- Bir şeyi elle ya da bir araçla tutarak, bulunduğu yerden ayırmak: Ekmeklerini koparıp çatallarını ellerine aldılar. (O. Kutlar)
- Satın almak: Geçenlerde dört çile yün almış (S. Faik). Emekli ikramiyemle orada anneme kaloriferli daire alacağım. (A. Özakın)
- Yanında bulundurmak: Hava kapalı, çıkarken şemsiyeni al.
- Birlikte götürmek: Tiyatroya giderken seni de alırım.
- İçine sığmak: Bu teneke beş kilo peynir alır. Belediye binasının önü adam almıyordu. (S. Kocagöz)
- Kabul etmek: Eve kiracı almak. Rüşvet almak. Avanta almak.
- Kendine ulaştırılmak: Mektup almak. Haber almak.
- İçeri sızmak, içine çekmek: Kayık su alıyor. Film ışık almış.
- (Erkek, bazen de kadın için) ... ile evlenmek: Manav Rıza, karısını mahallenin zoruyla almıştı. (S. Faik)
- Sürükleyip götürmek: "Öküzü sel aldı, harmanı yel aldı."
- Bulunduğu yerden ayırmak: Çocuğu okuldan kim alacak?
- Zararlı, tehlikeli bir şeye uğramak: Soğuk almak. Ev ateş almak.
- Bürümek, sarmak, kaplamak: Dağ başını duman almış / Gümüş dere durmaz akar (Marş). Koç yiğitler olmıyaydı / Dünyayı zulmet alırdı. (Pir Sultan Abdal)
- Kısmak, eksiltmek: Eteğin boyundan almak.
- Yolmak, koparmak: Kaş almak.
- Yerini değiştirmek, çekmek: Arabayı kapının önüne al.
- Temizlemek: Masanın tozunu aldın mı? Şu odayı süpürgeyle al.
- Yapmak: Duş almak.
- (İçeri) Götürmek: Bizi salona aldılar.
- Bir yeri savaşla ele geçirmek: İstanbul 1453 yılında alındı.
- Duymak, hissetmek: Burnu iyi koku almıyor.
- Örtmek, koymak: Paltosunu sırtına almak.
- Eriştirmek, erdirmek: Bunu dikkate almalısın. Çocuğu himayesi altına almış.
- ... gibi anlamak: Bir sözü ciddiye almak.
- Şiddetle başlamak: Yola çıkarken bir yağmurdur aldı. Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur. (Şarkı)
- Davranış ya da makam değiştirmek: Aşağıdan almak.
- (İçki ya da sigara) İçmek: Bir kadeh alır mısın?
- Yutmak: İlaçlarını almayı unutma.
- (Yol için) Gitmek: O yolu bir saatte alırsınız.
- Çalmak: Cebinden cüzdanını almışlar.
- Göreve, işe başlatmak: Eleman alınacaktır.
- (Ölüm yoluyla) Ayırmak: Alırsan ikimizi birden al / Koyma beni nazlı yardan geriye (Karacaoğlan). Cenab-ı hak onu senden ziyade seviyormuş, aldı, ne yapalım? (H. R. Gürpınar)
- (Araç ve makine gibi şeyler için) Çalışmaya başlamak: Marşa bastıysa da almadı. (Orhan Kemal)
- İnceleme konusu yapmak, kapsamak: Kimleri alırsak alalım, eserler karşılaştırılınca hep aynı farklar görülecek (M. Ş. İpşiroğlu).
- Öğrenmek, bilgi edinmek: Fabrika sahibinin ismini cismini aldı. (S. Faik)
- Elde etmek, kazanmak: Maçı almak. Kupayı almak. Birinciliği almak.
- (Ses) Kayıt yapmak: Ses kaydı iyi değil, yeniden almak gerekecek.
- (Video, fotoğraf) Çekmek: Ünlü yazarın romanı buğünlerde filme alınıyor.
Almak ile ilgili birleşik kelimeler
- Al (alın!): İşte: Al bir sorun daha.
- Alabildiğine: Tüm hızıyla, olanca.
- Aldı: (Halk edebiyatında) Söylemeye başladı: Aldı Köroğlu. Aldı Karacaoğlan.
Almak ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "almak" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
( atasözlerine geç )
- Al abdestini, ver pabucumu: Nasrettin Hoca'nın bir öyküsünde geçen deyim. İlişkileri kesmek istendiğinde söylenir: Memur aylığıyla bu iş yürümez. Al abdestini, ver pabucumu dedim, istifamı verdim. (A. Nesin)
- Al aşağı etmek: Birini el birliğiyle yerinden indirmek, devirmek: Hele milletin seçtiği insanları al aşağı edip iktidarı gasp etmek... Zorbalığın ta kendisi. (A. E. Kavaklı)
- Al aşağı, vur yukarı: Çekişe çekişe (pazarlık): O satıcı, ben alıcı... Pazarlık, pazarlık... Üç aşağı beş yukarı...Al aşağı vur yukarı... Sonunda pazarlıkta uyuştuk. (A. Nesin)
- Al baştan (etmek): Bir sorunu yeniden ele almak, yeniden üzerinde durmak: Defalarca yenilgiye uğramış, al baştan ederek yeniden uğraşmış, didinmiştir. (B. Boran)
- Al benden de o kadar: (teklifsiz konuşmada) Ben de aynı durumdayım ya da ben de aynı düşüncedeyim: — Seninle buluşacağım diye heyecandan iştahım kaçtı galiba. — Al benden de o kadar. (İlgili cümle kaynağı: T. Duran)
- Al birini vur ötekine: Biri öbüründen iyi değil, ikisi de aynı ölçüde kötü: "Keferenin neyine güveneceğiz dayı? Al birini, vur ötekine. Yunan hazırlanıp duruyormuş ama onlar olmasa İtalyan alacaktı her yeri..."
- Al gülüm, ver gülüm: Yapılan bir işin ya da davranışın karşılığının hemen verilmesinin istendiğini anlatır: Aklımda kalan tecrübe; özellikle bu gibi şeylerde, al gülüm ver gülüm. Al parayı, ver tapuyu. Eğer bu olmuyor ise hadi size güle güle... (F. Babacan)
- Al iskeleyi: (argo) Çek git, sıvış: Kurulan kadro maaşını alacak, profesörler bu buluşa karşılık ordinaryüslüğe terfi edecek, mesele de bitecek. Allah vermiyor, al iskeleyi! (B. Oğuz)
- Al sana bir ... daha!: Yeni bir aksilik olunca bezginlik bildirmek üzere "işte!" anlamında söylenir: Al sana bir dert daha! Al sana bir kocakarı lafı daha. (H. E. Adıvar)
- Al takke, ver külah:
- Uğraşa çekişe: Al takke, ver külah pazarlıkta anlaştılar. (İ. Çapa)
- Aşırı ölçüde senlibenli olmayı anlatır: Gamzeli tebessümleri anlarım; amma kız erkek, toplu halde yapılan al takke ver külâh, alt alta, üst üste yuvarlanışları anlamam! Türk'ün seciyesi, Türk'ün namus ve iffet telâkkisi ile hiç bir ilgi bulamam! (S. Sürmen)
- Alacağına şahin vereceğine karga: Alacağını koparıp alan, borcunu savsaklayan kimse (olmak): Alacağına şahin, vereceğine kargadır. Sakın kolunu kaptırma, kurtaramazsın. (H. F. Gözler)
- Aldı ele girdi yola: Konuyu/işi yakaladı arkasını bırakmadı: Kalemi aldı ele girdi yola. Artık o beyaz yaprak üstünde alabildiğine at koşturacaktı. (H. R. Gürpınar)
- Aldı sazı eline: Hiç kimseyi konuşturmadan konuşan kimseler için kullanılan bir söz: Başkan aldı sazı eline. Önce hükümetin sağlık politikalarını övdü. Sonra muhalefetin ne kadar çapsız olduğunu anlatmaya başladı. Ardından üniversitedeki muhalif öğrencilerin kifayetsizliğine geçti. Başkan susmuyor... (C. Kozanoğlu)
- Aldı yürüdü: Az zamanda çok ilerledi ya da çok genişledi, yayıldı: Fakat mesele şimdi aldı yürüdü. Yeni dükkân açtı, aldı yürüdü. Dedikodu aldı yürüdü.
- Aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Sağladığı iyilik, verdiği zarara değmemek: Bu kadar didinmesi sevinilecek bir sonuç verseydi bari, fakat ne gezer: Aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmedi. (H. F. Gözler)
- Alev almak:
- Tutuşmak, yanmaya başlamak: Cephane alev aldı. Samanlık alev almış.
