El ile ilgili deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 6
İçinde "el" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları:

  • El açmak:
    1. Dilenmek.
    2. Kağıt açmak.
  • El almak:
    1. Tarikatlar döneminde, bir mürit, mürşidinden başkalarına yol gösterme iznini almak.
    2. Bir sanatı yapmak üzere ustasının iznini almak.
    3. Kağıt oyunlarında karşı tarafın oynadığı kağıdın daha kuvvetlisini oynayarak üstünlük sağlamak.
  • (Bir işe) El atmak:
    1. Kavramak, tutmak, karışmak.
    2. Bir işe girişmek: Nereye el atsam hep o duygu. (N. Cumalı)
  • El ayak çekilmek: Ortalıkta hiç kimse kalmamak, ıssızlaşıp sessizleşmek.
  • El bağlamak: Saygı belirtisi olarak ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup durmak.
  • El basmak: Kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak ant içmek.
  • El bebek gül bebek: Nazlı, şımarık.
  • El çabukluğu: Bir işi başkalarının gözü önünde ve onlara sezdirmeyecek kadar çabuklukla yapabilme becerisi.
  • El çekmek: Vazgeçmek.
  • El çırpmak:
    1. Alkışlamak.
    2. Birini çağırmak için ellerini birbirine vurmak.
  • (Bir şey) El değiştirmek: Bir kimseden başka bir kimseye geçmek.
  • El değmemiş: Hiç kullanılmamış.
  • El ele vermek: Bir konuda yardımlaşmak amacıyla birleşmek.
  • El ense çekmek: Birini çıkar uğruna aldatmak.
  • El ermez, güç yetmez: Bir iş karşısındaki güçsüzlüğü anlatmak için kullanılır.
  • El etek çekilmek → El ayak çekilmek.
  • El etek çekmek: (deyiminin anlamı) Kimi dünya işlerinden vazgeçip kendini ibadete vermek; eski alışkanlıklarını bırakmak.
  • El etek öpmek:
    1. Bir işi yaptırmak için yalvarmak.
    2. Yaltaklanmak.
  • El etmek: Elle işaret yapmak, bir kimseyi el işaretiyle çağırmak.
  • El ile (elle) tutulur: Apaçık ve besbelli.
  • El kaldırmak: Karşı gelmek, el ile vurmaya kalkışmak veya vurmak.
  • (Biri) El kaldırmak: (Kalabalık toplantılarda) Oy vermek ya da söz istemek.
  • El kadar: (Genellikle yeni doğan çocuk için) Küçük.
  • El katmak: Bir işe karışmak.
  • El kiri: Kolayca vazgeçilir, atılır (şey).
  • El koymak:
    1. Yetkili olanlar, bir sorun ya da olayı ele almak.
    2. Hükümet bir malı ya da bir kuruluşu kendi buyruğuna almak.
  • El pençe divan durmak: Saygı için ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup ayakta durmak: İki odacı el pençe divan duracaktı. (F. Baykurt)
  • El sürmek: Dokunmak, ele almak.
  • Er sürmemek:
    1. Yapılması gereken işe henüz başlamamak.
    2. Hiç ilgilenmemek.
  • El tazelemek: Tuttuğunu bırakıp ellerini dinlendirmek.
  • El tutmak: Bir iş uzun süre uğraştırmak, vakit kaybettirmek.
  • El uzatmak → El atmak.
  • El üstünde tutmak: Bir kimseye çok saygı, sevgi ve yakınlık göstermek.
  • El vermek:
    1. Yardım etmek.
    2. Tarikatlar döneminde, mürşit, bir müride başkalarına yol gösterme izni vermek.
    3. Halk hekimliği gibi konularda yetki vermek.
    4. Kağıt oyunlarında karşı tarafa elde olan ya da olmayan nedenle, oyun üstünlüğü tanımak.
  • El vurmak: Birini çağırmak için iki elini birbirine vurmak.
  • El vurmamak: Bir işi yapmaya yanaşmamak ve başlamamak.
  • (Bir işten) El yıkamak: O işle olan ilgisini kesmek.
  • El yordamıyla: Görmeden, el yardımıyla.
  • Elde avuçta bir şey kalmamak: Hiç malı, parası kalmamak.
  • Elde etmek:
    1. İstenilen bir şeyi edinmek.
    2. Bir kimseyi kendi hizmetine almak ya da kendinden yana çekmek.
  • Elde kalmak: Harcanmayarak, satılmayarak, yitirilmeyerek ya da kullanılmayarak yerinde durmak.
  • Elde olmamak: İrade dışında bulunmak.
  • Elde tutmak: Sahibi olsun olmasın, bir malı eli altında bulundurmak.
