Laf nedir ne demektir? İlgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 0
  1. Söz, lakırdı: Boş laf karın doyurmaz. (atasözü)
  2. Uygulanması olanaksız, boş ve değersiz düşünce, sonuçsuz, yararı olmayan söz: Amma bunun bir laftan ibaret olduğunu anlayacak kadar zekâsı yok muydu? (H. E. Adıvar)
  3. "Olmayacak şey" ya da "bu sözün hiçbir değeri yok" anlamında ve küçümseme için kullanılır: Laf işte, gerçekten perisi olacak değil ya... (B. Avunç)
  4. Konu: Bir de onun ağzından duymamın artık lüzumu yoktu. Hemen lafı değiştirdim. "Galeri nasıl gidiyor?" (Kolektif)
  5. Dedikodu: Senin hakkında kötü laflar dolaşıyor. Ben söyleyeyim de bil. (A. Ağaoğlu)


İlgili birleşik kelimeler



  • Laf cambazı: Bir kimsenin, bir grubun duygularını kamçılayarak abartılı veya gerçek dışı sözler söyleyen kimse; demagog: Fakat her biri laf cambazı olduğundan, kelimeyi nerede ve ne zaman, hatta hangi üslupla kullanacağını bilirdi. (M. Aşkar)
  • Laf ebesi: Çok konuşan, herkese laf yetiştiren kimse; dil ebesi, söz ebesi: "Cak cak cak cak. Başım şişti. Bu kız da ne bilmiş, ne laf ebesi çıktı." (Z. Rade)
  • Laf kalabalığı: Üzerinde konuşulan konuyla, esasla veya sorunla ilgisi olmayan boş söz yığını: Anlatılanlar ne kadar uzatılırsa, laf kalabalığı da o kadar artardı! (Sabırsızlık Zamanı)
  • Laf salatası: Çeşitli konularla ilgili anlamsız, boş sözler: Yasak savan, kelime oyunları, laf salatası ve yuvarlak laflarla neye karşı olması lazım geldiğini dahi açıkça söyleyemeyen laf cambazları tümen tümen artmaktadır. (M. Kafalı)
  • Lafügüzaf: Anlamsız, yersiz, boş lakırdı: Gerçekte ise kimse kimseye muhtaç değil. Her şeyin, herkesin alternatifi var. İyi şeyler yapıp hoş seda bırakmak lazım. Gerisi lafügüzaf! (E. Yaşar)


İlgili deyimler ve anlamları


İçinde "laf" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Laf açmak: Söz etmek: Arif başka bir meseleden laf açtı. "Benim sevdiğim var." Arif öyle ters yerden taş savurmuştu ki o taş sanki tam böğrüne geldi Cabir Usta'nın. (M. Çiftçi)
  • Laf ağzında kalmak: (deyiminin anlamı) Söylemeye vakit ya da fırsat bulamamak: ... teğmen Abdurrahman'ın lafı ağzında kalmıştı. Verilen taarruz emriyle birlikte, takımın başında Laş deresine doğru koşmuştu. (B. Baykara)
  • Laf (lakırdı, söz) altında kalmamak: Kendisine dokundurulan her sözün karşılığını vermek: Hiç de laf altında kalmaz, çok zekidir köftehor. Kim ona "eşek" dese, birden "babandır" der sesi. (A. Kabacalı)
  • Laf (laftan) anlamak: Anlayışlı olmak, laf dinlemek: ... aklı başında, laftan anlar, sözü dinlenir, tavırları can sıkmayan kişiler de görmek istiyordu çevresinde. (K. Arslanoğlu)
  • Laf anlamaz: Anlayışsız, inatçı, dik kafalı, sabit fikirli: Remzi Bey bağırıyordu, -Ne laf anlamaz insanlarsınız yahu! Gidin dedim size, duymadınız mı? (H. Karahisar)
  • Laf aramızda: Söylediklerimi başkaları bilmesin, aramızda gizli kalsın: "Laf aramızda, pek sevmemiştim bu gelini. Hatta, Allah biliyor ya, boşasa şunu, deyip duruyordum babana." (Kolektif)
  • Laf atmak:
    1. Çene çalmak, yarenlik etmek: Numan Bey ona laf attı. "Kolay gelsin İsmail Efendi, boşuna suluyorsun gece yağmur var." "Yok, beyim! İki akşamdır böyle oluyor ama yağmıyor." (İ. Selman)
    2. Uzaktan dolayısıyla dokunacak söz söyleyip işittirmek: Biri, gülerek laf attı: — Bazıları da treni kaçırmış arkadaşlar! Gülüştüler. (B. Günel)
    3. Lafla sarkıntılık etmek: ... kalktığımda bir iki kişi laf attı, bir ikisi de uzun bir ıslık çaldı. Kendimce düşündüm ki bütün bu erkeklerin anneleri, onları dünyanın en temiz insanları sanıyorlar... (T. Hamzalu)
  • Laf çarptırmak: Üstü kapalı bir biçimde karşısındakine bir şeyler ima etmek, iğneleyici konuşmak: "Duydum ki esirlerden bir hizmetkar almışsınız evinize" dedi, laf çarptırdı.
