısı
İçinde "bir" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları:

  • Bir abam var atarım, nerede olsa yatarım: Tek başına yaşayan bir kimsenin nerede olsa barınıp rahat edebileceğini anlatan söz.
  • (Hep) Bir ağızdan: (Ağızdan ses çıkarmak anlamını veren eylemlerin belirteci olur) Hep birlikte: Bir ağızdan türkü söylediler.
  • Bir alay: Bir çok, bir sürü, pek çok: Bir satır yazıda bir alay yanlışı çıkıyor.
  • Bir alem: Kendine özgü bir niteliği olan: Bodrum bu yıl bir alemdi. O çocuk bir alemdir.
  • Bir araba:
    1. Odun, kömür gibi kimi şeylerin ölçü birimi: Eve bir araba kömür yollamışlar.
    2. (mecazi) Pek çok, fazla.
  • Bir araya gelmek: Bir yerde toplanmak, buluşmak: Bütün terslikler bir araya geldi.
  • Bir aşağı bir yukarı: Amaçsız olarak gidip gelmeyi anlatır: Bir aşağı bir yukarı dolaşıp duruyor.
  • Bir atımlık barutu olmak (kalmak): (deyiminin anlamı) Bir konuda harcayacak şeyleri pek kıt olmak.
  • Bir avuç: Nitelediği şeye göre az ya da çok anlamında: Bir avuç toprak. Bir avuç insan. Bir avuç altın.
  • Bir ayak evvel: Bir an önce.
  • Bir ayağı çukurda olmak: Yaşayacak az zamanı kalmış olmak.
  • Bir bakıma: Başka bir görüş ve düşünüşle: Bir bakıma sende haklısın. Bir bakıma tutumları haddini bilmezlikti (İlgili cümle kaynağı: N. Cumalı).
  • Bir baltaya sap olmak: Bir iş sahibi olmak.
  • Bir bardak suda fırtına koparmak: Önemsiz bir işi büyütüp olay çıkarmak.
  • Bir ben, bir de Allah bilir: Anlatılan şeyin gerçeğini başkaları bilemez.
  • Bir boy: Bir kez, hele: Bir boy gidelim, bakalım ne olacak.
  • Bir boyda: Boyları eşit olan.
  • Bir bu eksikti: Sıkıntılı bir durum varken bir başkasının çıkması üzerine söylenir.
  • Bir çıktı, pir çıktı: Kendisinden beklenmeyen şeyler yapan kimseler için kullanılır.
  • Bir çırpıda: Bir ele alışta, çabucak.
  • Bir çift: (Söz için) Bir iki: Sana bir çift sözüm var dostum.
  • Bir çuval inciri berbat etmek: Bir şeyi düzelteyim derken tümünü bozmak; onarayım derken yıkmak.
  • Bir daha:
    1. Bir kez daha: Bir daha yaparsan döverim.
    2. Hiçbir zaman: Başladığı işe diretir, bir dediğinden bir daha dönmezdi (N. Cumalı). Bir daha size gelmem.
  • Bir daha yüzüne bakmamak: Darılıp ilgiyi, ilişkiyi kesmek.
  • Bir dalda durmamak: İşten işe ya da düşünceden düşünceye geçmek alışkanlığında olmak.
  • Bir damla: Pek az ya da pek küçük: Bir damla çocuğun yaptığı işlere bak.
  • Bir de:
    1. Olana katarak, fazladan: Sen, o, bir de ben. Bir de şunu düşünmeli ki...
    2. Umulan ya da beklenilen dışında bir durumu anlatan tümcelerin başına gelir: Bir de ne göreyim. O zaman bir de bakarsın ki, karşındaki sana düşman kesilmiştir. (S. Faik)
  • Bir dediği bir dediğini tutmamak: Söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız, gelişigüzel konuşmak.
  • (Birinin) Bir dediğini iki etmemek: Her istediğini hemen yapmak.
  • Bir defa (bir kere):
    1. Olup bitti anlatan cümlelere katılır: Bu iş oldu bir defa, ne yapalım.
    2. "İlkönce", "hele" anlamında da kullanılır: Bir kere sen benim dediğimi yap, ondan sonra istersen git.
    3. "Asıl önemli olarak" anlamına da gelir: Ev bir defa küçük, bundan başka, yeri de uzak.
  • Bir derece (bir dereceye kadar): Biraz: Bu sıcak bir dereceye kadar çekilir.
  • Bir deri bir kemik: Pek zayıf.
  • Bir dikili ağacı olmamak: Evi ya da mülkü olmamak.
  • Bir dirhem: Birazcık bile: Bir dirhem aklı yok.
  • Bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: Verimi az, zahmeti çok olan bir iş görmek.
  • Bir dostluk kaldı!: Az bir mal kalınca satıcıların kullandığı bir özendirme deyimi: Karpuza gel karpuza! Haydi efendiler, bir dostluk kaldı!
  • Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte: (edebiyat) Türk halk masallarındaki devleri, cinleri betimlerken kullanılan, büyüklük, irilik belirten bir söz.
  • (Birini) Bir düşüncedir almak: Uzun uzun düşünmeye, bir çözüm yolu aramaya başlamak.
  • Bir eli kan, bir eli katran: Çeşit çeşit kötülükler yapmasıyla tanınmış kişi.
  • Bir eli yağda bir eli balda: Varlık ve bolluk içinde bulunanlar için söylenir.
  • Bir elinden girip bir elinden çıkmak: Kazandığını kolayca harcamak.
  • Bir elini bırakıp ötekini öpmek: Aşırı saygı göstermek.
  • Bir elle verdiğini öbür elle almak: Yapıyormuş göründüğü bir iyiliği, elde ettiği çıkarlarla karşısındakine pahalıya ödetmek.
  • Bir gelmek: Eşit, denk olmak.
  • Bir gömlek aşağı (düşük): Bir basamak, bir derece alt mevki.
  • (Birinden) Bir gömlek fazla eskitmiş olmak: Birinden daha yaşlı ve dolayısıyla daha çok görmüş geçirmiş olmak.
  • Bir göz gülmek: Hem gülüp hem ağlamak.
  • Bir gün (an) evvel (önce): Olabildiği kadar tez.
  • Bir güzel: Çok iyi, iyice: Bir güzel gezdik. Çocuğu bir güzel azarladı.
  • Bir hal olmak:
    1. Kazaya uğramak, ölmek.
    2. Bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek: Sevinçten gülmekten bir hal oldular (S. Kocagöz). Çocuklar yapmayın, etmeyin demekten bir hal oluyorum.
    3. Huyu değişmek: Hiç böyle değildi, son günlerde ona bir hal oldu.
  • Bir hayli: Epey, çok.
  • Bir hoş: Tuhaf bir şekilde.
  • Bir hoş olmak:
    1. Şaşırmak.
    2. Hüzünlenmek, bozulmak: Bir yol, akşam geç vakit, uzaktan uzağa seslerini duydum. Yüreğim bir hoş oldu. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Bir hoşluğu olmak: Bir rahatsızlığı, bir neşesizliği olmak.
  • Bir içim su: Bir kadının çok güzel olduğunu anlatır.
  • Bir içim suya gitmek: Çok ucuza satılmak.
  • Bir iki: Üçü geçmemek üzere pek az sayıda.
  • Bir iki demeden (bir iki derken): Duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan.
  • Bir işaretine bakmak: Bir işi yapmak için hazır bulunmak.
  • Bir iştir olmak: Kötü bir durum olmak, artık yapacak bir şey olmamak, elden bir şey gelmemek.
  • Bir kafada: Aynı düşüncede: Bu çocuklar hep bir kafada.
  • Bir kalemde: Birden ve toptan.
  • Bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca varmak.
  • Bir karış: Çok kısa, çok az: Bir karış boyu var. Bir karış toprağı yok.
  • Bir karış beberuhi: (alay) Çok kısa, cüce.
  • (Elinden gelse, bıraksalar) Bir kaşık suda boğmak: Biri bir başkası için çok kin beslemek: Elinden gelse onu bir kaşık suda boğardı.
  • Bir kazanda kaynamak: Pek iyi anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak.
  • Bir kere: Aslında: Bir kere o çok yalancı.
  • Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Fazla gürültü, patırtı, telaş olmak.
  • Bir kıyıda (kenarda): Göze çarpmayacak bir yerde.
  • Bir kıyıya (kenara) atılmak: Önemini yitirmek, anılmamak, unutulmak.
  • Bir kol çengi: Şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenir.
  • Bir koşu: Koşarak, koşa koşa, çabucak: Onlar bir koşu pencerenin altına geldiler (N. Cumalı).
  • Bir Köroğlu, bir ayvaz: (halk dilinde) Bir karı kocanın, çocuklarından uzak olduğunu ya da hiç çocukları olmadığını anlatır.
  • (Bir şeyi) Bir köşeye atmak: Gerektiğinde kullanılmak üzere bir yere koymak.
  • Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak: Önem vermediği için aklında kalmamak.
  • Bir lokma, bir hırka: Geçim konusunda, yeme, içme ve giyinmede pek azla yetinildiğini anlatır.
  • Bir nefeste (solukta): (Söz ve içecekler için) Ara vermeden.
  • Bir nice: Bir hayli, birçok: Bir nice zaman sonra...
  • Bir numaralı: Birinci, başta gelen: O dünyanın bir numaralı futbolcusudur. Bir numaralı külhanbeyi.
  • Bir o kadar: Ne kadar varsa o kadar daha, bir misli.