- (mecazi) Coşmak, heyecanlanmak, heyecana gelmek: Kalbi alev almış. Her gece düşüne giriyormuşum. (A. Nil)
- (mecazi) Öfkelenmek, kızmak: Gözleri cesaret ve mertlik ateşleriyle alev almış gibiydi. (A. C. Akıncı)
- (mecazi) Telaşlanmak: Yusuf'un yüreği ağzına geldi. Yüzünü bir alev aldı. (S. Kocagöz)
- Alıcı çıkmak:
- Müşteri olmak: Nihayet istediğimiz parayı veren alıcı çıktı! (T. Akansu)
- (Evlenmek için) İstemek, talip olmak: Sana alıcı çıktı, a kuzum. (A. Mithat Efendi)
- Alıcı gözüyle bakmak: (Birisi bir şey alacakmış gibi) İnceden inceye gözden geçirmek: Arabanın yanına gelince, arabacı kılığımı şöyle bir süzdü, alıcı gözüyle baktı, sonra: — Efendi on kâğıdını alırım, dedi. (A. Elevli)
- Alıp satmaz görünmek: İlgisiz görünmek veya davranmak: Aliye Berger çevresini hem alıp satmaz görünür hem de pekâlâ umursardı. (H. Taner)
- Alıp sattığı olmamak: Hiç ilgisi bulunmamak.
- Alıp vereceği olmamak:
- Borcu ya da alacağı olmamak.
- (mecazi) Biriyle hiçbir ilgisi olmamak: Onunla ne alıp vereceğim olabilir ki?
- (biriyle) Alıp verememek: "Aranızdaki anlaşmazlık nedir?" anlamında soru olarak kullanılır: Onunla alıp veremediğiniz nedir? Ne alıp veremiyorsunuz?
- Alıp yürümek: Az zamanda çok ilerlemek, yayılmak, çoğalmak, artmak: Alıp yürüdü, yeni bir fabrika daha açtı (O. Sarıgöz). Halk arasında dedikodular alıp yürümüş. (H. Kıvılcımlı)
- Abdest almak:
- İbadetten önce dini kurallara uygun olarak yıkanmak, arınmak: Resulullah (sav) güzel bir şekilde abdest aldı, sonra şöyle buyurdu: "Kim benim şu abdestim gibi abdest alıp mescide gelir ve iki rekat namaz kılar, sonra oturursa geçmiş günahları bağışlanır." (M. Önder)
- Boy abdesti almak: Adam, aceleyle banyo yapıp abdest aldı. İnancı gereği gusül abdesti alması gerekiyordu. (H. Uman)
- Acısını almak:
- Acılığını gidermek: Tuz zeytinin acısını alır.
- Sızıyı dindirmek: Sıcak pansuman yaramın acısını aldı.
- (birinin) Acısını almak: Sıkıntısını, üzüntüsünü azaltmak: İnsan insanın acısını alır derler (G. Boralıoğlu). Musiki ruhun acısını alır.
- Açığa almak:
- (Deniz taşıtını) Kıyıdan uzaklaştırmak: Vedat sandalı daha açığa aldı. (Varlık)
- Bir memuru geçici olarak görevden almak: İki üst düzey yöneticiyi açığa alarak dış güçlerin adamları olduğunu belirten bir rapor hazırlayarak Başbakan'a sundu. (K. Yılmaz)
- Açıktan almak: Belli bir yere ya da bir araca göre uzaktan geçmek: İki tekne, dalgakıranları geride bırakıp, Moda sahilini açıktan alarak Adalar yönüne doğru ilerlemeye başladı. (C. Kayakuş)
- Açıktan para almak: Bir iş ya da mal için ödenen, kararlaştırılmış ücret ya da bedelin dışında para almak: Açıktan para alıp herkesi dolandırmış ve sonra ortadan kaybolmuştu.
- Ad almak:
- Kendisine ad verilmek: Eski ismine yakın bir ad almış; "istenilen şey, emel" manasına gelen "Maksut" ismi verilmişti kendisine. (S. Başkaya)
- Ün kazanmak: Zamanının en bilgili şairleri arasında ad almış bir adamdır. (Ahmet Paşa Divanı)
- Adam almamak: (Bir yer) Aşırı kalabalık olmak: Herkes dışarı dökülmüş; taşıtlar adam almıyor, sinemalar tıklım tıklım, sokaklarda insan başlarından bir nehir. (C. Süreyya)
- (birinin) Adını ağzına abdestle almak: Bir kişiyi anarken çok saygılı davranmak: Şehitlerimizin adını ağzına abdestle al.
- Adını ağzına almamak:
- Anmamak, söz konusu etmemek, söylememek: İstanbul adını artık ağzına almaz olmuş. (R. N. Güntekin)
- Dargınlık, kırgınlık, kızgınlık vb. sebeple bir kimseden söz etmemek: Gururu incinen, hayal kırıklığına uğrayan Deniz; o günden sonra bir daha Murat'ın adını ağzına almadı. (N. Çağlayan)
- Aferin almak: Değerli görülüp beğenilmek: Öğretmeninden de babasından da koskocaman bir "aferin" aldı. Hatta babası ona para bile verdi.
- Ağır yara almak:
- Kavgada veya savaşta önemli ölçüde zarar görmek: Cihada devam etti. Ağır yara aldı. Cepheden kaçmadı. (N. Yıldız)
- Bir olayda beklenmeyen sıkıntılı ve olumsuz bir duruma düşmek: Türk halkı, bu darbelerden ağır yara aldı, ders aldı. (A. Dilipak)
- Ağırdan almak:
- Bir işi gereken süre içinde bitirmemek, geciktirmek: Ağırdan alıyordu yaptığı işi. Kaçınılmaz sonu elinden geldiğince geciktirmek ister gibi. (C. Tan)
- Bir işi gönülsüz, isteksiz yapmak: Malın iyisinden sadaka vermeyi ağırdan alıyordu, yüksünüyordu. (S. S. Karakuş)
- Ağzına taş almış: Söze karışmayıp susanlar için kullanılır: Ağzına taş aldı sanki, bir daha da konuşmadı. Aradan bir yıl geçti, ikinci yıla döndü. (D. Kaya)
- Ağzından laf almak: Karşısındakini şuradan buradan söyleterek arada kendi istediğini anlamak: Ben de olayın gerçek yüzünü ve ayrıntılarını öğrenebilmek için, usta bir gizli servis ajanı gibi, sanki o olayla hiç ilgili yokmuşçasına çok dolaylı sorularla ağzından laf almaya çalışıyordum. (A. Nesin)
- Ağzından lokmasını almak: Birinin hakkı olan şeyi ondan almak: Yaşatmayız onu. Başkasının ağzından lokmasını alan, ocağını söndürmeğe kalkan bir itin, işi ne dünyada? (M. Başaran)
- Ağzından yel alsın!: Kötü bir ihtimalden, kötü bir olasılıktan bahsedenlere "Ağzını hayra aç, güzel şeyler söyle!" anlamında kullanılır: — İnşallah iyi olur. — Ya olmazsa? — Sus! Ağzından yel alsın! Bunu düşünmek bile istemiyorum (S. G. Özeren). "Bak şimdi gönderiyorsun ne güzel. Yarın ben ölünce de arkamdan göndereceksin, tamam mı?" "Ağzından yel alsın anne, sen olmazsan biz ne yaparız?" (İ. Güzel)
- (bir şeyden) Ağzının payını almak:
- Verilen karşılıkla bir kimseye söylediğine veya yaptığına pişman olmak, hak ettiği cevabı almak: "Şu acayip kızları yazsana?" dedi genç bir adam. Tabii saniyesinde bir genç hanımdan ağzının payını aldı: "O zaman şu acayip geri zekalı erkekleri de yazmalı!" (T. Uslu).
