Ağız ile ilgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 6
Hafif açık olan bir bayan ağzı
Ağzına bakmak

İlgili deyimler ve anlamları


İçinde "ağız" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Ağız açtırmamak: Çok konuşup başkalarının söz söylemesine, konuşmasına fırsat vermemek: Bana ağız açtırmadan, yalvarır gibi sırnaştı. (T. Buğra)
  • Ağız ağıza vermek: (deyiminin anlamı) İki kişi birbirine pek yakın durup başkaları işitmeyecek şekilde konuşmak: Genç çiftlere baktı. Ağız ağıza vermişler, gülümseyerek konuşuyorlardı. (İ. Sarıibrahimoğlu)
  • Ağız aramak: Birisinin gizlemek istediği sanılan bir sorunu, sözü o sorun üzerinde dönüp dolaştırarak ve dolaylı sorular sorarak sezmeye çalışmak, ağız yoklamak: İstanbul işgali aleyhinde çalışmak isteyen kimi sivri akıllılar varmış, hiç bu olur, söker şey midir? Diye ağız arıyordu (H. İ. Dinamo). Fakat açıkça da sormaya pek cesareti yok. Ancak, devamlı olarak babasından bahsediyor, hastaneye yürüyerek mi gitti, yemek veriyorlar mı, göreceğim geldi.. gibi yoklamalarla ağız arıyor. (A. Yüksel)
  • Ağız birliği etmek: Herhangi bir konuda önceden anlaşarak aynı şeyleri söylemeye karar vermek, birlikte hareket etmek: Hizmetçilerin hepsi de ağız birliği etmiş gibi, "Biz bir şey görmedik," demişlerdi.
  • Ağız değiştirmek: Önce söylendiğinden başka türlü konuşmak: ... kişiliği zayıf olanlar ağız değiştirdi. Birden iyiler kötü, doğrular eğri oldu. Dürüstlüğün mumla arandığı günlere girdik. (F. Baykurt)
  • Ağız eğmek:
    1. Yalvarmak, minnet etmek.
    2. Beğenmemek, küçümsemek, bir kimsenin sözlerini alaylı biçimde tekrarlamak: ... adam sözlerime inanmamış gibi ağız burun eğdi. (T. Çetin)
  • Ağız eskitmek: Boşuna konuşmak, çene yormak: Şu kadarcık işimizi görmedi, boşuna ağız eskittik.
  • Ağız kullanmak: Duruma, ortama göre söz söylemek: Hep diplomatik ağız kullanıyor, sözlerimizi ölçüp, tartarak sarf ediyorduk. (A. Türkeş)
  • Ağız satmak: Yüksekten atarak kendini övmek: Öyle ağız satmakla olsa herkes şah olurdu. (A. Püsküllüoğlu)
  • Ağız tamburası çalmak:
    1. Sözle avutmaya çalışmak: Bana ağız tamburası mı çalıyorsun? (İ. Hinçer)
    2. Soğuktan dişleri birbirine vurmak.
  • Ağız yapmak: Duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek yolda dil kullanmak: — Haydi zevzek... Parayı çok alayım diye ağız yapıyorsun. Köşkün içi adam dolu, onlar nasıl oturuyorlar? (H. R. Gürpınar)
  • Ağız yoklamak: → Ağız aramak.
  • Ağza alınmaz: Söylenmesi ayıp, çirkin söz: Ardından diğer genç ve gazaba gelmiş ağalar da ortaya atılıp, her biri ağza alınmaz ve kaleme gelmez çirkin azarlamalarla büyük gürüldü kopardılar. (E. Subaşı)
  • Ağza düşmek: Dedikodu konusu olmak: Olup bitenler dile ağza düşmüştü. O, aşkı, muhabbeti hakkında şiirler koşmuş, türküler söylemiş, kendisini tanıtmıştı.
  • Ağzı açık ayran delisi: Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan: Önünden geçenler burada ne olup bittiğini bilir, kimi ağzı açık ayran delisi gibi bakardı, kimi solurdu "tövbe tövbe" diye. (N. Tosuner)
  • Ağzı açık kalmak: Şaşakalmak: O da bir anlam verememişti bu olaya. Şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. (Ç. Güleç)
  • Ağzı çiriş çanağına dönmek: Ağzı kuruyup acılaşmak: Hikmet, başı sersem, ağzı çiriş çanağına dönmüş, uyanır. Vakit, akşamın ikisidir... Ne yapacak?.. (M. Yesari)
  • Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek: Kavanozun içinde yüzlerce misket gördüğünde, ağzı kulaklarına vardı. (F. Çakıl)
  • Ağzı laf (lakırdı) yapmak: Bir konuyu etkili bir biçimde anlatacak güçte olmak: Meraklı, ağzı laf yapan bir insandı. Girdiği her grubun arasında varlığını hissettirir, fazla söz bırakmazdı kimseye. (A. G. Yıldız)
  • Ağzı olan konuşuyor!: "Konuyla ilgisi olmayan, bilir bilmez herkesin söyleyecek sözü var" anlamında kullanılan bir sitem sözü: Ağzı olan konuşuyor işte. El alemin ağzı torba değil ki büzesin.
