![]() |
Başına iş açmak |
- Baş ağrısı olmak: Sıkıntı vermek.
- Baş ağrıtmak: Birini çok konuşarak rahatsız etmek.
- (Bir şeyden) Baş alamamak: O iş yüzünden başka bir şey için zaman ve fırsat bulamamak.
- Baş aşağı gitmek: Durmadan zarar görmek ya da kötüleşmek.
- Baş bağlamak:
- Ekin başak bağlamak.
- Birine ya da bir şeye bağlanmak.
- Baş başa kalmak: Biriyle yalnız kalmak, iki kişi bir arada yalnız olmak: Henüz baş başa kalıp da bir kelime konuşmadık. (Y. K. Karaosmanoğlu)
- Baş başa vermek: Birkaç kişi bir işi aralarında konuşmak üzere bir araya gelmek.
- Baş belası: Sürekli sıkıntı, üzüntü veren (kimse ya da şey).
- Baş bulmak: (Alışverişte) Kazanç bırakmak.
- Baş döndürücü:
- (Çabuklukta) Olağanüstü, aşırı: Gerçekten baş döndürücü hızla gelişen bilim çağında yaşamaktayız.
- Baygınlık verici.
- (Bir şeyle) Baş edebilmek: Bir şeye gücü yetmek.
- Baş eğmek: Direnmeyi bırakıp buyruk altına girmek, boyun eğmek.
- Baş elde iken: Yaşarken, sağken, ölmemişken.
- Baş etmek: Gücü yetmek, başarı kazanmak, üstesinden gelmek.
- Baş gelmek: Yenmek, gücü yetmek.
- Baş göstermek: Belirmek, ortaya çıkmak, görülür duruma gelmek: Köyümüzde bir salgın baş gösterdi. (Y. Civelek)
- Baş göz etmek: (deyiminin anlamı) Evlendirmek, evermek: Askerliğini bitirip dönünce hemen baş göz ettiler.
- Baş göz olmak: Evlenmek.
- Baş kesmek: Selam için başını eğmek.
- (Bir yola) Baş koymak: Bir şey uğruna kendini feda etmeye, ölmeye hazır olmak: Onlar ki Rasûlullah'a muhabbetleri sebebiyle vatanlarını, evlerini, mallarını, akrabalarını, arkadaşlarını, ailelerini terk ettiler ve O'nun yoluna baş koydular. (H. M. Parsa)
- Baş köşe: Büyüklerin, saygın kişilerin buyur edildiği en iyi yer.
- (Her şeye) Baş sallamak: Karşısındaki kimsenin her sözünü uygun bulur görünmek, onaylar davranışlarda bulunmak.
- Baş tacı: Çok sevilen, çok yüksek tutulan (kimse ya da şey): Anneler baş tacıdır.
- (Bir yere) Baş tutmak: (denizcilik) Gemiyi bir yere yöneltmek.
- (Gemi) Baş tutmamak: (denizcilik) Rüzgar, fırtına yüzünden, yapılışındaki ya da istifindeki bir bozukluk dolayısıyla gemi yönetilememek.
- Baş üstünde tutmak: Çok iyi ağırlamak, çok değer vermek.
- Baş üstüne!: Bir dileğin yerine getirileceğini belirtmek üzere "peki" anlamında kullanılan söz: "Baş üstüne Komutanım," dedim. (K. Bilbaşar)
- Baş vermek:
- Bir ülküyü gerçekleştirmeye çalışırken ölmek: Bu uğurda o günden bu güne ne Şehit'ler verdik. Onlar bu uğurda baş verdi. (İ. Arslaner)
- Buğday, arpa gibi bitkiler büyüyüp başakları belirmek.
- (denizcilik) Rüzgarı ya da akıntıyı başa almak.
- Baş vurmak: Balık oltaya vurmak.
- Baş yemek:
- (mecazi) Birinin ölümüne sebep olmak.
- (mecazi) Birinin işinden atılmasına yol açmak.
- (Bir işle, bir kişiyle) Başa çıkamamak: Bir işi sonuçlandıramamak, başaramamak; bir kişiye karşı başarılı olamamak.
- (Bir şeyle, biriyle) Başa çıkmak: Bir şeye gücü yetmek, bir şeyin üstesinden gelmek; güçlükler çıkaran biriyle olan işini, istediği biçimde sonuçlandırabilmek.
- Başa geçmek: En üstün yeri almak.
- Başa gelmek: Kötü bir duruma uğramak.
- Başa güreşmek:
- En yüksek ağırlıkta güreşmek.