- O şeyin acı deneyimini yaşamış olmak, dersini almak: Çanakkale'yi geçemeyen düşman "ağzının payını" almıştı... (B. Bozgeyik)
- Ah (Ahını) almak: Birinin ilenmesini üstüne çekmek: Ve asla ah alma, ahlar yerde kalmaz oğlum, hele ki gururuyla, onuruyla, şerefiyle, namusuyla oynama kimsenin ki o ahların ahı bile bulur zamanı gelince insanı... (Ç. Aktepe). Kim bilir kimlerin ahını aldı, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını yedi de bu işler başına geldi. (D. Dündar)
- Akıl almak: Sormak, danışmak: Üstesinden gelemediği konularda akıl almak için telefonla arıyordu. (C. Aktaş)
- Akıl almamak: İnanılacak gibi olmamak: Ne olmuş bu adama böyle? Akıl almıyor bir türlü. Çok değişmiş, çok. Allah merhamet ihsan etmiş. San ki o taş yürekli adam gitmiş de, yerine gökten bir iyilik meleği inmiş. (T. Karabulut)
- Akıl almaz: İnanılacak gibi değil: Akıl almaz büyüklükte bir evren. Akıl almaz küçüklükte canlılar. Akıl almaz uzunlukta bir zaman. Akıl almaz kısalıkta bir ölüm. (M. Kardaş)
- Akıl havsala almamak: Akla mantığa sığmamak: Akıl havsala almazdı bunların bir gün böyle hareket edeceklerini. (A. Akın)
- (birinin bir şeyi) Aklı almamak:
- Anlamamak: Öteki tarafa inanmıyor olmasını aklı almadı... "Ulan öleceksin be," dedi içinden, "bir ayağın çukurda." (A. Tunç)
- Bir şeyin olabileceğine inanmamak: Bu meseleyi birçok kimsenin aklı almadı. Nereden ve kim olduğu tam olarak belli olmayan, hatta üzerinde durulmaya bile değmeyen, sıradan bir kimsenin oğlu olan İbrahim Paşa'nın gün gelip bu makama yükseleceği hayal bile edilemezdi... (E. Subaşı)
- Uygun bulmamak: Müzehher omuz silkti. Aklı almadı bu işi... (R. Enis)
- Aklını başına almak: Akılsızca davranışlara son vermek: Aklını başına al oğul, kendine gel.
- (bir şey, birinin) Aklını başından almak: Düşünemeyecek bir duruma getirmek: Zühre aklını başından aldı senin, zaten kuş kadar aklın vardı o da uçtu gitti. (M. Gülsoy)
- Alaya almak: Alay etmek, eğlenmek: Kimi de onu, "deli doktoru olduğu için, delilik ona da bulaştı" diye alaya alıyordu. (N. Kızılyürek)
- Allah verdi, Allah aldı: Bir sevdiğini, bilhassa evlâdını kaybedenlere söylenen teselli sözü: "Allah verdi, Allah aldı. Muhakkak biz Allah'ınız. Her şey onun emri ile olur. Ve muhakkak O'na döneceğiz" demişti. (S. Asımgil)
- Alttan almak: Moral bozucu durumlarda yumuşak, esnek davranmak: Yine de Gökhan, Sevgi öğretmeni üzmemek için devamlı alttan alıyordu... (A. İren)
- Ameliyata almak: Gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra hastayı ameliyat etmek: Trafik kazası geçirmiş, ameliyata almışlar... (Ş. Yaşar)
- Ana baba duası almış: Annesini babasını memnun etmiş, onların manevi desteğini kazanmış: Anne-babanın duası, bütün duaların önündeydi. Allah, anne babanın duasını mutlaka kabul ederdi. (A. Saraç)
- Aralarına almak: Bir çevreye kabul etmek: Başlarda onu aralarına almışlar, bilgili biri olduğundan ona değer vermişler. (A. Demirkal)
- Arkası alınmak: Sona erdirilmek, bitirilmek, önlemek: Kaçakçılığın arkası alındı.
- Arkasına almak:
- Taşımak, sırtına bindirmek: Bayırdan biçtiği taze otları arkasına almış, eve doğru geliyormuş. (İ. Z. Burdurlu)
- (mecazi) Desteğini sağlamak: Doğu Türklerini arkasına almış bulunan Türgeşler öncülüğe sıvanmıştı... (S. Divitçioğlu)
- Arkasını almak: Bir işi tamamlamak: Ben de kitabın arkasını almak için boyuna ona çalışıyor, boyuna da işime yarayacak kitapları okuyorum. (S. Birsel)
- Arkasını sağlama almak: Bir işe başlarken çok güçlü bir destek bulmuş olmak: Eline imkân geçip arkasını sağlama alınca kilisede kışkırtıcı vaazlar vermeye başladı. (Efem)
- (Bir) Arpa boyu kadar yol almak: Pek az ilerlemek: Meğer gide gide bir arpa boyu kadar yol almışım. En iyisi mi, Hızır atına binmeli. Öyle gitmeli. (C. E. Kavaklıgil)
- Askıya almak:
- Altı boşalıp desteği kalmayan yapıyı dikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak
- Oturmuş veya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak
- (mecazi) Bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak: Vaatlerini askıya alıyor, çevresindeki insanlara yeni yeni sözler verdiği halde her defasında sözlerini çiğneyerek onları aldatmayı alışkanlık haline getiriyor...
- Aşağı almak: Devirmek, yıkmak, alt etmek: Kaç sadrazamı tahtlarından, mevkilerinden aşağı almış, ya da canlarına kıymıştı. (S. Ayverdi)
- Aşağıdan almak: Sert konuşan bir kimse karşısında yumuşak bir dil kullanmak: Genç yabancı Köroğlu'nu süzdükten sonra biraz aşağıdan aldı: Affet suçum, insaf eyle / Öldürme gel ağam beni / Ben kulunu azat eyle / Hakir kılma ağam beni... (M. Sertoğlu)
- Ateş almak:
- Tutuşmak: Şehrin yarısı alevlerle ateş aldı; su bile ondan korkup şaşırmaktaydı. (Mesnevi)
- Silahı patlamak: Takıldı düştü ve silahı ateş aldı kendini vurdu. (Ç. Seziş)
- (mecazi) Telaşlanmak, heyecanlanmak: "Abla ateş almış yüreğime, su serpiyorsun!" (T. Akansu). Nedir bu halin? Ateş almış gibi girdin içeriye!
- (mecazi) Coşmak: "Bir sözden, bir asker geçişinden, bir düşünceden yüreği parlar, gönlü ateş alır adam olmalı." (M. Ş. Esendal)
- (mecazi) Acele davranmak, acele etmek: Seninkini gördüm az evvel, ateş almış gibi fırladı apartmandan. (M. A. Kızıldağ)
- Ateş almaya mı geldin?: Uğradığı yerden hemen ayrılmaya kalkan misafire sitem yollu söylenir: — Ne zaman gidiyorsun? — Yarın sabah. — Niye, ateş almaya mı geldin? (F. D. Sürünme)
- Ateşini almak:
- Yüksek vücut ısısını düşürmek: Kolonya çocuğun ateşini aldı. (A. Püsküllüoğlu)
- Derece ile ateşi ölçmek: O esnada hemen çantasından bir alet çıkarıp Fatma'nın ateşini aldı, sonra iğneyi kaynatır kaynatmaz Fatma'ya şırınga etti. (T. Çayırcı)
- (mecazi) Acıyı, yanmayı azaltmak: Bir tek banyo bütün yorgunluklarını ve içinin ateşini aldı. (A. Gündüz)
- Atı alan Üsküdar'ı geçti: Fırsat kaçırıldı; artık yapacak bir şey kalmadı, geç kalındı: Anladık ama geç anladık; atı alan Üsküdar'ı geçti. (H. Atmaca)
- Avucunun içine almak: Bir kimseyi istediği gibi yönlendirecek biçimde baskı ve etki altına almak: Kadın, kocasını avucunun içine almış, her istediğini yaptırıyor.
- Ayağını denk almak:
- Başkalarının kendisine yapma ihtimali bulunan kötülüklere karşı uyanık davranmak: Ayağını denk al yoksa ayağını kaydırırlar... (H. Gökhan)
- Dikkat etmek: Bana bak, ayağını denk al! Yakalanayım deme!..
- "Haddini bil!" anlamında da kullanılır: Bana tehdit sökmez, ayağını denk al!
- Ayağını tek almak: Bir işte iyi düşünüp taşınarak dikkatli davranmak.
- (birini) Ayağının altına almak:
- İyice dövmek, tekmeleyip iyiden iyiye dövmek, tepelemek: Terbiyesizlik etme, bak yakalarsam ayağımın altına alırım, defol buradan! (İ. İlhan)
- Çiğnemek, sayılması (saygı duyulması) gereken bir şeyi saymamak: Nemrud da bunun gibi bilgisizlik ve körlük yüzünden o lütufları ayağının altına aldı. Şimdi kâfir oldu, yol kesmekte. (Mevlânâ Celaleddin-i Rumi)
- Ayak almak: (müzik, halk dilinde) Ayak, çalınan çalgıya veya müziğin temposuna uymak: Ayağı alan kalkar oynar. Hele damat, hiç oturtulmaz her oyuna kalkan arkadaşı çeker karşısına. Öyle ya kolay mı damat olmak? (S. Meral)
- Ayakaltına almak: Hakir görmek, gözden çıkarmak: Köyün namusunu ayak altına aldı, diye sopalarla üzerine yürüdüler zavallının. (A. Miskioğlu)
- Ayaklar altına almak: Önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak: Şerefini, namusunu ayaklar altına aldı.