  • Laf çıkmak: Söylenti dolaşmak: Bura büyükşehir değil, laf çıkar, haklısın. Aslında ben senden bir an bile ayrı kalmaya dayanamıyorum biliyor musun! (N. İçözü)
  • Laf dinlemek: Söz dinlemek, öğüt tutmak: Hadi gel hemşerim, gel laf dinle, gel keçi gibi inat etme, gel bu sevdadan vazgeç! Olmayacak duaya amin deme!
  • Laf dokundurmak: Dolaylı olarak anlatmaya çalışmak: ... üstü değil içi önemliymiş! Laf dokunduruyor ama haklı. Zorla da olsa yapayım dedim, gayret ettim olmadı. (Varlık)
  • (Birine) Laf düşmemek:
    1. Bir konu üzerinde düşüncesini bildirme, görüş belirtme hakkı olmamak: Birbirlerini sevmişler Ali'ciğim. Bize laf düşmez, icraat düşer (F. Dereköylü). Büyükler, konuşurken sana laf düşmez, dedi. Kafasını geriye doğru attı. (M. Büyükşahin)
    2. Konuşma sırası kendisine gelmemek: Sohbetimizden adama neredeyse hiç laf düşmedi.
  • (Bir şeyi) Laf etmek: Dedikodu konusu yapmak: Hiç kimse sormadı senin halin ne, / Bir kere düşmüşüz elin diline, / Sarılsam o yârin ince beline, / Sarsam laf ederler, sarmasam öyle. (F. Akın)
  • Laf işitmek: Paylanmak, azarlanmak: Tabii bin tane laf işittim, sabahın köründe sinema mı olurmuş da, dükkânda duracağıma sürekli gezip tozuyormuşum da, aklım bir karış havadaymış da... (H. Hükümenoğlu)
  • Laf kaldırmamak: Kendisine yönelen eleştiri ya da uyarılara dayanamamak.
  • Laf kıtlığında asmalar budayayım: Birinin yersiz, boş sözler söylediğini anlatmak için kullanılır: Hakkınız var böyle iş olmaz. Zaten ben de bunu, laf kıtlığında asmalar budayayım, kabilinden söyledim. Kusura bakmayınız, efendim. (N. Hikmet)
  • Laf körüğü: Çok konuşan, geveze: Saatlerce patlak laf körüğü gibi ağızlarını işletirler. Şam tabanından, kara horasandan, ters maymundan, kırk basamaktan söz edip ishak kuşu gibi öterler. (M. Ertuğrul)
  • Laf lafı açmak: Bir konu üzerinde konuşulurken ilgisi dolayısıyla başka bir konuya geçmek, böylece sohbet uzayıp gitmek: ... ve sohbet faslı başladı. Laf lafı açtı; sonunda laf evlenme meselesine geldi çattı. (S. S. Pınar)
  • Laf mı!: Söylenen bir sözü hafifseme anlamında kullanılır: "Yorulmadım. Ne var yorulacak?" "Laf mı seninki de?" diye güldü çöpçü başı. (T. Yücel)
  • Laf ola beri gele!: "Söylediği saçmaya bak!" anlamında ilgisiz alakasız bir şey söylenildiğinde söylenen söz: Bu roman yayınlandığı vakit Türkiye'nin altı üstüne gelecekmiş... Keşke gelse de memleket böylece düzelmiş olsa... Laf ola beri gele!.. (Y. Atsız)
  • Laf olmak: Dedikodu konusu olmak: Köy yeri olunca laf olur, kızına bir şey olur diye telaşa düşmüş Ayşe'nin babası. (N. Kesmez)
  • Laf olsun diye: Belli bir amaç gözetmeden: "Rica ederim bana soru sorma!" dedi. "Alınma, laf olsun diye sordum..." "Ben de laf olsun diye cevap verdim işte."