- Bir işte en büyük, en üstün olmayı amaçlayarak çalışmak: Aslan, ormanlar kralıdır, her zaman başa güreşir ve başı çekmeyi sever. (A. S. Özbaşar)
- Başa kakmak: Yapılan bir iyiliği birinin yüzüne vurmak: Rabbin katında daha fazlasını almak istersen eğer, yaptığın iyiliği başa kakma. (İmam Maverdi)
- Başı ağrımak: Üzüntüsü olmak.
- Başı bağlanmak: Sözü kesilmiş, nişanlanmış, evlenmiş olmak: Genç yaşta başı bağlanmış bir köylü kızıydı karısı. (İ. Gülseçgin)
- Başı belada: Kurtulması güç, sıkıntılı bir durumda.
- Başı belaya girmek: Sıkıcı, üzücü, güç bir durumla karşılaşmak.
- Başı bütün: Eşi hayatta olan (karı ya da koca).
- Başı çatlamak: Başı çok ağrımak.
- Başı çekmek:
- Önayak olmak: Kim başı çekti, kim gönüllü gitti, kim zorla sürütülerek götürüldü, bilen sağdır Allahıma şükür. (K. Tahir)
- Başta bulunarak oyunu ya da alayı yönetmek.
- Başı daralmak: (Para yönünden) Sıkıntıya, darlığa düşmek.
- Başı darda kalmak: Parasızlıktan dolayı sıkıntıda olmak.
- Başı derde girmek: Çözülmesi güç, sıkıntılı bir işle uğraşır durumda, sıkıntılı durumda olmak.
- Başı dertte: Çözülmesi güç, sıkıntılı durumda.
- Başı devletli: Talihli, şanslı: Yüzü mahbûb (sevilen), başı devletli olsun / İşi muhkem (sağlam) özü hürmetli olsun (Mukaddeme)
- Başı dinç: Kaygısı ve tasası, sorunu olmayan.
- Başı dönmek: (mecazi) (Büyük bir makama yükselen kimse) Şımarıp yakışıksız işlere kalkışmak.
- Başı dumanlı: Sevdadan ya da içkiden sarhoş.
- Başı göğe ermek: (alay) Umulmayan bir mutluluğa ermek: Gelini atının üzerinde böylesine süslü görenler "Gelinin başı göğe erdi" derler. (Türk Folkloru)
- (Bir şeyle) Başı hoş olmamak: (Bir şeyden) Hoşlanmamak.
- (Birinin) Başı için: "Çocuğunuzun başı için", "annenizin başı için" gibi sözlerde kullanılan ant ya da yalvarma sözü.
- Başı kalabalık: Yanında iş ya da konuşmak için birçok kimseler var.
- Başı kazan gibi olmak: Başında uğultulu bir sersemlik olmak, başı şişmiş olmak.
- Başı nâra yanmak: Birinin yüzünden büyük zarara uğramak.
- Başı önünde: Uslu, sıkılgan ve utangaç, çevrede gözü olmayan.
- Başı sıkılmak: Herhangi bir güçlük karşısında kalmak.
- Başı sıkıya gelmek: Herhangi bir güçlük karşısında bunalmak, zor durumda kalmak.
- Başı tutmak: Gürültüden ya da üzüntüden başı ağrımak.
- Başı üstünde yeri olmak: Her zaman iyi karşılamak, ağırlamak, saygı duymak ya da yeğlemek gibi anlamlarda kullanılır: Her neyse, geldin ya, ne için gelirsen gel, başım üstünde yerin var. (Y. Kemal)
- Başı yukarda: Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş.
- Başı yumuşak: Uysal, söz dinler.
- (Atın) Başı zapt olunmamak: Binicisini alıp götürmek.
- Başımla beraber: Memnunlukla, seve seve: Başımla beraber sevdiğim / Aşkından ekmek gibi dilindiğim (A. Duman)
- Başın sağ olsuna gitmek: Yakınlarından birini toprağa vermiş kimseye "Başın sağ olsun", "Allah sabır versin" gibi ilgi ve yakınlık anlatan sözler söylemek.
- Başına bela olmak: Sıkıntı vermek, tedirgin etmek, musallat olmak.
- (Bir kimsenin) Başına bir hal gelirse: Örtmece yoluyla "ölürse" anlamında.
- Başına bir hal gelmek: Kötü bir duruma düşmek.
- Başına buyruk: Kimseden izin almaksızın istediği gibi davranan, dilediğini yapan.