  • Ağzı oynamak:
    1. Bir şeyler yemek: Ağzı oynuyordu. Gözüm önündeki açık pakete kaydı. Rengârenk çikolata paketine. (H. Bıçakçı)
    2. Konuşmak: Kadının ağzı oynuyor, öfkeli sözler söylüyor.
  • Ağzı sulanmak: İmrenmek: Cızır cızır yeni doğranmış döneri hemen yemek istiyordu. Ağzı sulanmıştı.
  • Ağzı süt kokmak: Çok genç ve toy olmak. Heyecanlandı. Biraz kekeledi, bir şeyler söyleyecekti, söyleyemedi, vazgeçti. Hani ağzı süt kokuyor derler ya, öyle deneyimsiz, genç bir adam. (H. Bektaş)
  • Ağzı teneke kaplı: (teklifsiz konuşmada) Çok sıcak ya da çok acı şeyleri kolaylıkla içebilen ya da yiyebilenler için şaka yollu söylenir: Salep geldi Bülent bey, ağzı teneke kaplı olanların tezliliği ile bardağı dikti kafasına ve kalktı ayağa... (N. Onur)
  • (Alemin, herkesin) Ağzı torba değil ki büzesin: Dedikodunun önüne geçilemeyeceğini anlatır: Bu halkın dilinden kurtulabilen varsa aşk olsun. O halde sen doğru bildiğini yap, alem ne derse desin. Herkesin ağzı torba değil ki dikesin. (E. Sarı)
  • Ağzı var, dili yok: Pek sessiz, uysal, yumuşak huylu, kendi halinde bir kimseyi tanımlamak için söylenir: Zavallı kızın ağzı var dili yok. Bugüne kadar kimseye kaşının üstünde gözün var demedi. Sana bir gün olsun saygıda kusur etmedi. Ne istiyorsun zavallıdan? (N. Serimoğlu)
  • Ağzı varmamak: Söylemeye cesaret edememek, açıklamaya gönlü el vermemek, dili varmamak: Annen, beni görünce, şaşırdı kaldı. Bu ansızın gelişimin sebebini bile sormağa ağzı varmadı. (A. Mithat)
  • (Bir şeyden) Ağzı yanmak: Zarar ve kötülük görmek, dersini almak: İlk kocasından ağzı yanmıştı ama, bütün erkekler onun gibi değildi. İşte karşısına tam manasıyla bir erkek çıkmıştı. (O. Kemal)
  • Ağzına abdestle almak: Bir şeyi saygıyla, değer vererek anmak: Çünkü; İkinci Abdülhamit Anadolu'da halk tarafından çok sevilirdi. Hatta, yaşlı kadınlar: "Sus, Padişahı ağzına abdestle al!" derlerdi. (M. Z. Konrapa)
  • (Bir şeyin adını) Ağzına almamak: Anmamak, söz konusu etmemek, söylememek: İstanbul adını artık ağzına almaz olmuş. (R. N. Güntekin)
  • (Birinin) Ağzına bakakalmak: Sözlerine hayran olmak. İhtiyacı olan bilgiyi duymak için dinlemek: ... cevap alacağını umarak gençlerin ağzına bakakaldı.
  • (Birinin) Ağzına bakmak:
    1. Birinin ne söyleyeceğini beklemek: Şebnem'in ağzına bakıyordu bir şey desin diye, yanlış anladın demeye meydan vermeyecek, her şeyi ortaya koyacak bir şey. (A. Tunç)
    2. Onun sözüne göre davranmak: Semra merakla doktorun ağzına bakıyordu ne söyleyecek diye. (F. Mercan)
  • Ağzına biber sürerim!: Ayıp bir sözün söylenmemesi gerektiğini belirtmek için genellikle küçüklere söylenen bir ihtar sözü: ... tehditle şehadet parmağını gösterdi: — Ağzına biber sürerim!.. Sen yaşta çocukların konuşacağı şeyler değil bunlar!.. Bey baban duymasın, hem seni paylar, hem de bana çıkışır. (A. H. Eken)
  • Ağzına bir kemik atmak: Birini küçük bir çıkar ile susturmak: "Yüce sultanım, kapındaki it kudurmuş, zincirinden boşalmış, ayağımıza dolandı, ağzına bir kemik attık, yolumuza baktık." (M. Karnas)
  • Ağzına bir parmak bal çalmak: Birini tatlı sözlerle ya da şöyle böyle bir iyilikle oyalamak: Seçimlerde halkın ağzına bir parmak bal çalıp oylarını alıyorlardı, sonra bildiklerini okuyorlardı.