  • Bir olmak:
    1. Hemen çabucak olmak: Başını yastığa koymasıyla uyuması bir oldu.
    2. Bir araya gelmek, işbirliği yapmak: Hepsi bir olmuşlar. Baba oğul bir oldular, evi onardılar.
  • Bir o yana, bir bu yana: Rastgele, bir çok yerlere.
  • Bir paralık etmek: Çok utanacak kötü bir duruma düşmek.
  • Bir parmak bal olmak: Dedikodu konusu olmak.
  • Bir pul etmemek: Hiç değeri olmamak.
  • Bir punduna getirmek: Uygun bir durum ya da zaman ele geçirmek.
  • Bir sıkımlık canı olmak: Pek cılız ve güçsüz olmak.
  • Bir sıraya: Üst üste, ardı ardına.
  • Bir solukta: Çabucak, çok kısa bir sürede: Romanı bir solukta okudu.
  • Bir söyledi pir söyledi: İyice, adamakıllı konuştu.
  • (Birinin) Bir sözünü iki etmemek: → Bir dediğini iki etmemek.
  • Bir şey sanmak: (Bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri) Gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek düş kırıklığına uğramak, değerlendirmede yanılmak: Bankacı deyince onu bir şey sandık.
  • Bir şeyler bir şeyler: Lakırdının arkası da olduğunu sezdirerek sözü kısa kesmek için kullanılır.
  • Bir şeyler (bir şey) olmak:
    1. Huyu, durumu, davranışı, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek: Son zamanlarda ona bir şeyler oldu.
    2. Bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek: Bana bir şeyler oluyor dedi ve bayıldı.
    3. Ölmek: Bana bir şey olursa çocuklar size emanet.
  • Bir tahtada: Bir defada, yekten.
  • Bir tahtası eksik olmak: (teklifsiz konuşmada) Akılca eksik, delice.
  • Bir takiple: Sırasını getirerek, sırasını düşürerek.
  • Bir tane: Biricik.
  • Bir tarafa bırakmak (koymak): Önemsememek, benimsememek, ertelemek: Fakat bu düşünceyi hemen bir tarafa bıraktı. (S. Kocagöz)
  • Bir taşla iki kuş vurmak: Bir davranışla iki ayrı sonuç elde etmek.
  • Bir tuhaf olmak: Kendini iyi hissetmemek: Karnı sancılanıyor, bir tuhaf oluyordu (O. Kemal).
  • Bir tuhaflığım var: Kendimi iyi hissetmiyorum.
  • Bir tutmak (görmek): Eşit saymak, eşit görmek.
  • Bir türlü:
    1. Başkaca kötü: Gelsem bir türlü, gelmesem bir türlü.
    2. Hiçbir yolla: Bir türlü onu kandıramadım. Bir türlü bir karar verip mektuba başlayamıyordu. (M. Ş. Esendal)
  • Bir varmış, bir yokmuş: Bir masala başlarken genellikle söylenen bir tekerlemedir, beklenmedik bir zamanda ölen birinin ölümünden duyulan şaşkınlığı da anlatır.
  • Bir yana:
    1. Şöyle dursun: Şaka bir yana, siz çok iyi insansınız.
    2. Ayırırsak: Turgut bir yana, çok severim arkadaşlarımı.
  • (...) bir yana dünya bir yana: Belli bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanılan deyim: Kızım bir yana dünya bir yana.
  • Bir yastığa baş koymak: (Karıyla koca arasında evlilik hakları ve alışkanlıklarından söz ederken) Birbiriyle evli bulunmak, sevgiyle paylaşmak: Bir yastığa baş koyuyorsunuz, bu hal size yakışır mı?
  • Bir yastıkta kocamak: (Karıyla koca birlikte) Ayrılmadan uzunca bir ömür sürmek.
  • Bir yaşına daha girmek: Şaşılacak yeni şeyle karşılaşmak: Aa! Bir yaşıma daha girdim.
  • Bir yere getirmek: Toplamak, biriktirmek.
  • Bir yığın: Birçok, pek çok: Bu yüzden komşularıyla kiracılarına bir yığın baş ağrısı bırakıyordu gerisinde. (N. Cumalı)
  • Bir yiyip bin şükretmek: Durumundan pek hoşnut olmak.
  • Bir yol: Bir kez.
  • Bir yolunu bulmak: Çok uğraşıp bir işi sonuçlandırmak için yol bulmak.
  • Bire bin katmak: Çok abartmak.
  • Bire ... vermek: (Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) Toprak, ekilen tohumun ... katı kadar ürün vermek: Yorulmamış toprak mevsimin yağmurlu gitmesi neticesinde bire 60 verdi. (K. Tahir)
  • Biri eşikte, biri beşikte: İrili ufaklı çocuğu olanlar için söylenir.

( 0 soru/yorum )