- Baktıkça alır: "Güzelliği birdenbire göze çarpmaz" anlamında kullanılan bir söz: Bir dilber Çerkez kızıdır; / İnsanı baktıkça alır. (Tevfik Fikret)
- Bal alacak çiçeği bilmek (bulmak): Kendine çok yarar sağlayacak kişiyi, şeyi veya yeri bilmek (bulmak): Çok akıllıymış. Bal alacak çiçeği iyi bilir derler. Sizi boşuna istememiştir. Bence hemen kabul edin. (E. Bener)
- Başına bela almak: Bir sorunla karşılaşmak, kötü bir duruma düşmek: Şehir yerinde ne yapmıştı da başına bela almıştı bu oğlan? (I. Özgentürk)
- (bir şeyden) Baş alamamak: Çok uğraştıran bir konu yüzünden vakit ve fırsat bulamamak: Şu çocuklarla uğraşmaktan baş alamıyorum ki sana geleyim. (O. Sarıgöz)
- (bir şeyden) Baş almak: Fırsat bulmak: Resmi işlerden baş aldıkça hemen şiir yazmağa koyulurdu. (M. E. Uludağ)
- (bir şeyden) Başını alamamak: Bir şeyden kurtulamamak; o şey yüzünden başka bir şey için zaman ve fırsat bulamamak: Zevkle yaptığı tek iş kitap okumaktı, fakat nöbetlerden başını alamıyordu. (A. E. Kavaklı)
- Başını alıp gitmek: İzin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak: Ben de başımı alıp gitmek istiyordum. Amma nereye? Bilmiyordum. Yalnız bu şehirden, bu insanlardan kaçmak, uzaklara, dilini bilmediğim memleketlere gitmek istiyordum. (C. S. Tarancı)
- Başını duman almak: Efkarlanmak: Efkârlı başımı duman bürüyor / Yürekteki yağlar bile eriyor
- Başını (Kellesini) koltuğunun altına almak: Bir işe ölümü göze alarak girişmek: Bendeleri dahi başını koltuğunun altına alarak vatanım ve velinimetim için yapacağım bu hizmetten dolayı mesrur ve mağrur olduğum halde ve maruz kalacağım müthiş tehlikeleri düşünmekten kuvve-i müfekkiremi men'ile buraya geldim. (B. Şakir)
- Başlık almak: Bazı bölgelerde, evlenirken kızın babası oğlan evinden para veya mal almak: Babam başlık parası aldı onlara çeyiz aldı. Başlık parası yenmez haramdır diyordu. (G. T. Eren)
- Baz almak: Esas veya temel olarak almak: Bu öykü dedemin hayatını baz alıyor. (M. Ertaylan)
- (birinin) Bedduasını almak: Biri tarafından kendisine ilenilmek: Onun zulmüne uğramış birçok insanın bedduasını almış. (A. Fırat)
- Belayı satın almak: Göz göre göre belayı üstüne çekmek: Adamın üstüne üstüne yürümekle belayı satın aldın. (N. Muallimoğlu)
- Beş para almamak: Hiç para almamak: Onun bir sürü işini beş para almadan yapıyorum (N. Doymuş).
- Bıyıkları ele almak: Delikanlılık çağına girmek: Yavaş yavaş bıyıkları ele almağa başlamış. Dükkânı var, kesesinde parası var. Üstelik genç âlânın âlâsı, yerden bitmiş gibi. (A. S. M. Alus)
- Biçim almak: Biçimlenmek, belli bir biçime girmek, şekillenmek: İlk müsveddeler bir daha elden geçirilmiş, yeni bir biçim almıştı. (İ. Özcan)
- Bir alan pişman, bir almayan: Gösterişi olduğu halde bir işe yaramayan şeyler hakkında kullanılır: İstanbul'dan geldi!. İpek şekeri!.. Bir alan pişman, bir almayan pişman! (Ubeydullah Efendi)
- Bir düşüncedir almak: Uzun uzun düşünmeye, bir çözüm yolu aramaya başlamak: Gelinlik çağına erince beyi bir düşüncedir almış. Kızını evlendirmesi gerek. Ne var ki, değil sokağa, odasından bile dışarıya çıkmayan bu kızı, kimlere versin. (M. Önder)
- Bir elle verdiğini öbür elle almak: Yapıyormuş göründüğü bir iyiliği, elde ettiği çıkarlarla karşısındakine pahalıya ödetmek: Zira alınan vergi miktarı kadar bir harcama yapılırsa hükümet bir elle verdiğini diğer elle geri almış olur. (İ. Ü. Maliye Ens.)
- ... bir hâl almak: ... bir duruma gelmek: Hastalık tehlikeli bir hâl almıştı.
- Bohçasını koltuğuna almak: Kendi isteğiyle ayrılmak: Bohçasını koltuğuna almış, konaktan fırlayıp koşarlı ayaklarıyla soluğu yalı boyunda almış... (R. E. Koçu)
- Borca almak: Veresiye almak: Yalnız benim param yoktu borca aldım. Onun için bedelini ver bana. (M. N. Samancı)
- Borç almak: Birinden, daha sonra ödemek üzere para almak: Bir yerlerden borç almış. Ne de olsa adam kendine iş kuruyor. (G. Budayıcıoğlu)
- Boşa almak:
- Askıya almak
- Motorlu araçlarda vites kolunu vitesten kurtarmak, rölantiye almak: Otomobilin vitesini boşa aldı. İtip kenara doğru sürükledi. (U. Becerikli)
- Boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz (Boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı): Her ikisi de verimsiz iki seçenek karşısında içinden çıkılamayan güç bir durumda kalınınca söylenir: Eğer öyle de böyle de olmuyorsa, bir tür boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz durumu ortaya çıkmışsa... (F. Başkaya). O geceyi sadece bunu düşünerek geçirdim. Boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı.
- Boy almak: Boyu uzamak, daha boylanmak: Boy aldı buğday. (M. Kara)
- Boynuna almak: Bir şeyi borç ya da ödev olarak almak: Allahü Teala, emaneti, bu aşk sorumluluğunu kim boynuna alır diye hitap ettiği zaman insanoğlu o yükü boynuna aldı. İnsanoğlu başka varlıkların ona güç yetiremediğini görünce ona talip oldu... (Dinle Neyden - H. K. Yılmaz)
- Boyunun ölçüsünü almak:
- Kendi yetersizliğinin, beceriksizliğinin bilincine varmak: Üniversiteye gidince boyunun ölçüsünü aldı. Üniversite ona en zeki olmadığını, hatta buna yaklaşamadığını gösterdi.
- Umduğu yakınlığı görememek: Bir kez boyunun ölçüsünü aldı benden, onun için bulaşamaz bana artık, o biraz yürek ister. (R. Çizen)
- Burnu yere düşse almaz: Kendini beğenmiş, kibirli.
- Can alıp can vermek: Büyük bir sıkıntı ve acı içinde olmak, bunalmak: "Geride canımdan bir parça olan tertemiz bir oğul bırakıyorum." dedi. Konuşurken can alıp can veriyordu. (M. Büyükşahin)
- Can almak: Öldürmek: Kaç tenden can aldı verdiğin çile, / Yoldaşlık eyledin hep Azrail'e (K. Erzurum)
- Canını al, parasını alma: Çok cimri kimseler hakkında kullanılır: Selim'in canını al, parasını alma... Bu kez de parayı ben vermek zorunda kaldım. (A. Nesin)
- Canını almak: Öldürmek: Al kanatlı Azrail geldi, fidan gibi bir yiğidin canını aldı. Ona ağlaşırız dediler. (M. Önder)
- Cesaret almak: İçinde bulunduğu elverişli durumlar nedeniyle yürek gücü artmak, yüz bulmak, hız almak, destek bulmak: Her iki taraf da şan ve şeref için savaşıyor ve kumandanlarının yiğitliğinden cesaret alıyordu. (F. Babacan)
- (birine) Cephe almak: Hasım durumu takınmak, bir düşünceye karşı olmak, direnmek: Cephe almıştı etrafında onun aşkına söz eden herkese. (İ. İ. Turan)
- Ceketini alıp çıkmak:
- İlişkisini tamamen bitirmek: "Bir daha beni asla arama. Bitti!" diyerek ceketini alıp çıkmıştı... (A. Ilgaz)
- Hiçbir şey almadan birlikteliği bitirmek, ortalıktan ayrılmak: Yine de o günkü şartların gereği ayrıldık, ceketi alıp çıktığımda elimde param yoktu ama tekstil ve konfeksiyon işini öğrenmiştim. (M. Arat, İ. Gürel)
- Ceza almak: Cezalandırılmak: Kimisi ceza aldı, kimisi başka yerlere tayin edildi. (M. Çelik)
- Ciddiye almak: İnanmak, gerçek sanmak, önem vermek: Yarı şaka konuşmamı tamamen ciddiye aldı (H. Topuz). Çok çalışkandı. İşini ciddiye alıyordu. (T. Baytok)
- Çekip almak: Uzaklaştırmak, uğraşısına son vermek, koparmak: Köy okulunun üçüncü sınıfından çekip aldı onu. (F. Baykurt)
- Çembere almak: Kuşatmak: Pusuyu geçer geçmez düşmanı çembere aldılar. (A. Refik)
- Çıkış almak:
- İşten ayrılmak
- Çıkış belgesi almak.