  • Ağzına geldiği gibi: Enini sonunu düşünmeden, rastgele, ölçüp biçmeden: Amacı zaten güzel bir tavır göstermek olmadığı için, bu konuda kendini sınırlamaz ve özen göstermez. Ağzına geldiği gibi, canının istediği gibi, olur olmaz yerde konuşmayı kendince 'özgürlük' sayar. (İ. Sarı)
  • Ağzına geleni söylemek:
    1. Nezaket dışına çıkarak ağır söylemek, azarlamak: Bir akşam, kavgacıların ileri gelenlerini muhtar odasına çağırttı; açtı ağzını yumdu gözünü, ağzına geleni söyledi: "Üzerimizdeki gazabın eksilmemesi için mi gayretiniz bire meretler!" diye ünledi. (R. Seyhan)
    2. Gelişigüzel, saçma sapan konuşmak, düşüncesizce söylemek: Ama ahmak adam düşünmeden, dikkat etmeden ağzına geleni söyler. Bu gibi insanın dili kalbine değil de kalbi diline tabidir." (A. Kirazlı)
  • Ağzına gem vurmak: Susturmak, söyletmemek: Söylenenler uygun düşmedi. Ağzına gem vurdu, konuşmasını önledi. (O. İlker)
  • Ağzına girmek: Çok sokulmak: Kahvesini bir kenara bırakıp, yanına sokuldu. Neredeyse ağzına girecekti. (A. Saraç)
  • Ağzına kira istemek: Konuşmaya nazlanmak: Haydi anlatsana, susup durma öyle, ağzına kira mı istiyorsun yoksa? (A. Püsküllüoğlu)
  • Ağzına layık: Bir yiyeceğin tadı anlatılırken "yersen mutlaka beğenirsin" anlamıyla söylenir: — Hanımı bir uskumru dolması yapmış, ağzınıza layık... Yerken hep seni andık vallahi. — Eksik olmayın efendim... (A. Nesin)
  • Ağzına sağlık: Duyulan veya söylenen şeyin beğenildiğini, yerinde olduğunu ifade eden söz: Ağzına sağlık Osman Hamdi, senden şiir dinleyince hep gençliğimi hatırlıyorum (K. Ekinci). "Yeter be dedim. Ne istiyorsunuz siz bu gadıncıklardan dedim. "Hay ağzına sağlık ablam. Eee onlar ne dedi?.." (S. Ç. Elmalı)
  • (Birinin) Ağzına sakız olmak: Devamlı olarak dedikodusuna konu olmak: Köylünün ağzına sakız olmuş benim doğumum. Gelinlerine çıkışır olmuşlar; "Gök Kiraz gibi bir oğlan doğuramadın." diye. (B. T. Salihoğlu)
  • (Bir şeyi) Ağzına hiç sürmemek: O şeyden hiç yememek: ... hep çay içtikleri çay ocağından ayağını kesmişti, hep yemek yedikleri o küçük esnaf lokantasında en çok neyi yemeyi sevmişse, ağzına sürmemişti bir daha. (G. Tahincioğlu)
  • Ağzına taş almış: Söze karışmayıp susanlar için kullanılır: Ağzına taş aldı sanki, bir daha da konuşmadı. Aradan bir yıl geçti, ikinci yıla döndü. (D. Kaya)
  • (Sözü, lafı) Ağzına tıkamak: Konuşmasına fırsat vermemek, konuşturmamak: "Aradan biraz zaman geçse" diyecek oldu muhtar, lafı ağzına tıkadı: "Hemen gidilecek, yallah dışarı!" (Y. Bahadıroğlu)
  • Ağzına tükürdüğümün!: Hafif hakaret sözü: Ağzına tükürdüğümün işi, yoluna girmedi (A. Püsküllüoğlu). Köyün içinde mahkemecibaşı kesildik, ağzına tükürdüğümün! (F. Baykurt)
  • (Birinin) Ağzına tükürmek: Hakaret ederek uyarmak: Haydi bir yap da görelim, ağzına tükürürüm senin. (A. Püsküllüoğlu)
  • Ağzında bakla ıslanmamak: Hiç sır saklamamak: Arkadaşım Hadiye, ağzında bakla ıslanmaz denen tiplerden olduğu için ailesi hakkında tek sualim olmadığı halde evinin mahrem kalması gereken tüm sırlarını anlatırdı... (S. Ayverdi)
  • Ağzında büyümek: Sevmediğinden veya içi almadığından bir yiyeceği yutamamak: Kendini zor tutuyor, lokma ağzında büyüdükçe büyüyor, şakakları ılık ılık terliyordu. Uzun uzun çiğnedi, fakat bir türlü yutamadı. (Ş. Kurdakul)
  • (Bir şeyi) Ağzında gevelemek: Açıkça söylememek, kem küm etmek: Hüsmen mızıldanıyor, lâfı ağzında geveliyordu. Dursun muziplik etti: Ağam yüzü yok sana demeye.. Bu oğlan avradını çok sever de.. Kuma getirirse üzülür, küser falan.. (Varlık yıllığı)
  • (Birinin) Ağzından:
    1. Birisinden dinleyerek: Halk ağzından söz derleme işi Türk Dil Kurumu'nun (kurulduğu zamandaki adı ile Türk Dili Tetkik Cemiyeti'nin) ilk günden beri üzerinde çalıştığı bir konudur. (TDK)
    2. (Birinin) Adına: Yakın dostu Şefik Kolaylı, Âkif'in ağzından konuşuyor: "Arkamda polis hafiyesi gezdiriyorlar. Ben, vatanını satmış ve memlekete ihanet etmiş adamlar gibi muamele görmeye tahammül edemiyorum. İşte bundan dolayı gidiyorum." (E. Yıldırım)