  • Laf olsun âdet yerini bulsun: Önemsemeyerek söz sarf edildiğinde söylenen bir söz: Laf olsun adet yerini bulsun diye tövbe ve şehadet getirmekle tekrar imana gelinmiş olmaz. (İ. Sarı)
  • Laf olsun torba dolsun: Belirli bir şey anlatmak yerine, rastgele bir şeyler söylemek: Ama başka başka konularda dereden tepeden laf olsun torba dolsun habire soruyor, nerelerden ne sorular, bense susuyor da susuyorum. (M. S. Aslankara)
  • Laf oturtmak: Karşı tarafa gerektiği yerde, beklenilmeyen bir durumda, esaslı ve gereken bir laf söylemek: Bir gün dayanamayıp lafı oturtmuştu: "Bak Hocaniyaz. Aptal şansı lafları artık kabak tadı verdi. Servet aptallıkla kazanılmıyor!"
  • Laf sokmak: Sırasını getirip iğneli, kinayeli söz söylemek: ... güya bana laf sokuyor. Gümüş demesi saygıdan değil, saçımdaki beyazlıktan kaynaklanıyor. Gümüş bizim lakabımız ama kahveci bunu beyaz saçım için kullanıp, güya bana ihtiyar demek istiyor. (K. Erzurum)
  • Laf söyledi bal kabağı!: Lafa mı benziyor şu aptalın dediği: Rafa koydum bal tabağı, laf süyledi bal kabağı. Abe elalem çalar çingene zurnası sen gene çalmak istersin gümüşlü zurna. Otur oturduğun yerde, günaha sokma insanı... (O. Z. Özturanlı)
  • Laf taşımak: Kişilerin birbirleri aleyhinde söyledikleri sözleri ara açmak için iletmek: Çocukluk arkadaşımla aramızda laf taşıyordu. Zamanla aramızın açılmasına sebep oldu. (A. F. Bak)
  • Laf yakıştırmak: Konuşma sırasında yerinde söz söylemek, gerekeni ifade etmek: Eeee. Bu kadar mizansene bir de laf yakıştırmak gerekiyor. (E. Gürsoy-Naskali)
  • Laf yetiştirmek:
    1. Birinin söylediklerine olur olmaz karşılık vermek, çene yarıştırmaya kalkmak: ... gelenle tartışıyor, her yana laf yetiştiriyor, herkese bağırıyordu. (A. K. Konuk)
    2. Birinin söylediğini başkasına götürmek.
  • Laf yok: Bir şeyin ya da kimsenin kusursuz olduğunu belirtmek için kullanılır: Benim vefakar kızım candır, ona laf yok, bir evlat olsaydı anca bu kadar bakardı bana. (E. Ünlü)
  • Lafa boğmak: Çok laf söyleyerek birini doğru dürüst konuşturmamak, gürültüye getirip bir şeyi geçiştirmek. Kira borcunu istemeğe gelmişti. Ama kiracı, adamı lafa boğunca ev sahibi düşüncesini bile açamadan çıkıp gitmek mecburiyetinde kalmıştı. (H. F. Gözler)
  • Lafa dalmak: Konuşmanın zevkine kapılıp geçen zamanın farkına varmamak: ... koyu bir sohbet. Lafa dalmışız tabii bu arada. Farkında bile değiliz. Akşam ezanıyla, tılsımlı bir sesin buyruğuna uyan sevimli güvercinler gibi dağılıvermiştik evlerimize. (O. Koca)
  • Lafa karışmak: Biri veya birileri konuşurken bir başkası konuşmak, konuşmaya katılmak: Çadırın önündeki Ebe Seher lafa karıştı: — Kafanızın almadığı şeylere hikâye deyip geçersiz. Devlet işine gülmekte nesi? Siz ne anlarsız devlet işinden. (M. Adıbeş)
  • Lafa limon sıkmak: Uygunsuz bir yerde araya girerek konuşanın sözünü bitirmesini önlemek, sululuk ederek söze karışıp konuşmayı kesmek: Sokakta veya bitişik komşularda bir konuşma duyar duymaz, evden fırlamakta, "her lafa limon sıkmakta ve maydanoz olmaktaymış." (A. Erkal)
  • (Birini) Lafa tutmak: Lakırdıyla oyalamak, işinden alıkoymak: ... anca yetiştim, teneffüste çocuklar lafa tuttu; bakamadım. (C. Kozanoğlu)
  • Lafa yekun tutmak (çekmek): Konuşmaya son vermek, sözü bitirmek: "Lâfa yekûn tut külhanbeyi!" dedi, seninle uğraşmayalım. (R. C. Ulunay)
  • Lafı ağzına tıkamak: Sözünü bitirmesine fırsat vermeden susturmak: — Seni kırmak istemem ama... — Aması maması yok bunun, diye lafı ağzına tıkadım. (A. N. Turan)
  • Lafı (lakırdıyı, sözü) ağzında gevelemek: Düşüncesini kesin ve açık olarak söyleyememek: "... size bu kadar minnettarlık duymayacaktım. Çünkü aslında... siz, kendiniz..." Lafı ağzında geveledi. "Olabilir," diye araya girdim.
