Dünya ile ilgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 0

İlgili deyimler ve anlamları


Türkiye'nin de göründüğü Dünya görüntüsü
Dünya
İçinde "dünya" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Dünya ahiret bacım (kardeşim) olsun: (deyiminin anlamı) Karşı cinsten bir bayan kişi ya da bir tanıdıktan söz ederken "ona el sürmem, kötü gözle bakmam" anlamında söylenir ve kardeşlik duygusundan başka bir gözle bakılmadığını anlatır: Veli benim bir canımdan kıymetli kardaşım, kız kardaşı Ayşe, dünya ahiret bacım... Yaktırır mıyız başını bacımızın? Düşürür müyüz bacımızı bir itin eline? (S. Kocagöz)
  • Dünya, başına dar olmak (gelmek): Çok sıkılmak, büyük bir çaresizlik içinde kalmak: Kan gövdeyi götürür ve dünya, kâfirlerin başına dar olur. En sonunda kale fethedilir ve kuleler yere çakılır. (İ. Kayaokay)
  • Dünya batsa (yansa, yıkılsa) umurunda değil: Hiçbir şeyle ilgisi olmayan, sorumluluk duygusu taşımayan, tasasız, lâkayt kimseler için kullanılır: Bana ne dünyada olup bitenlerden, dünya batsa umurumda olmaz, benim dünyam batmış zaten" diye naralar atarak radyoyu kapattım. (M. Gürses)
  • Dünya bir araya gelse: Bütün insanlar tersini savunsa ya da engel olmaya kalksa da yeterli olmaz: Bugün istesem ben ona varırım; bugün istesem o beni alır; dünya bir araya gelse, kimseler bizi ayıramaz (Y. K. Karaosmanoğlu). Dünya bir araya gelse, dediğinden dönmez.
  • Dünya durdukça: Çok uzun zaman, kıyamete kadar: Dünya durdukça Türk Anadolu'ya hakim olacaktır!... Hepimizin ve bütün Türklerin dileği budur. (Alparslan)
  • Dünya durdukça durasın!: Çok yaşa, Allah sana uzun ömürler versin: Çok yaşayasın Yahya Ustam! Dünya durdukça durasın! İki cihanda aziz olasın. Yaptığın kılıçlar altın kesile! Bastığın toprak sallana! Gam yüzü görmeyesin, yanakların gözyaşlarıyla ıslanmaya! (B. Büyükarkın)
  • Dünya evine girmek: Evlenmek: Şair ruhlu, temiz yüzlü yirmi beş yaşındaki Akif, Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Bey'in hanım hanımcık, mütevazı kızı, yirmi yaşındaki İsmet Hanım'la dünya evine girdi. (S. Başman)
  • Dünya, gözüne (ona) zindan olmak: Büyük bir karamsarlık ve umutsuzluk içine düşmek: Karışının ölümünden sonra dünya adamın gözüne zindan oldu, inzivâya çekildi (N. Muallimoğlu). Ölmemiş fakat olmuş dünya ona bir zindan; / Yaşamış karanlıkta pek uzunca bir zaman. (H. A. Yücel)
  • Dünya gözüyle (görmek): Ölmeden önce sağlığında (görmek): Mektubun sonuna gelirken, dünya gözüyle senden son bir isteğim daha var oğlum (E. Yılmaz). Allah nasip etti de, dünya gözüyle Kudüs'ü görmüş oldum. (S. Yüzgenç)
  • Dünya (dünyalar) kadar: Pek çok: Hem bizim dünya kadar işimiz var, sen de bize yardımcı olacaksın, kaçmak yok öyle (T. Demir). Dünyalar kadar güzelsin. Sattığın bütün çiçeklerden daha güzelsin. (G. Boralıoğlu)
  • Dünya kazan ben kepçe: Bir şeyin çok arandığını, her yerin dolaşıldığını anlatır: Dünya kazan ben kepçe aradım her yeri, bulamadım seni. (L. Kaleli)
  • Dünya kelamı etmek: Olup bitenlerden, bu dünya ile ilgili şeylerden konuşmak: Zorunlu olmadıkça dünya kelamı pek dökülmedi dudaklarımızdan. Dilimizde dualarla mütevekkil bir şekilde bekledik. (M. Leyla)
  • Dünya varmış: Sıkıntılı bir durumdan kurtulan kişinin söylediği söz: Uzunca bir uğraşmadan sonra tahliye olduk. Oooh, dünya varmış. (M. S. Koz)
  • Dünya yıkılsa umurunda değil: Hiçbir şeyle ilgilenmez, sorumluluk duygusu taşımaz, tasasız, kaygısız: Gamsız, hissiz adam, dünya yıkılsa umurunda değil... Ağlanacak şeylere güler... Obur gibi yer. Horul horul uyur... (H. R. Gürpınar)
  • Dünya yüzü görmemek: Rahata ve huzura kavuşamamak: Çoluk çocuk yıllardır dünya yüzü görmedi (A. Ağaoğlu). Emmin kadersiz kısrak. Bir dünya yüzü görmedi. (A. Sayar)
  • Dünyada: Hiçbir vakit, asla: Dünyada olmaz, bu hediyeyi kabul edemem.