  • Ağzından (ağzındaki) baklayı çıkarmak: Sabrı tükenip gizli kalmasına özen gösterdiği, başkalarından sakladığı şeyleri söylemeye başlamak: Hınk mınk ediyor, bir şey söyleyemiyordu. Nihayet ağzından baklayı çıkardı: "Söylemeye dilim varmıyor ama, galiba ben onu otelde unuttum!" "Neee!" (V. R. Zobu). Lafı döndürüp dolaştırdıktan sonra ağzındaki baklayı çıkardı ve tüm görevlerin iptal edildiğini bildirdi. (M. Güven)
  • Ağzından bal damlamak (akmak): Çok tatlı konuşmak: Ben hiç unutamıyorum rüya gibiydi. Şiirleri gibi konuşuyordu. Ağzından bal damlıyordu sanki. (G. Tokuz)
  • Ağzından burnundan getirmek:
    1. Huzurunu bozmak, sıkıntıya sokmak: Tutmuş olmadık bir adama varmış. Adam neler neler yapmış ona. Her şeyi ağzından burnundan getirmiş, yaşamını zehir etmiş... (P. Kür)
    2. Yaptığına pişman etmek, pişman etmek için uğraşmak: Babam, eşeğine başkasının binmesinden hoşlanmıyordu. Gerçi eşeğin de babamdan başkasına izin vermesi vaki değildi, üzerine binmeye kalkanın ağzından burnundan getirirdi.
  • Ağzından çıkanı kulağı duymamak: Tartmadan, ölçüsüz, ağır sözler söylemek: "Ey Musa! Bize de bunlarınkine benzer tanrılar edinsen." Musa, "Belli ki siz ağzından çıkanı kulağı duymayan bir topluluksunuz" dedi. (Araf suresinden)
  • (Söz, lakırdı) Ağzından dirhemle çıkmak: Çok az ve sakınarak, ürkerek, kılı kırk yararak, zoraki konuşmak: Pek edalıydı. Söz ağzından dirhemle çıkıyordu. Öyle bizim mahalle kızları gibi bir dakika içinde sekiz-on lakırdının belini büken takımından değildi. (H. R. Gürpınar)
  • Ağzından dökülmek: Gizlemek istediği bir şeyi konuşmalarıyla istemeden açığa vurmak: Sözlerini bitirince kendi bile şaşırdı dediklerine. Öylece ağzından dökülmüştü art arda. (A. Özen)
  • Ağzından düşürmemek: Bir şeyin her zaman sözünü etmek: "Bakma onun hoyrat yaşadığına. Ağzından seni düşürmüyor. Ne yapıp edip konuyu sana getiriyor." (A. Avcı)
  • Ağzından girip burnundan çıkmak: Diller dökerek, kırk dereden su getirerek birini kandırmak: "Müşterinin ağzından girip burnundan çıkmadıkça, müşteri kolay kolay karar verip, senin malını almaz," tezini savunuyordu (D. Cüceloğlu). Kızın ağzından girip burnundan çıkar ve günün birinde Fadik kızı evlenmeye razı eder. "Seninle evlenip şehre gideceğiz; orada bir iş bulur çalışırım. Sen de tertemiz bir apartman katında oturursun" diyerek kızın kafasını çelmiş. (M. Güven)
  • Ağzından inci saçmak: Birbirinden güzel sözler söylemek: Şems-i Tebrizî konuşmaya başladı ve ağzından inci-mercanlar saçtı. Kalbime ve ruhuma yepyeni bir aşk ekti. Kur'ân-ı Kerim ve Resûlullah'la ilgili nice esrarın perdelerini kaldırdı. Bana kanatsız uçmayı öğretti. Gözümdeki perdeleri kaldırdı da artık geceyi de şafak vakti gibi görmeye başladım... (Sultan Veled)
  • Ağzından kaçırmak: İstemediği halde boş bulunup söyleyivermek: Şimdi rahatladım, dedi Kenan bey. Ve ağzından kaçırıverdi: Gözüm arkada kalmaz artık. Demek düşünürmüş ölümünü... (T. Buğra). — Vah zavallı, demek o kadar yalnız kalmış. Ali boş bulundu, ağzından kaçırdı: — Şimdi yalnız değil anne... Sözün gerisini yuttu. Annesi, yuttuğu kısmı öğrenmek istedi: — Nasıl yalnız değil? — Şey... Şey var ya... Hani... (E. Bektaş)
  • Ağzından laf almak: Karşısındakini şuradan buradan söyleterek arada kendi istediğini anlamak: Ben de olayın gerçek yüzünü ve ayrıntılarını öğrenebilmek için, usta bir gizli servis ajanı gibi, sanki o olayla hiç ilgili yokmuşçasına çok dolaylı sorularla ağzından laf almaya çalışıyordum. (A. Nesin)
  • Ağzından lokmasını al (Başına vur ağzından lokmasını al): Uysal, sessiz ve olaylar karşısında tepki göstermeyen kimseler için söylenir: Arkadaşları kendi halinde, çekingen olduğunu söylüyorlar. Ağzından lokmasını al, diyorlar (H. Çetinkaya). Muhlis iyi çocuk, hoş çocuk, harbi çocuk; vur ensesine, ağzından lokmasını al gık demez; hem seviyorum bu oğlanı, hem acıyorum vallahi. (A. İlhan)