  • Lafı ağzında kalmak: Sözünü bitirememek: "Ana..." diyen Fatma'nın lafı ağzında kaldı. (B. Öner)
  • Lafı ağzından almak: Birinin söylemekte olduğu şeyi bitirtmemek: Rüştü: "Sen niye istemedin" diyecek oldu. Tellal Ahmet lafı ağzından aldı. "Felekten bir şey istemek için günahsız olacan. Benim günahım ise boyumdan aşkın. Ama sen öyle misin" (V. Serçe)
  • Lafı ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği şeyi söyleyivermek: "Dikkatli ol, lafı ağzından kaçırıp da gideceğimiz yeri söyleme sakın!" (E. İçöz)
  • Lafı çevirmek: Sözü değiştirmek, başka konuya geçmek: "Biz girelim mi seninle" dedim. Cevap vereceğine, hemen lafı çevirdi. "Susadım ..." dedi. (T. Dursun K.)
  • Lafı çiğnemek: Konuşmayı gereksiz yere uzatmak, hep aynı şeyleri söylemek: "Töbe! Hâşâ!.. Af buyurun, ayaklarınızı öpeyim!.." Lafları sakız gibi çiğniyordu: "Af buyurun, ayaklarınızı öpeyim. Bu laf sizin için değil beyefendi. Hâşâ! Bu laf bizim gibi yüreksiz teresler için..." (K. Tahir)
  • Lafı değiştirmek: Başka konuyu dile getirmek, başka bir şeyden söz etmek: "Ne kibar adam, hiç davulcuya benzemiyor," dedi. "Neye benziyor?" Hanım, söylediği sözün hoş olmadığını anladı, lafı değiştirdi: "Kahve yapayım da karşılıklı içelim," dedi. (E. Bektaş)
  • Lafı dolandırmak: Sözü uzatmak: Ardından doktorun konuşmasını duydum. Lafı dolandırıyordu. Teknolojinin ne kadar ilerlediğinden, erken teşhisin ne kadar önemli olduğundan... (N. Safavi)
  • Lafı döndürüp dolaştırmak: Sözü uzatmak: Bir uygun yalan uydurmak için lafı döndürüp dolaştırıyordu. (A. Nesin)
  • Lafı edilmek: Sözü edilmek, bahsedilmek: Bu kadar lafı edilen, şairlerin hemen biricik konusu olan aşk nedir acaba, diye düşünüyordu. (Yaman Adam)
  • Lafı geçmek: Sözü geçmek, anılmak: Sevda lafı geçti mi pirelenirim. Sevdalıyım da ondan. Ama ben bucak bucak kaçıyorum belalımdan. (O. Rıfat)
  • Lafı kısa kesmek: Söyleyeceğini kısa veya özet olarak belirtmek, az ve öz konuşmak: Lafını kısa keser, söylediğini de unutmazdı. (A. F. Gürses)
  • Lafı mı olur?: Ne önemi var?: Hüseyin Ağa, "Fesuphanallah," diye doğruldu. "Paranın lafı mı olur be kardaşım? İşte kesenin ağzını açtık." (K. Bilbaşar)
  • Lafı sulandırmak: Bir konu üzerinde ciddiyetle durup konuşurken araya ilgisiz, anlamsız veya tutarsız boş laf katmak.