- Dağların misafir aldığı mevsim: (şaka yollu) Yaz mevsimi: Vakit yaz vakti demiştik. Dağların tam misafir aldığı sıralar. Türlü çiçekler açmış, çam kokusu nane kokusuna, püren kokusu salep kokusuna, gül kokusu sümbül nergis kokusuna karışmış, mest eden bir koku... (N. Gürsel)
- Darasını almak: İçine bir şey konulacak kabın ağırlığını tartarak hesaplamak (ve bu ağırlığı tartıda göz ardı etmek): Yoğurtçu da kabın darasını alır ardından istenilen yoğurdu tartar ve verirdi. (H. Çimrin)
- Darbe almak: Kötü bir duruma düşmek: Safavi Devleti, Çaldıran ovasında Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim'e yenilerek büyük darbe almıştı. (A. Aktaş)
- Demir almak:
- (denizcilik) Gemi yola çıkmak için çapasını denizden çekmek, gitmeye hazırlanmak: Limandan meçhule giden bir gemi demir aldı. (M. E. Şencan)
- (mecazi) Uzunca süre bulunduğu bir yerden uzaklaşmak üzere ayrılmak: Tükenmeyen ayrılık sancıları. Zamanla demir aldı gönlümün yolcuları... (E. Şamur)
- Derece almak: Bir yarışmada kazananlar arasında bulunmak: Hikaye yarışmasında derece aldı. (A. Bezirci)
- Ders almak:
- Bir konu üzerinde bir öğrenci yetkili bir kimseden bilgi edinmek: Üniversiteye hazırlık için özel ders alıyordu.
- (mecazi) Sonucunda zarar verici olan, olumsuz bir olaydan tecrübe kazanmak: Türk halkı, bu darbelerden ağır yara aldı, ders aldı. (A. Dilipak)
- Dersini almak: Azarlanmak, cezalandırılmak, birinden haddini bildirecek bir davranış görmek: Tevfik Fikri Bey sınıfa şöyle bir baktı. O kadar. Bu bakışla hayatımızın unutulmaz bir dersini almış olduk. İşlediğimiz suç yüzlerimize vurulmamıştı ama hepimiz utançtan, pişmanlıktan eziliyorduk. (Z. Sarıhan)
- Dikkate almak: Hesaba katmak, gereğini düşünmek, göz önünde tutmak: Yapılan haklı uyarıları dikkate aldı ve kararını değiştirdi.
- Direktif almak: Talimat almak, emredilmek: Doğrudan doğruya Bakanlıktan direktif alıyordu. (P. Tuğlacı)
- Dizginleri ele almak: İşi yönetmeyi tümüyle kendi eline almak ya da geçirmek: Oğlunun müesseseyi yürütemeyeceğini anlayan baba, yeniden dizginleri ele almaya mecbur kaldı. (N. Muallimoğlu)
- Doluya koysan almaz, boşa koysan dolmaz (Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı): Her ikisi de verimsiz iki seçenek karşısında içinden çıkılamayan güç bir durumda kalınınca söylenir: Eğer öyle de böyle de olmuyorsa, bir tür boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz durumu ortaya çıkmışsa... (F. Başkaya). O geceyi sadece bunu düşünerek geçirdim. Boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı.
- Döküm almak: (deyim) Ayrıntılı hesap listesini toplu olarak göstermek: Pazartesi, hesapların dökümünü alıp aylık rapor hazırladı. (C. Tan)
- Döl almak: Cins bir hayvandan yararlanarak iyi cins yavru almak.
- Dua (duasını) almak: İyi yapılan bir işle birinin hoşnutluğunu kazanmak: Sen ana duası almış bir çocuksun. (S. Kaplan)
- Duman almak:
- Sis kaplamak, sis bürümek: Dağ başını duman almış, / Gümüş dere durmaz akar. (Gençlik Marşı)
- Sigara dumanını içine çekmek.
- Durum almak:
- Belli bir duruş biçimine geçmek: Göğün duru mavisi her zamankinden parlak bir durum almıştı. (İ. Sarıibrahimoğlu)
- Bir olay karşısında belli bir tavır almak: Barış isteği gizlenmeyecek bir durum almıştı. (T. Bıyıklıoğlu)
- Duyum almak: Bir konu hakkında haber almak, bilgi edinmek: Hz. Peygamber (sas), Suriye topraklarında Bizanslılar tarafından Medine üzerine bir saldırı yapılacağına dair bir durum almıştı. (H. N. Ertürk)
- Eğitim almak: Belli bir bilim dalı veya sanat kolunda yetişmek: Orada iyi bir eğitim aldı ve matematik alanında uzmanlaştı. (A. T. Kürüm)
- Eğreti almak: Ödünç almak: Annem, başıma, üstünde "Maşallah" işli bir de sünnet başlığı koydu, onu da birisinden eğreti almış olacak. (A. Nesin)
- Eğretiye almak: Bir yapının alt kısmını onarmak için üstünü destekler üzerinde durdurmak (oturtmak): Göçeceğini anlar anlamaz derhal bir usta götürür, eğretiye alır. (N. Tekerek)
- Ekmeğini eline almak: Kendi kazanç sağlayacak duruma gelmek, bir meslek sahibi olmak: Halis de sebat etmiş, okulunu başarıyla bitirip, askerliğini de aradan çıkarmış, tez zamanda ekmeğini eline almıştı. (A. Çağlayan)
- Ekmeğini elinden almak: İşini elinden almak, işinden çıkmasına sebep olmak: Gel öldür bari, bir adamın ekmeğini elinden almak öldürmekten beter değil mi? (Y. Güney)
- El almak:
- Tarikata girmeyi, bir mürşide bağlanarak manevi eğitimini ona teslim etmeyi ifade eder: Hacı Bektaş Veli'den el almış, dervişi olmuş ve Hacı Bektaş Veli'nin emri ile - Düşkünler Ocağı - görevini üstlenmiştir. (A. Kahraman)
- Bir sanatı yapmak üzere ustasının iznini almak: Çıraklığını bitirmiş, el almış veya peştamal kuşanmış, mesleğini lâyıkıyla öğrenmiş kişi... (M. Z. Kuşoğlu)
- Bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan usulleri bir başkasından öğrenip, bir hastalığı iyi etme yeteneğini devralmak: Geride kalana elini verir, biiznillah ondan sonra el almış kişinin yaptıkları her derde deva olur... (M. İzgü)
- Kağıt oyunlarında karşı tarafın oynadığı kağıdın daha kuvvetlisini oynayarak üstünlük sağlamak.
- Elden almak: Bir malı pazara çıkarılmadan sahibinin elinden satın almak: Leylanın elbisesi yeni değil. Önceki kış dışarıdan gelen birisinden elden aldı. (N. Turhan)
- Ele alınır: Oldukça iyi, işe yarar: O işin ele alınır bir yönü varsa harekete geçmeyi geciktirmeyelim. (H. F. Gözler)
- Ele alınmaz: Çok berbat, kötü: Yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir haldedir. (Y. K. Karaosmanoğlu)
- Ele almak:
- Bir şey üzerinde çalışmaya başlamak: Hâlâ güncel olan bir sorunu, görece yeni bir yaklaşımla ele alma amacındadır.