  • Ağzından yel alsın!: Kötü bir ihtimalden, kötü bir olasılıktan bahsedenlere "Ağzını hayra aç, güzel şeyler söyle!" anlamında kullanılır: — İnşallah iyi olur. — Ya olmazsa? — Sus! Ağzından yel alsın! Bunu düşünmek bile istemiyorum (S. G. Özeren). "Bak şimdi gönderiyorsun ne güzel. Yarın ben ölünce de arkamdan göndereceksin, tamam mı?" "Ağzından yel alsın anne, sen olmazsan biz ne yaparız?" (İ. Güzel)
  • Ağzını açıp gözünü yummak (açtı ağzını yumdu gözünü): Öfkelenip, bütün kaygıları bir yana bırakarak ağır sözler söylemek, azarlamak: Hızır Reis bunu işitince, açtı ağzını yumdu gözünü: "Ey nankör! Sana babalık edip, oğlum yerine koymuştum. Bana karşı ettiğinin aynısını Allah sana yaşatsın. Dilerim Allah'tan ki, kardeşinden beter olasın!.." (E. B. Merdivan)
  • Ağzını bıçak açmamak: Küskünlükten ya da üzüntüden söz söyleyecek durumda olmamak: Mehmet Ali gittiği günden beri Zeynep kadının ağzını bıçak açmıyor. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Ağzını bozmak: Kötü, kaba sözler söylemek, sövmek: Fakat damarı atmıştı bir kere. Önce ağzını bozdu. Öteki karşılık vermeye kalkıştı. Derken kapıştılar... (Ş. Kutlu)
  • Ağzını çarşamba pazarına çevirmek: Çok döverek tanınmaz hale getirmek: Ağzının çarşamba pazarına çevrilmesini istemiyorsan uzaklaş buradan! (H. F. Gözler)
  • Ağzını hayra aç!: Kötü olasılıklardan söz edenlere söylenir: — İkimiz de bırakıp çıktık. Ağzının üzerine devrilse boğulup gider Allah muhafaza!.. — Kız ağzını hayra aç!... Allah korusun. (S. Kaplan)
  • (Birinin) Ağzını kapamak: Kendisine çıkar sağlaması için bir kimseyi susturmak: Vezire kendi tahsisatından başka yüz bin dirhem göndereceklerini vadederek ağzını kapadılar. O da akılsız sarhoşlar gibi bu tatlı vaadlere aldandı... (M. N. Gencosman)
  • Ağzını kiraya vermek: Kendini de ilgilendiren bir konuda düşüncesini söylememek: Adamı dinden imandan edersin. Yahu bir şey söylesene, ağzını kiraya mı verdin?
  • Ağzını seveyim: Sevindirici veya güzel bir söz söyleyene "ne güzel söyledin" anlamında kullanılan bir söz: "Hay ağzını seveyim senin Adli Ustam, yine bal dökmedesin." (Y. Bahadıroğlu)
  • Ağzını sıkı tutmak: Kendine söylenileni kimseye söylememek, sır saklamak: "Ağzını sıkı tut. Hazineden kimseye söz etme." (M. Savaş)
  • Ağzını toplamak: Söylemekte olduğu kötü söz ya da küfürleri kesmek: "Konuşma lan mayasıllı yavşak, senin endamına tüküreyim..." dedim. Ağzını topla, yoksa dişlerini yerden toplarsın," diye bir gürleme işitince boğazım gıcıklandı. (Ş. Onay)
  • Ağzını yoklamak: Birinin bir şey hakkında neler bilip bilmediğini kendine sezdirmeden söyletmeye çalışmak: Gerilerden izledi, şunun bunun ağzını yokladı, sonunda boşuna kuşkulandığını anladı... (K. Tahir)
  • Ağzını yormak: Boşuna konuşmak, boş yere söylenmek, çenesini yormak: Ey bana nasihat eden, iyiyi ve kötüyü bana anlatmak için ağzını yorma, mesele malûmumdur, sorunu biliyorum, senin öğütlerine ihtiyacım yoktur. (A. Karahan)
  • Ağzının içi yangın yerine dönmek: Ağzının tadı bozulmak, tat alma duyusunu yitirmek: Çölde günlerce susuz kalmış gibi dudakları çatlamıştı. Ağzının içi, yangın yerine dönmüştü. (Y. Bahadıroğlu)
  • (Birinin) Ağzının içine bakmak:
    1. Ne söyleyeceğini beklemek: Kaya'nın sorusu ile odadaki herkes Mert'in ağzının içine bakıyordu. (B. Çivicioğlu)
    2. Onun sözüne göre davranmak: Mahir adeta Tuğrul'un ağzının içine bakıyordu. Gitmeyelim dese oracıkta kıvrılıp uyuyuverecekti. (E. B. Merdivan)
  • Ağzının kaytanını çekmek: (argo) Şom ağızlı olmak: Ağzının kaytanını çek! Eski vakitler geçti. (F. Devellioğlu)
  • (Birinin) Ağzının kokusunu çekmek: Bir kimsenin çekilmez hallerine katlanmak: Bizimki can değil mi, alık? Sabahtan gece yarısına şurda kavun küfesi gibi müşteri bekliyorum. Her gelenin ağzının kokusunu çekiyorum. (M. Ergüt)
  • (Bir şeyden) Ağzının payını almak:
    1. Verilen karşılıkla bir kimseye söylediğine veya yaptığına pişman olmak, hak ettiği cevabı almak: "Şu acayip kızları yazsana?" dedi genç bir adam. Tabii saniyesinde bir genç hanımdan ağzının payını aldı: "O zaman şu acayip geri zekalı erkekleri de yazmalı!" (T. Uslu).