  • Lafı uzatmak: Bir konuyu anlatırken ana düşünceyi bırakıp ayrıntılara dalmak: Her sözcük gibi "edebiyat" da değişik anlamlar taşıyabilir. Sözgelimi adamın birisi, içi boş sözlerle lafı uzatıyor, gerçeği kısa yoldan dile getireceğine süslü püslü sözlerle kafa şişiriyor. Ne denir? — Edebiyat yapma! (Yıllık)
  • Lafın altını kazımak: Konuyu iyice deşmek, önünü arkasını araştırmak: "... yol gösterme bahanesiyle dağ sürgünlerini göz önünde tutmanı istediğimi söyle. Lafın altını kazırsa uydur bir şeyler." (O. Özbaş)
  • Lafını (lafınızı) balla kestim: Birinin konuşmasını kesmek için izin almak amacıyla kullanılır: "... 12 gün boyunca kozaya hapsederler. Gelişimlerini tamamlar, kozadan arı olarak dışarı çıkarlar." "Lafını balla kestim kardeş, arılar seni kaç yerinden ısırmıştı." (Y. Asal)
  • (Bir kimse) Lafını bilmek: Söylediği sözün doğuracağı sonuçları kestirebilmek: Adam sesini yükseltmişti; "Lafını bil de konuş, benim oğlum dünyanın en zeki çocuğudur, ruhu da, bedeni de sağlıklıdır." (Ş. Ünal)
  • Lafını esirgememek (sakınmamak): Dobra dobra konuşmak: "Ali Kıran baş kesen mi sandınız kendinizi, kimsiniz siz? İznimiz olmadan ..." Tepkisi müthişti; lafını esirgemedi. Açtı ağzını yumdu gözünü, ağzına geleni söyledi. Bu yaşıma kadar hayatımda böyle bir azar işitmemiştim. (K. Çakır)
  • (Bir şeyin) Lafını etmek: Üzerine konuşmak: İsmail, Güllü'nün lafını etti mi, yüreği kıskançlığından çatlıyordu. (K. Bilbaşar)
  • Lafını kesmek: Birisi konuşurken söze başlayıp onu susmak zorunda bırakmak: "Hemen şimdi yazıyorum ve ikinize de bir randevu ayarlıyorum. Eminim ki..." "Sen bize inanmıyor musun?" diye lafını kesti Nihan. "Sevgilim, ne dedim size. Lütfen lafımı kes..." "Başlarım lan senin lafına!" diye kesti lafını Nihan tekrar sesini yükselterek. (S. Kuş)
  • Lafını şaşırmak: Ne söyleyeceğini bilememek: Çavuş döndü, dönmesiyle Mâlik'i gördü, lafını şaşırdı: "Siz... şey... ya Emir... ya Mâlik." (Y. Bahadıroğlu)
  • Lafını yedirmek: İddialı olarak söylediği sözü geri alma zorunda bırakmak.
  • Lafını yemek: Verdiği sözden, söylediği sözden vazgeçmek: Murat sonradan kendi lafını yedi ama Zeynep asla. Murat'dan sonra da tek kokladığı erkek kokusu olarak oğlu kaldı. (C. Ülsever)
  • Lafta kalmak: Bir iş düşünce aşamasında kalıp gerçekleşmemek: Sadece ağaç olarak kaldı, lafta kaldı. Halbuki, gaye ağaçta, odunda, yaprakta değil, meyvedeydi. (B. Noyan)
  • Laftan anlamak/anlamamak: Söyleneni dinleyip uymak/uymamak veya uygulamak/uygulamamak: "İnsan olan laftan anlar," dedi ve koşar adım çekti gitti (O. Şahin). O inatçı, laftan anlamaz, her zaman kafasının dikine giden çocuk ikiletmedi yaşlı adamın sözünü... (B. Fırat)
  • Laftan ibaret kalmak: Sözde kalmak, gerçekleşmemek: ... tehditleri de laftan ibaret kalmıştı. (Y. Özkaya)


İlgili atasözleri ve anlamları


İçinde "laf" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:

  • Laf lafı açar: Karşılıklı konuşmalarda konuşma bir süre uzadığı zaman, sözden başka söze geçilmeye başlanır. Başlangıçta hiç düşünülmeyen konulara kadar söz uzar gider.
  • Laf torbaya girmez: Bir söz ağızdan çıktıktan sonra onu gizlemenin olanağı yoktur, ağızdan ağza yayılır gider.
  • Lafla peynir gemisi yürümez: (atasözünün anlamı) "Şöyle yaparım, böyle yaparım demekle yapılması gereken iş yapılmaz" anlamında kullanılan bir söz.
  • Lafla pilav pişerse deniz (dağ) kadar yağı benden: Bir işi gerçekleştirmek için yalnızca sözünü etmek yeterli olsaydı, herkes en büyük sözleri edip en büyük işlerin sorumluluğunu alabilirdi.

Ayrıca bakınız:
( 0 soru/yorum )