- (Birinin) Başına çalmak: Bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.
- Başına çalsın: Birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve tiksinmeyle geri çevrildiğini anlatmak için söylenir.
- Başına (tepesine) çıkarmak: Şımartmak, çok yüz vermek.
- (Birinin) Başına (tepesine) çıkmak: Birinden yüz bulup ona karşı pek şımarıkça davranmak.
- (Birinin) Başına çorap örmek: Birine kötülükte bulunmak için belli etmeksizin hazırlık yapmak, fesat kurmak.
- Başına dert etmek: Bir şeyi kendine üzüntü konusu yapmak.
- Başına devlet kuşu konmak: Bir kimsenin durumunu çok düzeltecek bir olay olmak: "Başına devlet kuşu kondu. Doğru saraya git, padişahımızın elini öp ve kızını eş olarak kabul et" demiş... (S. Kaplan)
- Başına (tepesine) dikilmek:
- Birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak.
- Bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak.
- Başına dikmek:
- Bir şeyi ya da kimseyi korumak için birini görevlendirmek.
- Bir içeceği, kabı yukarı kaldırarak bitirene kadar içmek.
- Başına dolamak: Musallat etmek.
- (Birinin) Başına ekşimek:
- Ağır yük olmak: Didar onun başına ekşidi... Adamcağız ister istemez belâya katlanıyor. (V. Nureddin)
- Üstüne kalmak: Şimdi hesap Sacit ile kardeşinin başına ekşidi. (S Ertem)
- Başına geçirmek: Bir şeyi öfkeyle birisinin başına vurmak.
- (Bir şeyin) Başına geçmek:
- Bir işi yapmak üzere hazırlanmak.
- (Bir işin) Yönetimini ele almak.
- Başına gelmek: İyi karşılanmayan bir duruma düşmek.
- Başına hal gelmek: Pek çok güçlükle karşılaşmak.
- Başına iş açmak: Uğraştırıcı ve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak.
- Başına iş çıkarmak: İstenilmeyen ya da uğraştırıcı bir işe yol açmak.
- Başına kalmak: İstemediği halde bir işi yapmak ya da bir kimseye bakmak zorunda kalmak.
- Başına karalar bağlamak: Çok kederlenmek, yas tutmak.
- (Bir şeyi birinin) Başına sarmak: Birine musallat etmek.
- Başına taç etmek: Çok değer verip yüksek bir ilgi göstermek, el üstünde tutmak: Aşkı başına taç et, dünyevi aşk dahi olsa taç et, çünkü bir insanın kalbine aşk gelirse, mutlaka ardından ilim de gelir, irfan da gelir. (A. Kuddusi)
- Başına (ensesine) vur ağzından lokmasını al: Uysal ve sessiz kimseler için söylenir.
- Başına vurmak:
- (İçtiği içki) Yaptığını bilemez bir duruma düşürmek.
- Hava koşularından dolayı baş ağrısına uğramak.
- (Bir kimsenin, bir şeyin) Başında beklemek (durmak): Yanında durup gözetlemek.
- (Birinin) Başında değirmen çevirmek: Gürültüyle rahatsız etmek.
- Başında kavak yelleri esmek: Toyca, pembe düşler kurmak, gerçekçi olmamak: İnsan âşık olunca değişiyor, dünyaya meydan okuyor, hiçbir şeyi umursamıyor, başında kavak yelleri esiyor... (M. S. Aslankara)
- Başında kışlamak: İstenmeyen bir yerde, birinin yanında uzun süre kalmak.
- (Bir hal birinin) Başında olmak: Aynı sıkıntılı durumda bulunmak.
- Başında torbası eksik: (Hayvanın başına bağlanan yem torbasına atıfla) Hayvan, eşek anlamında söylenir.
- Başından aşağı kaynar sular dökülmek: Üzücü ya da kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntı duymak: "Onu öyle gördüğüm zaman, başımdan aşağı kaynar sular döküldü." (Y. Mert)
- (Birinin işi) Başından aşkın olmak: İşi pek çok olmak, çok meşgul olmak.
- Başından atmak (savmak):
- Yapılması güç bir işin sorumluluğundan kendini kurtarmak.
- Bir istekte bulunan kimseyi bir bahaneyle uzaklaştırmak.
- Başından (yaşından) büyük işlere girişmek: Gücünün üstünde işlere kalkışmak.
- Başından geçmek: Daha önce aynı durumla karşılaşmış olmak.
- (Bir işi) Başından kesmek: Kesin olarak önlemek, ortadan kaldırmak.