    2. O şeyin acı deneyimini yaşamış olmak, dersini almak: Çanakkale'yi geçemeyen düşman "ağzının payını" almıştı... (B. Bozgeyik)
  • (Birine) Ağzının payını vermek: Verilen karşılıkla, bir kimseyi pişman etmek: "Çok doğru söylüyorsun. Keşke sen de yaşının sporlarını yapabilseydin!" Esra ona da ağzının payını verdi: "Sen kendini spor yapıyor mu sanıyorsun? Berke dese anlarım da, senin göbeğine ne demeli?" (İ. Selman)
  • Ağzının perhizi yok: Ağzına geleni söyler: "Gözlerime inanamıyorum" diye alaya aldı beni, "güzel bir kadın gayet ateşli bir şekilde sana gönül verdiğini ilan ediyor ve genelde ağzının perhizi olmayan sen, dut yemiş bülbüle dönüyorsun, put kesiliyorsun..." (Y. Bener)
  • Ağzının suyu akmak: Çok imrenmek, çok istemek: Çevire çevire pişirdi. Pişirirken ağzının suyu akıyordu. Yağları ateşe düştükçe cızır cızır ediyordu. Nefis olmuştu tavşan. İyi de etliydi. (T. Karabulut)
  • Ağzının tadı bozulmak: Bir kimsenin kurulu düzeni bozulmak, rahatı kaçmak: Kısaca, tadı tuzu kalmamış, ağzının tadı bozulmuş, günlerini ıstıraplar içerisinde kıvranarak geçirmeye başlamıştı. (B. Bozgeyik)
  • Ağzının tadını bilmek: Zevk sahibi olmak, (genellikle yiyecek, içeceklerin) iyisini bilmek, seçmek: İllaki tuzda balık. Tuzda balık yemeklerin şahı idi. Ağzının tadını bilen tuzda balık yerdi. (Z. Öztek)
  • Ağzının tadını kaçırmak: Bir kimsenin kurulu düzenini bozmak; neşesini, keyfini, rahatını kaçırmak: Eli kulağındaki savaş insanların ağzının tadını iyice kaçırmıştı. (O. Balcıgil)
  • (Birinin) Ağzıyla konuşmak: Bir başkası adına ve onun fikirlerini ileriye sürerek konuşmak: Düşmanın gölgesi olanlar düşmanın ağzıyla konuşuyordu. (M. Özcanan)
  • Ağzıyla kuş tutsa: Ne yapsa, ne kadar çaba ve ustalık gösterse: Ağzıyla kuş tutsa inandıramaz kimseleri (F. Çiçekoğlu). Bir kimse havada uçsa, ağzıyla kuş tutsa, suda yürüyüp okyanusları aşsa Kur'an ve Sünnete muhalif bir hayat yaşıyorsa hiçbir değeri yoktur Allah katında. (İ. Sarı)
  • Ağzıyla tutulmak: Kendi sözü ile başına iş açmak, diliyle tutulmak: Hâşim gözleri yola dikili, dedi ki: — Ağzınızla tutuldunuz, kaptanım!. Foyanız şimdi meydana çıktı; demek ki dün gece Florina'ya sorduğunuz kızıl saçlı, çilli kadını yakından biliyorsunuz... (R. H. Karay)


İlgili atasözleri ve anlamları


İçinde "ağız" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:

  • Ağız büzülür, göz süzülür, ille burun, ille burun: Kimi kusurların düzeltilmesi kolaydır. Ancak öyle kusurlar vardır ki düzeltilemez.