  • Dünyadan çekilmek: Ölmek, hayatı son bulmak: Çeyrek yüzyıllık fırtınalı bir hayatı geride bırakarak bu dünyadan çekildi gitti. (S. Eş)
  • Dünyadan elini eteğini çekmek: Bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, dünya işleriyle ilgilenmez olmak: Dünyadan elini eteğini çekmiş bir zahidim ben! diye cevap verdi. Hiç kimsenin işine karışmıyor, burada kendi halimde yaşıyorum... (E. Sarı)
  • Dünyadan (dünyasından) geçmek: Hiçbir şeye ilgi duymaz, kimseyle görüşmez, toplumla ilgilenmez olmak: Dünyadan geçmiş öte âlemi diliyordu onlar (F. Duman). Bir başkalık seziyordum zaten. Kendinden geçmiş, dünyasından geçmiş bir hali vardı. Toprakta değil de gökte yaşıyordu. (Y. Kemal)
  • Dünyadan göçmek: Ölmek: Bir pazar günü bu dünyadan göçtü. Allah'ın huzuruna giderken son sözü "Allahu Ekber" oldu. (E. Sarı)
  • Dünyadan haberi olmamak: Çevresinde olup bitenleri bilmemek: Dünyadan haberin yok senin kızım. İnsanların alı içindedir. Kimin dost, kimin düşman olduğunu ben bu yaşımda bile ayırt edemiyorum. Sen nasıl edeceksin? (Z. Akçagüner)
  • Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek: Hediye edilen bisikleti aldığında dünyalar onun olmuştu. (E. Kavas)
  • Dünyalara değişmemek: Her şeyden fazla sevmek: Anasının yanını dünyalara değişmezdi. (F. Türkoğlu)
  • Dünyanın bin türlü hali var: (Olumsuz anlamda) İnsanın başına her an her şey gelebilir: "Elindeki avucundaki sende kalsın, satıp savma; dünyanın bin bir türlü hali var, bakarsın gün dönmüş muhtaç olmuşsun. Hiç olmazsa eloğluna avuç açmazsın." (Y. Bahadıroğlu)
  • Dünyanın çivisi çıkmış: "Her şey ne kadar değişti ve bozuldu, olmaması gereken şeyler oluyor" anlamında dünyanın gidişinden şikâyet etmek için söylenir: "Tövbe... Tövbe! Bu dünyanın çivisi iyice çıkmış! Umuma açık yerde utanma da kalmamış. İzansızlığa bak!" (M. Aklanoğlu)
  • Dünyanın dört bucağı: Dünyanın her yanı, her yönü: Kudret ve heybetinden dünyanın dört bucağı kendisiyle sulh ve selâmet içinde yaşamak yolunu tuttu. (M. N. Gençosman)
  • Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Dünyada neler, ne gibi güçlükler olduğunu, ne gibi dalavereler çevrildiğini, insanın başına neler gelebileceğini öğrenmek: İnsan yaslandığı duvar yıkılınca dünyanın kaç bucak olduğunu o zaman anlıyormuş (D. D. Şinel). Adamın bana oynadığı bu oyundan sonra , dünyanın kaç bucak olduğunu anladım. (N. Muallimoğlu)
  • Dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek: Gereken cezayı vermek, hakkından gelmek: Vursana! Vur da ben sana dünyanın kaç bucak olduğunu göstereyim (K. Öke). Onlara çok ağır sözler yazmalıydım, onlara dünyanın kaç bucak olduğunu göstermeliydim. (H. İnci)
  • Dünyanın öbür (bir) ucu: Pek uzak olduğu düşünülen yerler için söylenir: Dünyanın öbür ucuna da gitsem, sonsuzluğa da benim hep seni seveceğimi unutma ve sen de beni sev. (H. Kaya)