  • Elden ağza yaşamak: Günlük kazancı ancak günlük gereksinmesini karşılayacak kadar olmak.
  • Elden almak: Bir malı pazara çıkarılmadan sahibinin elinden satın almak.
  • Elden ayaktan düşmek:
    1. Sağlığı büsbütün bozularak çalışamaz duruma gelmek.
    2. (Çoğunlukla yaşlılık yüzünden) Bitkin, gezemez, çalışamaz duruma düşmek.
  • Elden bırakmak: Vazgeçmek.
  • Elden çıkarmak: Bir şeyin sahipliğini başkasına geçirmek, satmak.
  • Elden çıkmak: Malı olmaktan çıkmak.
  • Elden düşme: Az kullanılmış ve sahibinin elinden ucuza alınmış (eşya).
  • Elden düşürmemek: Kitap, tespih gibi elde kullanılan kimi eşyayı ara vermeden kullanmak.
  • Elden ele: Bir kişiden diğerine: Elden ele dolaşan bir yazı.
  • (Bir şey) Elden ele dolaşmak: Birçok sahip değiştirmek ya da birçok kimsece ele alınmak.
  • Elden ele geçmek: Bir şey sahip değiştirmek.
  • Elden geçirmek: Noksanlarını ya da bozukluklarını gidermek üzere eliyle kontrol etmek.
  • Elden gelmek:
    1. (argo) Vermek, peşin vermek.
    2. Birini başarısından ya da yerinde söz ve davranışından ötürü kutlamak amacıyla "elden gel!" biçiminde söylenen söz.
  • Elden gelmemek: Yapamamak, dayanamamak.
  • (Bir şey) Elden gitmek: Bir şeyi kaybolmak, o şeyden yoksun kalınmak.
  • Elden kaçırmak: Elde edilebilecek bir şeyden türlü nedenlerle yararlanamamak.
  • Elden ne gelir?: Ne yapılabilir?
  • Ele alınır: Oldukça iyi, işe yarar.
  • Ele alınmaz: Çok berbat.
  • Ele almak: Bir şey üzerinde çalışmaya başlamak, incelemek, araştırmak.
  • Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, baskı altına alınamamak.
  • Ele bakmak: Avuç içindeki çizgilere bakıp kişinin geleceği hakkında tahminlerde bulunmak, el falına bakmak.
  • Ele geçirmek:
    1. Yakalamak.
    2. Edinmek.
  • Ele geçmek:
    1. Yakalanmak.
    2. Edinilmek.
  • Ele gelmek:
    1. Tutulabilmek.
    2. (Bebek) Kucağa alınacak kadar büyümüş olmak.
  • Ele güne karşı: Herkese karşı.
  • Ele vermek: Suçlu bir kimseyi haber verip yakalatmak.
  • Eli ağır:
    1. Yavaş iş gören.
    2. Vurunca çok acıtan (kimse).
  • Eli alışmak:
    1. Bir işte uzluk, ustalık kazanmak.
    2. Herhangi bir davranışı adet edinmek.
  • (Bir şey) Eli altında olmak: Buyruğunda olmak, istediği anda o şeyden yararlanabilmek.
  • Eli armut devşirmiyor (toplamıyor) ya!: Birisinin bir iş yaparken öbürünün de boş durmayarak aynı işi yapabileceğini anlatır.
  • Eli ayağı (olmak): Yardımcısı (olmak), her işine yarar (olmak).
  • Eli ayağı bağlı: İstediğini yapamayacak bir durumda olan.
  • Eli ayağı buz kesilmek: Çok heyecanlanmak.
  • Eli ayağı düzgün: Vücutça kusursuz, sakat değil.
  • Eli ayağı kesilmek (tutmamak): Güçsüz, dermansız kalmak.
  • Eli ayağı tutmak: Vücut gücü oldukça yerinde olmak.
  • Eli ayağı (veya ayağına) dolaşmak: Şaşırmak, telaşlanmak.
  • Eli bayraklı: Şirret, edepsiz, kavgacı.
  • Eli boş: O sırada işi olmayan.
  • Eli boş dönmek (çevrilmek, geri gelmek): Umduğunu alamadan dönmek.
  • Eli boş gelmek: Umulan şeyi getirmeden gelmek.
  • Eli böğründe (koynunda) kalmak: Başarısızlığa uğramak, bir şey yapamaz duruma gelmek.
  • Eli çabuk: Çabuk iş gören.
  • Eli dar (darda): Geçimini karşılayacak parası olmayan.
  • Eli değmek: Bir şey yapmaya vakit ve fırsat bulmak.
  • Eli dursa ayağı durmaz: Kıpırdak, hareketli, yaramaz.