  • Ağız yerse, yüz utanır (Ağız yemeli ki, yüz utansın, Ağız yemese yüz utanmaz): Gereksinimi olmadığı halde, hakkı olmayanı kabul etmek, zor durumda kalmaya neden olur. Armağan alan, armağanı verenin isteğini yerine getirmemeye çekinir, aldığı armağanın karşılığı olarak mutlaka yapmaya çalışır.
  • Ağız, yüreğin taşkınını söyler: İnsan birçok şeye içinden sabreder sineye çeker, ağızdan çıkanlar artık sabredemediği içinde tutamadığı şeylerdir.
  • Ağıza tat, boğaza feryat: Miktarı pek az olan yenecek şeyler için söylenir.
  • Ağızdan burun yakın, kardeşten karın yakın: "İnsanın kendi yararı her şeyden önemlidir" anlamında kullanılan bir söz.
  • Ağızla omuz kaşınmaz: Her işin sonuca ulaştıracak kendine özgü bir yöntemi vardır.
  • Ağızla pilav pişmez, yağla pirinç gerek: Sadece konuşarak hiçbir iş gerçekleştirilemez, konuşulanlar söylenenler hayata geçirilmelidir.
  • Ağzı büyük olana kepçe kaşıktır: Herkes yeteneğine, büyüklüğüne göre iş, sorumluluk alır.
  • Ağzı eğri, gözü şaşı ensesinden bellidir: (atasözünün anlamı) Gereği gibi yürümeyen, gerektiği gibi olmayan şeyler hemen belli olur: Sorma kişinin aslını izzetinden bellidir / Ağzı eğri, gözü şaşı ensesinden bellidir.
  • Ağzın karnından büyük olmasın: İnsan gücünün yetmeyeceği büyük işlere girişmemelidir. Arzu ve istekleri abartılı olmamalı, hakkından fazlasını istememelidir.
  • Ağzına bir zeytin verir, altına tulum tutar: Yaptığı küçük iyiliklere karşılık büyük çıkar bekler.
  • Ağzına tat bulaşanın gözü pekmez tutumundadır: Bir kere bir şeyin tadını alan kişi, daha fazlasını istemeye başlar.
  • Ağzında bal olan arının, kuyruğunda iğnesi vardır: Her güler yüze ve tatlı söze kanmamak gerekir.
  • Ağzından hayır çıkmazsa bari şey söyleme: "Lehte konuşmuyorsun, iyi şeyler söylemiyorsun, hiç olmazsa aleyhte de konuşma, kötü şeyler söyleme" anlamında kullanılan bir söz.
  • Bir ağızdan çıkan bin ağıza (dile) yayılır: İnsan, yayılmasını istemediği şeyi söylememeli, söylerse dilden dile dolaşmaya başlar.


İlgili birleşik kelimeler


  • Ağız ağıza (ağzına kadar): Tamamen: Bahçenin bir köşesinde ağız ağıza dolu iki fıçı vardı. Raftan bir bardak aldı ağzına kadar su doldurdu. (N. Sönmez)
  • Ağız alışkanlığı: Sık sık söylendiği için bir sözü ağzından bir anda kaçırma: Artık o kadar kötüydü ki aramız yanılıp ta ağız alışkanlığıyla canım dese mutluluktan havalara uçardım. (Deli Kadın)
  • Ağız birliği: Bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşma; söz birliği: Kadınlar ağız birliği içinde: — Biz Yûsuf'un herhangi bir kötülük yaptığını ne gördük ne de duyduk. O gerçekten temiz ve masum biridir, cevabını verdiler. (M. Dikmen)
  • Ağız dalaşı: Bağrışma derecesini geçmeyen tartışma: Telefon etmek için mahallenin yegane bakkalına girdiğinde iki kadın ağız dalaşı yapıyordu. Zeytinköy'de en sık rastlanan olaylardan biri kadınların ağız dalaşıydı. (D. Duman)
  • Ağız dolusu: Çok, pek çok, bol bol: Topal olanı, yanıt veremeyince hırsından tükürdü yere, içerde saklanan düşmanına ağız dolusu küfürler etti, bağırdı. (O. Şahin)
  • Ağız değişikliği:
    1. Alışkın olunandan başka çeşit bir yiyecek: Bugün bir ağız değişikliği yapalım, balık yiyelim.
    2. Önceden söylediğinden farklı şeyler söyleme: Bu "ağız değişikliği” ülkenin yakın zamanda kabul edilen yeni dış politika doktrinine de yansımış durumdaydı.
  • Ağız kahyası: Başkasının konuşmasına müdahale eden, onun adına konuşmağa, onu istediği gibi konuşturmaya yeltenen: "İstediğimi söylemekte serbesttim. Siz benim ağzımın kahyası mısınız?" (H. F. Gözler)
  • Ağız kalabalığı: Çabuk söylenen ve birbirini tutmayan, gelişigüzel sözler: Ağız kalabalığına getirip adamı kafese koymak istiyorlar; bu iş ağız kalabalığı ile hallolunmaz... Ne zaman Ziya'ya tesadüf etsem ağız kalabalığı ile beni atlatıyor, bir türlü alacağımı istemeye fırsat bulamıyorum...