  • Dünyanın sonu:
    1. Bütün olanakların sona erdiği, her şeyin bittiği an: Vazgeçeriz, kırılırız, üzülürüz. Dünyanın sonu geldi deyip her şeyi akışına bırakırız. (Künye)
    2. Ölüm zamanı: Sanki onu hayata bağlayan şey benmişim de gidersem onun için dünyanın sonu olacak, hayata veda edecekti. (H. İ. Çoraklı)
  • Dünyanın sonu değil: "Her şey daha bitmedi, umut var" anlamında bir söz: Dünyanın sonu değil ya. Bir hâl çaresine bakılır. (A. Yücesoy)
  • Dünyanın tadını çıkarmak: Bütün zevklerden yararlanmak, mutlu ve rahat yaşamak: Bak orada, kendi kendine sabah keyfine çıkmış, dünyanın tadını çıkarıyor, o da bizim gibi... (Y. Kemal)
  • Dünyanın ... sı: Pek çok: Gıdası, beslenmesi, şusu, busu, aşıları, iğneleri... Dünyanın parası tutar. Antrenörü, seyisi de öyle. Zengin adam işidir atçılık. (T. Dursun K.)
  • Dünyası başına yıkılmak: Büyük bir yıkıma uğrayıp bütün umutlarını ve mutluluğunu yitirmek: Kumarda kaybedince dünyası başına yıkıldı. (M. Uçan)
  • Dünyaya gelmek: (İnsan) Doğmak: Yahudi haykırdı: Haberiniz olsun, Ahmed'in yıldızı bu gece doğdu! Ahmed bu gece dünyaya geldi!" (N. F. Kısakürek)
  • Dünyaya geldiğine pişman etmek: Çok üzmek, çok eziyet etmek, doğduğuna pişman etmek: Bundan sonra sıkıysa bir daha dokunsun sana hele. Dünyaya geldiğine pişman etmezsem deyusu bana da Keçi demesinler (F. Baysal). Az konuşur, ama öyle konuşur ki, seni dünyaya geldiğine pişman eder. (A. İlhan)
  • Dünyaya getirmek: Doğurmak: Nur topu gibi bir erkek çocuk dünyaya getirmişti. (A. İren)
  • Dünyaya gözlerini açmak: Doğmak: Dinin sultanı dünyaya gözlerini açtı. Nübüvvet semasının güneşi doğdu. On sekiz bin âlem sonsuz nura boğuldu. Olağanüstü hâller içinde güzeller güzeli dünyaya teşrif buyurdu. (S. Çelebi)
  • Dünyaya gözlerini kapamak (yummak): (İnsan) Ölmek: "Yüce dosta!" diyerek dünyaya gözlerini kapadı (M. E. Yıldırım). Hak ve hakikati öğretmekle geçen bir ömrü geride bırakarak bu dünyaya gözlerini yumdu. (N. Tosun)
  • Dünyaya kazık çakmak (kakmak): Ölmemek: Hem sen dünyaya kazık mı çakacağını sandın? Sen de öleceksin, herkes ölecek (A. Abak). Âdemoğlundan bu dünyaya kazık kakmış ve de yiğitlenip gitmezlenmiş hiç var mıdır? (K. Tahir)
  • Dünyaya yuf borusu öttürmek: Ölmek: Yazık ki canım dedem bu dünyaya yuf borusu öttürdüğünden beri bu böyleydi (E. Barlas). Dünyaya yuf borusu çalarak nice altın, gümüş, nice yıllık esrar parası alarak çekilip gittiler. (O. Ş. Gökyay)
  • Dünyayı ben yarattım demek (veya havasında olmak): Aşırı mağrur olmak, büyüklenmek: İnsanlara tepeden bakması, dünyayı ben yarattım havaları hep sinirime dokunmuştur (F. Mercan). Kıratın üzerinde, heybetli gösterişiyle, dünyayı ben yarattım dercesine, ciddi tavrıyla, sık sık etrafına bakıyordu. (A. F. Ayral)