- Bir konuyu görüşmek: Beyleriyle birlikte meseleyi ele almış, biraz da lakayt tavırla konuşuyor, derhal Zülkadriye üzerine yürümekten bahsediyordu. (E. Subaşı)
- Bir konuyu incelemek, araştırmak: Melez kültürler konusunu ele almış, çeşitli bakış açıları ile toplumsal yapı ve kültürel etkileşim süreçlerini sorgulamıştır. (Ş. Erkayhan)
- Herhangi bir şeyi iş edinmek: "Fakat dediğim gibi ben yüzsüzlüğü ele almıştım." (R. N. Güntekin)
- Elektrik almak: Etkilenmek, etkisi altında kalmak: "Ay çok şakacısınız. Sizden elektrik aldım. Tanışmak isterim," deyince Atila, iltifatı karşılıksız bırakmaz ve şöyle der: "Benden elektrik almamak zaten olmazdı, Keban Barajı gibiyimdir. Görüşmek üzere, hoşça kalın." (R. Altıntaş)
- Elinden almak: Bir şeyden mahrum etmek: Onun bütün yetkilerini elinden almıştı. (Y. Kayaalp)
- Eline almak:
- Buyruğu altına almak, bir işin veya yerin yönetimini üstlenmek: Onu yönetimden indirip işleri eline aldı.
- Bir işi kendi yapmaya başlamak: Adamları onu aldatıyorlardı. İşleri eline aldı. (Ö. Seyfettin)
- (birine) Elini veren kolunu alamaz (kaptırır):
- Birinin bir kimseden gördüğü yardımdan sonra daha büyüklerini istemesi: Baldırı çıplak takımı kanaatsizdir. Verdikçe isterler. Elini veren kolunu alamaz onlardan. (H. Kıyafet)
- Aldığını vermeyen daimî almak isteyenler için söylenir: Dedikodulara kulak verilmeliydi. Ona elini veren kolunu kaptırıyordu. (N. Kaya)
- Esir almak:
- Tutsak etmek: Üç bin altmış adam esir almış, geriye kalan kefereler gemilere binip denizde kurtulmuşlar. (Evliya Çelebi)
- Alıkoymak, meşgul etmek: Eğer teknik imkânlar doğru kullanılmazsa teknoloji bütün hayatı esir alır.
- Ezbere almak: Dikkat etmeden satın almak.
- Façasını almak (al aşağı etmek): (argo) Utandırmak, fiyakasını bozmak, mahcup etmek: Alırım façanı aşağıya, amorf olursun. (F. Develioğlu)
- Felekten kâm almak: Talihinden yana hiç yakınması olmadan, umduğu her zevke ererek, dilediği her şeye kavuşarak yaşamak: Bahar gülüp eğlenme mevsimi ve felekten kâm alma zamanıdır (TDV). Kör talihim, felekten kâm almama izin vermemişti. (H. F. Gözler)
- Fennini almak: Bir işin inceliklerini kavrayıp o alanda ustalık kazanmaya başlamak: Japonya Avrupa medeniyetinin ilmini ve fennini almış, o âlemin kötü taraflarını reddetmiştir. (A. N. Tarhan)
- Fikir (Fikrini) almak: (Birine) Akıl danışmak, düşüncesinden yararlanmak: Bilhassa, bu mevzu etrafında fikir almak için doktorlarla görüşmüş, tıp eserlerini tetkik etmiş... (F. A. Tansel)
- Fitili almak: Telaş ve öfkeyle parlamak: İnsan bir kere fitili aldı mı, idare kandili gibi sabahlara kadar yanar tutuşur. (A. Rasim)
- Garanti altına almak: Güvence altına almak: Alacaklılar bu kararnâme ile alacaklarının ödenmesini garanti altına almış oluyorlardı.
- Gardını almak:
- Savunma durumuna geçmek: Sırtını ağaca verdi adamlara karşı gardını aldı.
- (mecazi) Önceden önlemini almak: Mehmet biliyor işi, gardını almış bekliyor.
- Gelin almak:
- Erkeğe bir eş bulmak: Elif oğluna gelin almak isteyen kadınların dilindeydi. (Gökmenzâde)
- (folklor) Evlenecek kızı, özel bir törenle baba evinden alarak oğlan evine götürmek: Konağın önünde çalgılı bir kalabalık gelin almak için bekleşiyordu. (A. K. Karslı)
- Gem almak:
- (At) Alışıp hizmete elverişli duruma gelmek: Demek gem almak istemiyor... Bu ne kadar vahşilik... (H. R. Gürpınar)
- (mecazi) Söz dinlemek: Lâkin o hayırsız, gem alır, zincire gelir boydan olmadığını ortaya koymakta gecikmedi. (H. R. Gürpınar)
- Gem almamak: (mecazi) Söz dinlememek, buyruk altına girmemek, baskı altına alınamamak: Sel ederdi yüreğim akan suları, / Gönül atı gem almaz kırdı yuları (D. Erdem)
- Gemi azıya almak:
- (At) Gemi azı dişleri arasına alıp etkisiz bırakarak binicisini dinlememek ve alabildiğine koşmak: Top atışı hayvanı heyecanlandırdı ve at dörtnala kalktı, gemi azıya aldı.
- (mecazi) Azgınlaşıp söz dinlemez olmak: Aklını yitirmiş çapulcular, kudurmuş ve gemi azıya almışlardı (V. Karanfil). Akıllanmak yerine iyiden iyiye gemi azıya aldı. (B. Başarır)
- Geniş bir nefes almak: Sıkıntılı bir durumdan kurtulmak, ferahlığa kavuşmak: Düşmanlardan temizlenerek memleket geniş bir nefes almıştı. (S. Ayverdi)
- Geri almak:
- Verdiğini almak
- Geriye doğru götürmek
- Düşmandan kurtarmak: Kudüs'ü kuşatarak haçlılardan geri aldı.
- Arabayı geri geri götürmek için vites kolunu geri durumuna getirmek.
- Geze almak: Hedefe doğrultmak: Bağ hendeğine sinip, tüfeği geze aldım. (M. Ş. Esendal)
- Gırgıra almak:
- Bir işi ciddiye almamak: İşi gırgıra alıyor gibi bir halin var. (E. Sezer)
- Alaya almak, dalga geçmek: Hatta, 58 yaşındaki rakibini "fazla genç ve tecrübesiz" bulduğunu söyleyerek gırgıra aldı. (H. Şahin)
- Gönül almak: Ufak da olsa bir armağanla sevindirmek, hoşnut etmek: Gönül almak o kişinin duasını almak demektir. (M. İyi)
- Gönlünü almak: Kırılan bir kimseyi güzel bir davranışla hoşnut etmek: Sultan ona atalık tutumuyla güzel sözler söyleyip gönlünü aldı. Kendisini muazzam bir köşke yerleştirdi. Pek çok iltifatlar eyledi. (A. Şimşirgil)
- Görev almak: Bir görevde bulunmak, bir görevi üstlenmek: Hacı Numan Medresesinde görev aldı. (E. Konukçu)
- Göz alabildiğine: Gözün görebileceği en uzak yerlere kadar: Göz alabildiğine uzanan deryalarda cirit atıyorduk. Ufuk çizgisinin büyüklüğü uçsuz bucaksız bir deniz çarşafını seriyordu gözlerimizin önüne. (M. Karaburç)
- Göz almak: Göz kamaştırmak: Vitrinleri göz alıyordu. Mücevhercilere ait olanlar ise göz kamaştırıcı idi. (A. Tümen)
- Göz hapsine almak: Bakışlarını üzerinden ayırmamak, hiçbir davranışını gözden kaçırmamak: ... belli etmeden evini göz hapsine alıp kendisini adım adım takip ettim. (H. Erdem)
- Göz önüne almak: Önceden düşünmek, hesaplamak, dikkate almak: O ikinciyi seçti, ama bu kararı almadan önce birkaç faktörü göz önüne aldı. (S. Bölükbaşı)
- Göze almak: Gelebilecek her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabul etmek: Günde birkaç defa şehitliği göze alarak Müslüman kalan, mücadelesine devam eden, şiddetli manevi bir zelzele ve fırtınada ayakta kalabilen yapılar gibidirler Sahabeler. (M. Sarıcık)
- Gözlem altına almak:
- Bir nesneyi, olayı veya bir gerçeği, niteliklerinin bilinmesi amacıyla, dikkatli ve planlı olarak ele alıp incelemek
- Hastanın hastalığını izlemek, denetim altında bulundurmak.