- Başından savmak: → Başından atmak.
- Başını ağrıtmamak (başınızı ağrıtmayayım): Anlatılan bir sorunu sonuca bağlarken sözün uzadığını anlatmak için söylenir: Neyse daha fazla başını ağrıtmayayım. Sen nasıl olsa aklına; başkan olmayı koymuşsun. Benim konuşmalarım, sana nafile gelir. (T. Akansu)
- (Bir şeyden) Başını alamamak: Bir şeyden kurtulamamak.
- Başını alıp gitmek: İzin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak: Ben de başımı alıp gitmek istiyordum. Amma nereye? Bilmiyordum. Yalnız bu şehirden, bu insanlardan kaçmak, uzaklara, dilini bilmediğim memleketlere gitmek istiyordum. (C. S. Tarancı)
- Başını ateşlere yakmak: Başına büyük bir dert almak.
- Başını bağlamak: Birini sözlemek, nişanlamak ya da evlendirmek.
- (Bir kimsenin, bir şeyin) Başını beklemek: Gözetlemek, yanında durup göz önünden ayırmamak.
- Başını bir yere bağlamak: Birini bir işe koyarak avarelikten ve boş gezmekten kurtarmak.
- Başını boş bırakmak: Yalnız, serbest ya da denetimsiz bırakmak.
- Başını çatmak: Baş ağrısını geçirmek üzere alnın üstünden eşarp ve benzeri şeyleri fırdolayı bağlamak.
- Başını derde sokmak: Sıkıntılı bir duruma girmek ya da getirilmek: – Başını derde sokma da ne yaparsan yap! (A. Saraç)
- Başını dinlemek: Kafasını dinlendirmek.
- Başını ezmek: Bir daha kötülük edemeyecek duruma sokmak.
- Başını gözünü yarmak: Bir işi kötü, yanlış, kusurlu yapmak, bir işi istenildiği gibi yapmamak.
- Başını kaldıramamak:
- Bir işi aralıksız sürdürmek.
- İyileşememek, yataktan çıkamamak.
- Başını kaşımaya vakti olmamak: Arada en küçük başka bir işi bile yapamayacak kadar çok işleri bulunmak.
- Başını (kellesini) koltuğunun altına almak: Bir işe ölümü göze alarak girişmek.
- Başını kurtarmak:
- Canını kurtarmak.
- Geçimini sağlayacak bir duruma gelmek.
- Başını ortaya koymak: Bir işe girişirken ölümü göze almak.
- (Bir yere) Başını sokmak: İyi kötü barınılacak bir yeri bulunmak.
- Başını taştan taşa vurmak: Çaresiz kalarak çok pişman olmak: Sonra başını vuracaksın taştan taşa ama iş işten geçmiş olacak... (K. Bilbaşar)
- Başını yakmak: Çok güç bir duruma sokmak.
- Başını yapmak: (Kadın) Başını tarayıp düzeltmek.
- (Birinin) Başını yemek: Ölmesine ya da çaresiz bir duruma düşmesine neden olmak.
- Başının altında: Yastığının altında.
- (Birinin) Başının altından çıkmak: Kötü bir iş birinin düzeniyle yapılmak: Bütün fenalık onun başının altından çıkıyor. (F. F. Tülbentçi)
- Başının çaresine bakmak: Güç bir durumdan kendi çabasıyla kurtulmak; kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak: Sen merak etme, bunları da düşünme, ben başımın çaresine bakarım. (A. Gülistan)
- Başının derdine düşmek: Başka bir şeyle ilgilenemeyecek kadar sıkıntılı durumda bulunmak.
- Başının dikine gitmek: Kendi düşünce ve görüşünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin öğüt ve uyarmasını dinlememek.
- Başının etini yemek: Dırdır ederek ya da direnerek birinden bir şey isteyip durmak: Evlenmek için babasının başının etini yiyor. (E. Sancaktar)
- Başının gözünün sadakası: Başa gelecek bir belayı savmak ya da önlemek için yapılan fedakarlık.
- Başta (başında) bulunmak: Bir işin yöneticisi olmak.
- Başta gelmek: Önde olmak, üstün durumda olmak.
- Başta gitmek: En ileri durumda bulunmak.
- Başta taşımak: Çok saygı göstermek.
- Baştan aşmak: Pek çok olmak, pek çoğalmak.
- Baştan savma: Üstünkörü, özensiz.
Bakınız baş ile ilgili atasözleri
Soru ve Yorumlar: 15
Soru/Yorum Gönder