  • Dünyayı (birine) cehennem (dar, haram, zindan) etmek: Hayatını yaşanılmaz duruma getirmek: İnsanların birbiri için koyduğu yasaklar dünyayı cehennem eder (D. Hızlan). Bize vatanımızı dar edenlere, dünyayı dar edene kadar durmayacağız... (İ. Sarı). Benim gibi bir öksüze dünyayı haram etmeğe nasıl kıydın? Yiğitliğine yakışır mıydı? (E. Sarı). Ayrılık sabahı şairin basına dünyayı zindan etmişti. (M. Kaplan)
  • Dünyayı gözü görmemek: Üzüntü, öfke, karamsarlık ve çok mutlu olma gibi durumlarda, başka bir şey düşünememek, ölçülü davranamamak: Fakat canını dişine takmış dünyayı gözü görmüyordu (F. Türkoğlu). Sinirlendiği zaman dünyayı gözü görmüyordu (B. Uncular). İmparatoriçe için dünyayı gözü görmüyor, dizi dibinden hiçbir lâhza ayrılmak istemiyordu.
  • Dünyayı toz pembe görmek: Her şeyi güzel ve iyi yönleriyle ele almak: Dünyayı toz pembe gören, hiç bitmeyecek sanır. / Vefâsız olduğunu bilmez, oyununa aldanır (E. Mencet). Siz daha gençsiniz, dünyayı toz pembe görüyorsunuz. (N. Yaz)
  • Başına dünyanın belasını sarmak: Büyük felaket getirmek: ... güttüğü amaç, kendini insan dışındaki çevrenin efendisi yapmaktır ve günümüzde bu çabasının meyvesini, muhtemelen kendi başına dünyanın belasını sararak hemen hemen almıştır. (K. Özden)
  • Kavanoz dipli dünya: "Boş dünya" anlamında esef ve acınma sözü: Ahmet Bey, omuzları biraz daha çökmüş olarak ayrıldı oradan. — Kavanoz dipli dünya! dedi içinden. İçindeki son ümit kırıntıları da tükenmiş olarak kalabalığın içine karıştı (S. G. Özeren). Bu yaştan sonra telefonlar hayırlı bir haber için çalmıyor ki... Kavanoz dipli dünya. Sami Dayı sizlere ömür (M. Gülsoy). Kavanoz dipli bu dünya, insanı vezir de eder, rezil de! (F. Babacan)
  • Öbür dünyayı boylamak: (Olumsuz anlamda) Ölmek: Birçoğunun sefil ruhları çoktan öbür dünyayı boyladı... (H. Erdem)
  • Şöhreti dünyayı tutmak: Çok tanınır olmak: Fakat bunu söyleyen Fatih Sultan Mehmed gibi bir padişah, şöhreti dünyayı tutmuş, adı sanı tarihi kaplamış bir büyük adam, müstesna yaradılışta bir hükümdar olursa, işin rengi elbet de değişir. (R. E. Koçu)
  • ... bir yana dünya bir yana: Bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanılan bir söz: Benim için çocuklarım bir yana dünya bir yana (S. S. Pınar). Ülkem bir yana, dünya bir yana diyen gerçek bir Türk milliyetçisiydi (C. Çoban). Gülendam'ı dünyalar kadar seviyorum. O bir yana, dünya bir yana... (H. Adıgüzel)


İlgili atasözleri ve anlamları


İçinde "dünya" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:

  • Dünya bir gemi, akıl yelkeni, fikir dümeni, kolla kendini, göreyim seni: İşlerini aksatmadan yürütmek isteyen, aklının gücünden, düşünce ve sağduyusunun kılavuzluğundan ayrılmamalıdır.
  • Dünya bir, işin bin: (atasözünün anlamı) Bu dünyada insanın önceden düşünemediği, türlü türlü durumlar ortaya çıkar.