- Gözü almamak: Beğenmemek, görünüşü kendisine güven vermemek, (kendine) güvenememek: Altı uçurum sayılırdı. Gözü almadı aşağı doğru boşluğa kendini bırakmayı. Yaşam ağır basıyordu. (A. Sayar)
- Gözünü alamamak: Bir şeye, bir yere bakmaktayken hayranlık duyarak gözünü oradan başka bir yere çevirememek: Çocuk gökkuşağını seyrediyor, gözünü ondan alamıyordu. (A. E. Seyf)
- Gözünü almak:
- Şiddetli ışık sebebiyle gözü iyi göremez duruma gelmek: Bekçi fenerinin keskin ışıkları gözünü almıştı Sabit Efendi'nin. (H. Ülker)
- (mecazi) Aşırı biçimde etkilenmek: Gümüş tavanlı, altın pencereli, zarif bir köşk; kapısında kendisini bekleyen elleri çiçekli, beyaz elbiseli huriler gözünü aldı. (A. E. Kavaklı)
- Gururunu ayakaltına almak: Her şeyi göze alıp ödün vermek, ilkelerden vazgeçmek: Tüm gururunu ayaklar altına alırcasına elini uzatarak parayı aldı. (M. Karakuş)
- Gün almak:
- Bir yerden, belli bir nedenle zaman ayırtmak, randevu: Doktordan gün almak.
- Tamamladığı yaşı izleyen yılın bir ya da birkaç günü daha geçmiş olmak: Beş yaşından iki gün aldı.
- (birinin) Günahını almak: Onun hakkında haksız olarak kötü düşünmek: "Çocuğun boş yere günahını almışım. Meğer ne hayırsever çocukmuş da haberim yokmuş." (R. Altıntaş)
- (bir yer) Güneş almak: Güneş ışıklarının erişeceği durumda olmak: Güzel bir evimiz var: üç odalı, manzaralı, güneş alan bir ev.
- Güvence altına almak: Koruma sorumluluğunu üstlenmek: Yaşama hakkı ile din ve vicdan hürriyetini verdi; can ve mal emniyetlerini güvence altına aldı.
- Güvenoyu almak: Hükûmetin tutumu milletvekilleri tarafından onaylanmak: Hükümet 18 Martta güvenoyu aldı. (B. N. Şimşir)
- Haber almak: Bir olay ya da durum üstüne bilgi edinmek: Geldiğinizi haber aldım.
- Hacir altına almak: Hastalık, bunama vb. sebeplerden dolayı davranışlarının nasıl sonuç vereceğini bilemeyen bir kişiyi mahkeme aracılığıyla mal ve mülk yönetimi bakımından kısıtlamak: Siz şimdi hacir altında olduğunuzdan hiçbir şey satamazsınız! (Kemal Tahir)
- Hafife almak: Küçümsemek, önemsememek: Küçümseyici mimik hoşuma gitmemişti. Yaşıma aldanıp beni hafife alıyordu. (T. Ülgezer)
- Hafiften almak:
- Bir davranış karşısında yumuşak ve yatıştırıcı bir tutum takınmak: Paşa, aslında, sorunu hafiften alıp geçiştirmiş durumdaydı. (M. Şeyda)
- Önemsemeyip üzerine düşmemek, gereğince ilgilenmemek: "(...) yanlış tutumdasın" dedim. Lâkin benim tavsiyemi hafiften aldı. (T. Aydemir)
- ... hâlini almak: Herhangi bir duruma gelmek: Türkiye'ye yerleşip, Müslüman Türk milletine hizmet etmek onda bir tutku, aşk ve ideal hâlini almıştı. (M. Atalar)
- Hatır almak: Ufak da olsa bir armağanla sevindirmek, hoşnut etmek, gönül almak: Esasen sadece gönül ve hatır almak için benim yanıma uğramışlardı. (S. Borak)
- (bir şey) Hava almak: İçine hava girmek: Çatı akıtıyor, camlar hava alıyordu. (A. B. Baloğlu)
- (biri) Hava (Havasını) almak:
- (argo) Umduğunu bulamamak, hiçbir şey elde edememek: Boş arsalarına çökeyim demişti. Havasını da almıştı işte. (M. Savaş)
- Açık havada gezmek: "Ne yapıyorsunuz burada?" "Hiç... Biraz hava almak istemiştim." (U. Becerikli)
- Ferahlamak, açılmak, hoş vakit geçirmek: Hava almak için eski kapının gıcırtıları eşliğinde balkona çıkmıştı. (M. M. Emlik)
- Havasını almak:
- Birinin eli boş çıkmak: Bayan Mükemmel havasını aldı. Sona kalan dona kaldı. (F. Çetinel)
- Birini sakinleştirmek: "Sayın paşam, emriniz olur" gibi sözlerle jandarmanın havasını almıştı. (A. Ağırakça)
- Karşıdaki kişinin böbürlenmesinin boşuna olduğunu ortaya çıkarmak: ... diye hava basma havanı alırlar unutma. (Z. Turan)
- (birinin) Hayır duasını almak: Birinin iyi dileklerini almak: Yaşlanan hocasının elini öpüp hayır duasını aldı. (G. Maraş)
- Haz almak: Hoşlanmak, keyif almak: Herkesin iyiliğini istiyor; havadan, hayattan memnun olarak haz alıyor; ruhu daimi bir inşirah lezzetiyle açılıyordu. (S. S. Uysal)
- Hedef almak:
- Erişilmek isteneni hedef olarak belirlemek: Ayrılık ve farklılıklar yerine birliği; parçalanmak yerine bütünleşmeyi hedef almış.
- Nişan alınıp atış yapılacak yer olarak seçmek: Beş karaltıyı hedef alıp, oldukları sahayı makinalı gibi tarattı. (Y. Kemal)
- Bir kimseyi, bir yeri yıpratmak, eleştirmek amacıyla karşısına almak: Emekçi yığınlara dünya gerçeklerini anlatmaya uğraşan aydınları hedef aldı. (N. Behram)
- (bir kadını) Helalliğe almak: Bir kadını nikahına almak, o kadını nikahlı karısı yapmak: Beyrek and içti: Oğuz yurduna sağ–salim varsam, gelip seni helalliğime almazsam, kılıcımla doğranayım! Okum bana saplansın! (Dede Korkut)
- Helallik almak: Birinden hakkını helal etmesini kendisini bağışlamasını istemek: Babasının, anasının ellerini öpüp helallik aldı. (C. Yılmaz)
- Herkesi gözü kapalı satın almak: Çok zengin ve kurnaz olmak: O kodamanla baş edilmez, herkesleri gözü kapalı satın alıverir.
- (bir şeyi) Hesaba almak: Göz önünde bulundurmak, işini yürütürken o şeyi de düşünmek: Elimizde bulunan bütün olguları hesaba almak zorundayız.
- Hesaba almamak: Önem vermemek, göz önünde bulundurmamak: Yanımdan geçip gittiler kimse hesaba almadılar. (S. Ak)
- Hesabını almak: Bir iş sonunda hakkını almak: Yaşı ufaksa da, kütüğe büyük yazılmış, askere çağırıyorlar. Ağadan hesabını alıp gidecekti. (M. Ş. Esendal)
- Hevesini almak: İstediği şeyi elde edip ona doymak: Besbelli ki, çocuklar havuzdan hevesini iyice alana kadar beklemişti. (H. Servi)
- Hıncını almak: Öç almak: Ne var ki, daha sonraları o da benden hıncını aldı. (M. Urgan)
- Hırsını alamamak: Hırsını önleyememek, öfkesini yenememek: Sinirle bir tokat attı, hırsını alamadı yakamdan tuttu, birkaç da yumruk attı... (E. Serbes)
- Hırsını almak: Öfkesini geçirmek, yatışmak: Hırsını almış, içindeki yanardağ yine patlamış ve rahatlamıştı. (M. Kurtuluş)
- Hız almak: Atlamak için geri geri çekilip birdenbire ileriye doğru fırlamak: Bir daha geriye çekildi, hız aldı, kapıya şiddetli bir omuz vurdu. (P. Safa)
- Hızını alamamak:
- Hızını yenememek, hızla gidişini yavaşlatamamak: Kamyon hızını alamadı, biraz ilerde durabildi. (K. Bilbaşar)
- Hızlanamamak: Uçak gerekli havalanma hızını alamıyordu. (Tarih ve toplum)
- (mecazi) Öfkesini yenememek, yatışamamak: "İşe yaramaz herifler!" diye öfkeyle haykırıp habercinin üzerine hiddetle yürüdü. Hızını alamadı, elinin tersiyle haberciye sert bir tokat indirdi. (A. S. Durmaz)
- Hızını almak:
- Şiddetini yenmek, yatışmak: Sıcak ancak hızını almış, akşam serinliği ancak, tuğla duvarlar arasına sıkışıp kalmış balkonlara tatlı tatlı sızmaya başlamıştı (Varlık yıllığı). Fırtına hızını aldı. (TDK)
- Yavaşlamak, hızını yitirmek: Yar Hisar yolunun başlangıcında Orhan Bey hızını aldı artık, rahvana döndü, yavaşladı. (M. N. Sepetçioğlu)
- Himayesi altına almak: Her şeyi ile ilgilenip korumak, kayırmak, elinden tutmak: Konağın bahçesindeki küçük eve yerleştirip himayesi altına aldı.