  • Eli düzgün: Elinden iyi iş gelen.
  • Eli ekmek tutmak: Geçimini emeğiyle sağlayacak duruma gelmek.
  • Eli geniş: Geçimi yolunda olan, cömert.
  • Eli genişlemek: Bolca paraya kavuşmak.
  • Eli hafif: (Cerrah, dişçi, berber gibi, işleri insanın vücuduyla ilgili bulunan kimseler için) Acıtmadan, tedirgin etmeden iş gören.
  • Eli işe yatmak: Becerikli, eli uz olmak.
  • Eli kalem tutmak:
    1. Yazı yazmayı bilmek.
    2. Düşündüğünü güzel bir anlatımla yazmak.
  • (Bir işe) Eli kırılmak: Eli, işe yatkın bir duruma gelmek.
  • Eli kolu bağlı kalmak (durmak): Bir engel yüzünden hiçbir iş yapamaz duruma gelmek: Düşman askerleri şu tepenin ardından görünüverse, elin kolun bağlı durabilecek misin? (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Eli koynunda: Kimsenin işine karışmaz zararsız.
  • Eli koynunda kalmak: Çaresiz kalmak.
  • Eli kulağında: Neredeyse olacak, pek yakında olması beklenilen (şey).
  • Eli mahkum: Zorunlu, mecbur: Eli mahkum bu işi yapacak.
  • Eli maşalı: Şirret, edepsiz, belalı (kadın).
  • (Bir işte) Eli olmak: Karışmış olmak, alttan alta ilgili bulunmak.
  • Eli para görmek: Eline para geçmek.
  • Eli sıkı: Çok tutumlu.
  • Eli silah tutan: Silah kullanabilen.
  • Eli sopalı: Zorba.
  • Eli şakağında: Düşünceli, kaygılı.
  • Eli uz: Usta, belli bir işte becerikli.
  • Eli uzun: Fırsat buldukça öteberi aşıran.
  • Eli varmamak: (deyiminin anlamı) Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak.
  • (Bir işte) Eli yatkın: Ellerle yapılan işlerde becerikli.
  • (Bir işe) Eli yatmak: Eli alışmak.
  • Eli yordamlı: Eli işe yakışır, yatkın.
  • Eli yüzü düzgün: Yüzüne bakılır, güzelce.
  • Elimi sallasam ellisi, başımı sallasam tellisi: (halk dilinde) Bir işaretim üzerine dilediğim kadar ve dilediğim gibi istekli çıkabilir.
  • Elinde avucunda nesi varsa: Parasının, varlığının tümü.
  • (Bir şey) Elinde bulunmak (olmak): O şeye sahip bulunmak.
  • (Biri ötekinin) Elinde doğmak: Yaşlı bir kimse birini, çocukluğundan beri yakından tanımak.
  • Elinde kalmak:
    1. Birinin bakımında, yönetiminde kalmak.
    2. Bir şey alıcı bulamayıp sahibinde kalmak.
  • (Bir iş) Elinde olmak: İsteyince o işi yapabilmek.
  • Elinde tutmak:
    1. Kendi tekelinde bulundurmak, başkalarına kaptırmamak.
    2. Bir malı satmayıp bekletmek.
  • (Birinin) Elinde ... var: Yapar, bilir, sahibidir.
  • Elinden: Yüzünden, ... den dolayı.
  • Elinden bir sakatlık çıkmak: Kaza yapmak, birine istemeyerek zarar vermek.
  • Elinden geleni ardına (arkasına) komasın: Elinden ne gelirse yapsın!
  • Elinden geleni yapmak: Gücünün yettiğini yapmak.
  • Elinden gelmek: Yapabilmek.
  • Elinden hiçbir şey kurtulamamak: Her şeyi becerebilmek.
  • Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş görememek.
  • Elinden iş gelmek: Becerikli, hünerli olmak.
  • Elinden kaza çıkmak:
    1. İstemeyerek birini yaralamak ya da öldürmek gibi bir suç işlemek.
    2. Kaza yapmak.
  • Elinden kurtulmak: Birinden kaçmayı başarmak.
  • Elinden tutmak: Yardım etmek, kayırmak.
  • Eline ağır: Elinden çabuk iş çıkmayan.
  • Eline almak:
    1. Buyruğu altına almak.
    2. Bir işi kendi yapmaya başlamak.
  • Eline ayağına kapanmak (sarılmak, düşmek): Birine çok yalvarmak.
  • Eline ayağına üşenmemek: Hamarat olmak, her türlü ayak işlerini gönülden yapmak.