  • Dünya bir yağlı kuyruktur; yiyebilene aşk olsun: Dünyada kazanç yolları çoktur. İş becerip yararlanabilenleri övgü ile anmak gerekir.
  • Dünya bol olmuş neye yarar, pabuç dar olduktan sonra: Rahatlık, özgürlük, bolluk bulunan yer, bunlardan yararlanma olanağı bulunmayan kişiler için bir değer taşımaz.
  • Dünya dört kulplu bir kazan, bir kulpundan tut da kazan: Bu dünyada herkes için kazanç yolu vardır. Ancak bunlardan birini izleyip yürümeyi bilmek gerektir.
  • Dünya gençten gence, dinçten dince: İnsanlar yaşlanınca iş yapamaz ya da yeniliklere karşı uyum sağlayamaz olurlar.
  • Dünya iki kapılı handır (gelen bilmez, giden gelmez): İnsan doğarak geldiği Dünya'da Allah'ın takdir ettiği sürece kalır, sonra ölüm ile ayrılır.
  • Dünya kâfirin cennetidir: Allah'a inanmayan ve kötü işler yapan insanlar cehenneme gideceği için dünya onlara cennet gibidir.
  • Dünya karıncalı kütüğe benzer, gelen bilmez ki, giden bilsin: Dünya sırlarla doludur. Üzerinde yaşayan milyonlarca canlı doğar ve ölür. Bu düzen bozulmaz.
  • Dünya kazan, biz kepçe: İsteklerimize ulaşabilmemiz için çok gayret göstermeliyiz.
  • Dünya küfür ile değil, zulüm ile harap olur: Çaresiz insanlara zulüm edilmez.
  • Dünya malı dünyada kalır: Bir maldan ancak yaşanılan süre içinde yararlanılabilir.
  • Dünya müminlere cehennemdir: Müminler Allah'a inandıkları ve iyi işler yaptıkları için cennete gideceklerinden dünya onlar için cehennem gibidir.
  • Dünya ölümlü, gün akşamlı: Hiçbir şey sürekli değildir, her iyi durumun bir sonu vardır.
  • Dünya (Peygamber, Sultan) Süleyman'a bile kalmamış: İnsan ne kadar zengin, ne kadar güçlü olursa olsun dünyadan göçüp gidecektir.
  • Dünya tükenir, yalan (düşman) tükenmez: Yalanın veya düşmanın yaygınlığını anlatır.
  • Dünya üç şey üzerinde durur; idare, dubara, müdara: Hayatta başarılı olmak için insanın çevresindekilerle uyum içinde yaşaması gerekir. (idare: yönetme, çekip çevirme; dubara: hile, oyun, düzen; müdara: yüze gülme, iyi geçinme)
  • Dünyada eken ahirette biçer: Dünyada yaptığımız iyi ve kötü işlerin karşılığını ahirette göreceğiz.
  • Dünyada mekan, ahirette iman: İyi yaşamak için çalışmalı, para kazanmalıyız. Öldükten sonra rahat etmek içinse kulluk vazifelerimizi de yapmalıyız. Hiç ölmeyecek gibi dünya için, hemen ölecek gibi ahiret için çalışmalıyız.
  • Dünyada parasız, ahirette imansız: Allah dünyada parasız, ahirette imansız bırakmasın anlamında bir söz.
  • Dünyada tasasız baş, bostan korkuluğunda bulunur: Bu dünyada derdi olmayan insan yoktur.
  • Dünyanın iki başı bir gelmez: İnsan dünya işlerinin hepsini istediği gibi yürütemez ve tam olarak rahata eremez. Birini yoluna koyar; bu sırada başkası bozulur.
  • Dünyanın ucu uzundur: İnsan hep geleceği düşünmeli, davranışlarında ihtiyatlı olmalı, ilerde birçok yeni olaylarla karşılaşacağını unutmamalıdır.
  • Dünyayı sel bassa ördeğe vız gelir: Bir çok kimse için yıkıma yol açan bir olay, bazı kimseleri ilgilendirmeyebilir, onlar için bir olağanüstülük taşımayabilir.