  • Ağız kavafı: Satıcılar gibi, insanı kandırmak için çok söz söyleyen: Bıktım bu kadından. Kadın değil ağız kavafı; sade söylüyorsun birazda dinle, ağız kavaflığına mı çıktın?
  • Ağız kavgası: Kırıcı sözlerle tartışma, söz kavgası: İki memurun arasında kaçamayacağını anlayan kadınlar işi çirkefliğe vurup ağız kavgası etmeye başladılar. İrice olanı, "Kuran'ına, kitabına doğru söyle. Utanmıyor musun bize iftira etmeye." dedi. Diğeri boş durmadı. "Tüüü, kalıbına tüküreyim. Seni görende adam sanır..." (M. Duygu)
  • Ağız tadıyla: Tadını duya duya, seve seve, zevkini çıkararak: Eğer ağız tadıyla bir çorba içip ailenizle televizyon karşısında oturabiliyorsanız, inanın, ne büyük bir servete sahipsiniz siz... (S. Alkan)
  • Ağızdan ağza: Herkes birbirine söyleyerek: İşini o kadar güzel ve ustalıkla yaparmış ki namı dört bir yandan duyulmuş. Nalladığı atların rüzgar gibi koştuğu ağızdan ağıza yayılmış. (K. Cankur)
  • Ağza alınmaz (alınmayacak): Söylenmesi ayıp, çirkin (söz): Ağza alınmaz küfürler savruluyordu... (M. Adıbeş)
  • Ağzı bozuk: Sövüp saymayı huy edinmiş olan, sövücü: Gerçekten de ağzı bozuk bir adamdı. Ama asıl bozuk olan karakteriydi. (M. A. Akyürek)
  • Ağzı dualı: Sık sık dua eden, duası makbul olan, mübarek: Çünkü Yüce Allah'ın rahmeti, insanlar arasında bulunan ve gerçekten ağzı dualı olan insanların duaları ve yakarışları sayesinde tüm halkı içine alacak durumdadır. (İmam-ı Gazali)
  • Ağzı gevşek: Sır tutmaz: "Böyle her şeyi ulu orta konuştuğuna göre gerçekten ağzı gevşek birisiymiş'' diye geçirdi içinden. (G. Karahan)
  • Ağzı kara:
    1. Kara haber vermekten hoşlanan, şom ağızlı: İhtiyar, alayı elden bırakmamakla birlikte, biraz kuşkulu sordu: "Ağzı kara'nın kara haberi neymiş baka'm?" dedi. (K. Bilbaşar)
    2. Başkalarına iftira atan: Bazı ağzı kara köylüler Memiş Ağa için "boynuzlu" diye ileri geri lâf etmişler (Derleme). "Gelin kızım, dediler biz bir güne bir gün bir eğriliğini görmedik ama, hangi ağzı kara, alnına bir kara sürmüşse kocan olacak avare, ben o yolsuzun yolundan çıktım, gayri kapıma bir kara kilit vurun, diye yazıp bozmuş!" (E. C. Güney)
    3. Sırları başkalarına söyleyen, laf taşıyan: "Benden hiç çekinmeyin, ben öyle ağzı kara insanlardan değilim, korkmayın, sizin içinizde saklı olan acılarınızı, sırlarınızı kimseciğe açmam." (O. C. Kaygılı)
    4. Bir yerde konuşulanı veya yapılanı duyup görmesi istenilmeyen: Kızıl-başlar tarikatın esrarına namahrem olanlara "ağzı kara" yahut "kara baş" derler (Z. Gökalp). Anadolu köylüleri yabancılara, "Ağzı kara" derler ve köyün esrarını onlardan saklarlar... (M. H. Yavuz)
  • Ağzı mühürlü (kapalı):
    1. Oruçlu: Ağlamayı bilmez dili bağlı, ağzı mühürlü olan, ağlayabilmezler adamakıllı hiçbir zaman, tut beni oruç, kıl beni namaz diyenim. (O. Koca)
    2. Ağzı sıkı: Kendisiyle ilgili ağzı mühürlü dolaşan Sude, alkolün etkisiyle olsa gerek bülbül gibi şakımaya başlamıştı. (P. K. Karakuş)
  • Ağzı pek (ağzı sıkı): Sır çıkmaz: Ethem Ağa kâhyaya "Bana ağzı pek bir adam bul!" dedi (R. C. Ulunay). Ağzı pek bir adamdır. Bakın, size adını bile söylemedi (A. H. Akdemir). Dede, ağzı pek sıkı bir adammış. (S. Ayverdi)
( 6 soru/yorum )

Soru ve Yorumlar: 6


Anonim:
Tşk
17/12/19 18:44
Anonim:
çok tşk ederim çok yardımcı oldu
3/2/20 17:30
Anonim:
Çok güzel
25/10/21 22:32
Anonim:
Tşk çok yardımçıl oldun

27/11/21 16:13
Anonim:
çokk sağoll çok iyi
15/10/22 18:04
Anonim:
Efsane güzel ve yararlı bir site
1/1/24 14:18