  • (Bir kimsenin) Eline bakmak:
    1. Bir kimsenin yardımıyla geçinmek.
    2. Ne getirdi diye gözlemek.
  • Eline çabuk: Eli çabuk iş gören.
  • Eline düşmek:
    1. Egemenliği, buyruğu altına girmek.
    2. Yakalanmak.
    3. Birine muhtaç olmak.
    4. Birinin malı olmak.
  • Eline eteğine doğru: Temiz, her türlü kötülükten uzak olan.
  • Eline eteğine sarılmak: Çok yalvarmak.
  • Eline geçmek:
    1. Kazanmak, edinmek.
    2. Rastlamak.
    3. Bulmak.
  • (Birinin) Eline kalmak: Ondan başka yardımcısı olmamak.
  • Eline (elinize, ellerinize) sağlık: El emeğiyle güzel bir şey yapana söylenen bir övgü sözü.
  • (Birinin) Eline su dökemez: Herhangi bir erdem bakımından ondan, karşılaştırılamayacak denli aşağı olan kimseyi anlatmak için söylenir.
  • (Bir yerden) Elini ayağını kesmek: Uğramaz olmak.
  • Elini ayağını öpeyim: Çok yalvarırım, ne olur bağışla.
  • Elini çabuk tutmak: Çabuk davranmak.
  • Elini eteğini çekmek: Uzun süredir yaptığı bir işi bırakmak, ilgisini kesmek.
  • Elini kalbine (vicdanına) koyarak (söylemek, düşünmek, hüküm vermek): Adaletten ayrılmayarak.
  • Elini kana bulamak (bulaştırmak): Kan akıtarak adam öldürmek.
  • (Birinin) Elini kolunu bağlamak: Bir şey yapamayacak duruma getirmek.
  • Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Gerekirken hiçbir armağan ya da işe yarar bir şey getirmeksizin gelmek.
  • Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: Pervasızca, kimseden çekinmeden dolaşmak.
  • Elini kulağına atmak: Gazel ya da türkü söylemek üzere elini kulak kepçesinin arkasına koymak.
  • Elini oynatmak: Parayı esirgememek.
  • Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Evde hiçbir iş görmeden rahat bir yaşam sürmek, pek nazlı olmak.
  • Elini sürmemek:
    1. Eliyle dokunmamak.
    2. Bir şeyi kendine yakıştırmayarak yapmamak, tenezzül etmemek.
  • Elini uzatmak: Yardım etmek.
  • (Birine) Elini veren kolunu alamaz (kaptırır):
    1. Bir kimse, küçük bir yardımda bulunmak isteyeni kendi çıkarı için büyük özverilere zorlar, ağır zararlara uğratır.
    2. Borcunu ödemeyecek bir kimseye bir şey verilince, bunun o kimseden kolay kolay alınamayacağını anlatır.
  • (Bir şeyden) Elini yıkamak: O şeyden vazgeçmek.
  • Elinin altında: Her zaman kolayca alınıp kullanılabilecek yerde ve yakınlıkta.
  • Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: (Kadınlar için) Beceremeyeceği işleri yapmaya kalkışmak.
  • Elinin (öllüğün) körü: (hakaret) Sözle rahatsız edilme durumlarında azarlama yollu verilen karşılık.
  • Elinle ver, ayağınla ara: Ödünç aldığı şeyi geri vermeyi savsaklayanlara yakınma olarak söylenir.
  • Elle tutulacak tarafı (yanı) kalmamak:
    1. Sağlam bir yanı kalmamak.
    2. Güvenilecek ya da kayırılacak bir yönü olmamak; hiçbir değerli yanı olmamak.
  • Eller yukarı!: (deyiminin anlamı) Ellerini kaldırarak teslim olmak.
  • Ellerde gezmek: Elden ele dolaşmak.
  • Ellerim yanıma gelsin: "Allah canımı alsın!" anlamında bir inandırma sözü.
  • Ellerin dert görmesin: "Allah senden razı olsun" anlamında bir iyi dilek sözü.


Bakınız:
El (Yabancı) İle İlgili Atasözleri ve Anlamları
El (Yabancı) İle İlgili Deyimler ve Anlamları
El İle İlgili Atasözleri ve Anlamları
( 6 soru/yorum )

Soru ve Yorumlar: 6


Anonim:
Sağolun.
1/1/16 22:00
Bukalemın:
sağolun çok işime yaradı
14/2/16 12:19
admin:
beğenmenize sevindim.
14/2/16 19:04
blueblog:
hiçbir istediğimi bulamadım teşekkür ederim resmen
13/10/16 17:10
Anonim:
Çok teşekkür ederim. LOL
2/9/18 19:21
Anonim:
Çok sağolun çok işime yaradı.
2/10/20 20:42