  • Dünyayı umutla yemişler: Kişinin bütün yaşamı umutla dolu geçer. Umduğu şeylerin kimisini ele geçirir, kimisini geçiremez; ama hiçbir zaman umudunu kesmez.
  • Ahmak odur ki, dünya için gam yiye, ne bilirsin kim kazana, kim yiye (Deli ol ki; dünya için gam yeme, Allah bilir kim kazana kim yiye): Sıkıntı ve sefalet içinde yaşayan kimseler işe yaramaz ve beceriksiz bir görüntü verirler. Ama gerçekte kimin parası çok kimin parası az bilinmez.
  • Ar dünyası değil, kâr dünyası: Kişi para kazanmak için namusuna dokunmadıktan sonra şu veya bu işi yapmaktan utanmamalıdır.
  • Baş sağlığı, dünya varlığı (Başın sağlığı, dünyanın varlığı): En büyük zenginlik, beden sağlığıdır.
  • Etme bulma dünyası: Kötülük eden kötülük bulur.


İlgili birleşik kelimeler


  • Dünya âlem: Herkes: Dünya âlem bir araya gelse de kimse bizi ayıramaz. (L. Kaleli)
  • Dünya evi: Evlilik: — Bir de baktım ki dünya evine girmişim. — Peki... Sonra?.. — Sonra. Bir de baktım ki .. karnım şişmişti.. (C. Akyürek)
  • Dünya gailesi: Yaşamanın gerektirdiği türlü yorucu işler, hayat gereği olan çeşitli meşgaleler: Bu dünya gailesi içinde düşe kalka bugüne geldik (A. Işık). Eskilerin 'dünya gailesi' dediği yaşama telaşı, ölüme karşı en iyi korugandır gerçekten de. (O. T. Özdemir)
  • Dünya görmüş:
    1. Çok gezmiş, çok yer görmüş: İyi yaşamış, çok gezmiş, dünya görmüş adamdı; ölümünü beklediği halde zamanın ipini hâlâ elinde tutuyordu. (A. Tunç)
    2. Deneyimli: Türk erkânından olan bu dünya görmüş, tecrübeli zatın sözlerinde büyük hakikat vardı.
  • Dünya güzeli: Olağanüstü güzel (kadın): Su ve erzak alırken bir kız görür ve ona vurulur. Kız dünya güzeli... Ceylan gözleri büyüler genci. Genç su ve erzak alması gerektiğini unutur artık... (H. A. Öztekin)
  • Dünya kelamı: İlahi olmayan söz: Sohbetlerde dünya kelamı yoktu, tamamen sohbet-i canan olarak devam ediyordu. Bu sohbetler sayesinde kalplerde bulunan marazlar izale oluyor, yerine deva doluyordu. (E. O. Uygur)
  • Dünya malı (nimeti): Varlık, servet: Dünya malı deniz suyu gibidir. İnsan ne kadar içerse içsin kanmaz. İçtikçe içesi gelir. (İ. Sarı)
  • Dünya penceresi: Göz: Okuma yazması yoktu ama dünya penceresi kapalı değildi. (H. Atmaca)
  • Fani (ölümlü) dünya: Üzerinde ölümün var olduğu dünya: Hani dediğim iyi erenler, / Dünya benim diyenler, / Ecel aldı yer gizledi, / Fani dünya kime kaldı? / Gelimli gidimli dünya, / Son ucu ölümlü dünya (Dede Korkut)
  • Öbür (öteki) dünya: Ahiret: Nesnel dünyayı, gözle görülen dünyayı bu dünya; gözle görülmeyen, ruhsal dünyayı ise öbür dünya diye adlandırır olmuşuz. (R. Fiş)
  • Umut (ümit) dünyası: Gerçekleşmesi çok zor olan şeyleri ummanın hoş görülmesi gerektiğini belirten bir söz: Elbet bir gün gerçekleşir dedim. Hayali olmayanın gerçeği olmaz derler. Umut dünyası... (A. Solak)
  • Yalan (yalancı) dünya: Geçici, ölümlü hayat: Bu dünya yalanmış, çok geç anladım! / Gidenlerden niye ibret almadım? / Yanıyorum şimdi, niye aldandım? El-vedâ ey yalan dünya, el-vedâ! (A. Tomor)
( 0 soru/yorum )