- Himayesine almak: Koruyucusu olmak, kanadı altına almak, korumak, kötü şeylerden esirgemek: Dedesi Abdulmuttalib onu himayesine aldı. Dedesi ölünce amcası Ebu Talib O'nu (asm), evladından daha çok sevdi ve himayesine aldı. (A. Kalkan)
- Hisse almak: Ders çıkarmak: Bunları görmekle kendince bir hisse aldı. (F. N. Uzluk)
- Işık almak: Güneş ışığından yararlanır olmak, güneş vurur olmak: Bitkinin daha fazla ışık alması ve daha fazla fotosentez yapabilmesi demektir. (C. Çiçek)
- İbret almak: Ders almak: "Başkası için ibret olma, sen başkasından ibret al!" Peygamber'in elçisi Hâtıb b. Ebî Beltea'nın Mısır hükümdarı Mukavkıs'a söylediği bu söz, hepimiz için büyük dersler taşıyor. (F. Çınar)
- İcazet almak: (deyim)
- İzin, onay almak: Validesinden icazet alıp, Baba Acem'le birlikte Bursa'ya gittiğini... (S. Küçük)
- Diploma almak: Medrese tahsili görerek icazet almış, hem de Daru'l-Fünun ve Medresetü'l - Mütehassısinde okumuş. (H. Arslan)
- İçi almamak: Sakıncaları olduğundan ya da hoşuna gitmediğinden bir işi yapmakta isteksiz davranmak: Ondan başkasını içi almıyordu; gözü görmüyordu başka bir erkeği (H. Berköz). Kavun istemiş, fakat yiyememiş, içi almadı demek ki. (A. İslamoğulları)
- İçine almak: Kapsamak: Su deposu semti; Ergene ilkokulunu da içine alır. (A. Korkut)
- (birinin) İfadesini almak:
- Sorguya çekmek: Savcı ifadesini aldıktan sonra mahkemeye sevk etti.
- Görgü tanığının anlattıklarını yazmak: Adli müşavirliğimiz genç hanımın ifadesini aldı. (M. E. Aytekin)
- (argo) Tepelemek: Aksaklık tespit edersem ifadeni alır, kulaklarını çekerim! Ona göre. (A. Akın)
- (argo) Üstün gelmek, yenmek: Eniştesi tavlada ifadesini almış.
- İlham almak: Dıştan gelen bir etki ya da algı sonucu içe, gönle doğmak, yaratıcı güçle esinlenmek: Bütün yazılarında ondan ilham alıyordu. (M. E. Düzdağ)
- İlmini almak: Bir işin özelliklerini en ince ayrıntılarına kadar öğrenmek: Ustasının ilmini almış.
- İnhisara (İnhisar altına) almak: Bir şeyi tekele almak: Devlet bazı malların dış satımını inhisarına alabilir.
- İnisiyatifi ele almak: Karar verme yetkisini kullanmak: Hükümet inisiyatifi ele aldı, karar mercii biziz, dediler. (A. Tuzcu)
- İntikam almak: Yapılan bir kötülüğün acısını kötülük yaparak çıkarmak, öç almak: Sırf kinimden, beni sürenlerden intikam almak için burada karşında duruyorum. (N. Şenbay)
- İsabet almak: Vurulmak, yaralanmak: Çıkarma gemileri de isabet almıştı. Elinden isabet aldı.
- İskele almak:
- Gemi merdivenleri kaldırılıp harekete hazırlanmak: Son vapurlar, iskele alarak, zil çalarak harekete hazırlanıyorlar. (A. H. Eken)
- (argo) Bir erkek, bir kadına sarkıntılık etmek.
- İsmini cismini almak: Adını, kimliğini belirleyip not etmek: Fabrika sahibinin ismini cismini aldı. (S. Faik)
- İş almak: Yapılması kesinleşen bir işi üstlenmek, taahhüt altına girmek: Hepimiz bu orduda bir iş aldık. (Z. Korkmaz)
- İşe almak: Birini iş yerinde çalıştırmaya başlamak: Ahmet'i işe aldı, yatacak yer verdi. (E. Sarı)
- İşi ciddiye almak: Soruna önem vermek: Durumun vahametini anladı ve işi ciddiye aldı. (M. Belge)
- İşi sağlama almak: İşin gerçekleşmesi ve bozulmaması için gerekli önlemleri almak: İşi sağlama almak için ondan üç kez söz aldı Dede. (A. Kıraç)
- İtibara almak: Göz önünde bulundurmak, hesaba katmak, dikkate almak: ... arz edilen para miktarındaki değişikliği de itibara almak gerekir. (M. Elmalı)
- İzin almak: İsteği üzerine bir şey yapmakta serbest bırakılmak: Efendisinin eteğini öptü. İzin aldı. Çıkıp gidecekti. (Ö. Seyfettin)
- Kabasını almak:
- Biçim verilecek bir maddenin gereksiz yerlerini gidermek: Kabasını aldıktan sonra törpülemeye başladı.
- Bir yeri veya bir şeyi gelişigüzel, üstünkörü temizlemek: Tabak çanak bulaşığını, kabasını aldıktan sonra bulaşık makinesine yerleştirmeye başlamıştı. (S. Kaymaz)
- Kafa kalmamak: Zihin yorularak çalışmaz olmak: Aa, ev mi dedim? Bak gördün mü, sabahtan beri ders dinleye dinleye kafa kalmadı bende. (İ. N. Taşer)
- (birini) Kafakola almak: (Birini) Türlü yollarla, kendi isteği doğrultusunda davranmaya ikna etmek: Oralarda yeni olduğunu anlamasınlar. Kafakola alırlar seni dikkat et. Orası büyük şehir. (S. Duman)
- Kafası almamak:
- Anlayamamak, kavrayamamak: Okula gönderdik ama kendi gitmek istemedi. Kafası almıyordu. (F. Özbay)
- Zihin yorgunluğundan, anlayamaz duruma gelmek: Birkaç satır okuyup bıraktı. Kafası almıyordu. (B. Çelik)
- Havsalasına sığmamak, olabileceğine inanmamak: Kafası almıyordu bu sevda işlerini (M. A. Sinan). Başına gelenleri kafası almıyordu. (S. S. Pınar)
- Kafasına (ensesine) vur, ekmeğini elinden al: Hakkını savunamayan, uysal ve sessiz kimseler için kullanılır: Hani derler ya, 'Kafasına vur, ağzından ekmeğini al' diye, işte biz buyuz. Koyun gibiyiz koyun... Hakkımızı aramıyoruz. Sesimizi çıkartmıyoruz. Böyle gelmiş ama böyle gitmemeli. (Ö. Tümer)
- Kafaya almak: (argo)
- Zaaflarından yararlanarak kandırmak, oyuna getirmek: Kadın bunu kafaya alıyor, bu kadın psikolog da kadından yana olup adama oyunlar oynuyorlar. (M. Karnas)
- Konu önemliymiş gibi yaparak alaya almak: İlk başta çocuklar onu kafaya alıyorlardı, ama ben onlara sert çıkışınca geri durdular ve ona çok iyi davrandılar.
- Kale almamak: Önem vermemek, hesaba katmamak, sözünü etmeye değer bulmamak: Konuşmasını boş yere bekledi. Adam kendisini kale almıyordu (O. Uçar). Kimse bugünü kale almıyordu. Bugünü düşünen yoktu (Varlık). Onu yine uyardım ama beni kale almadı ya da almamayı seçti.
- Kaleme almak: Bir konuyu yazıya dökmek: Seyahatleri hakkında önemli eserler kaleme almıştı. (N. Karademir)
- Kan alacak damarı bilmek: Kimden çıkar sağlayacağını kestirmek: Onu bilirim; O, ne hinoğlu hindir! Kan alacak damarı, yiyecek yeri bilir... (N. Öztürk). Cadı değil mi, nabza şerbet vermesini de bilir, kan alacak damarı da... (Y. Ölmez)
- (birini) Kanadı altına almak: Korumak, himayesine almak: O hâtıraya hürmeten yetim çocuğu bir şükran borcu bilerek himaye kanadı altına aldı. (R. E. Koçu)
- Kapı almak: Tavla oyununda bir hanede iki pul toplamak.
- Kara listeye almak: Birini, bir grubu, bir ülkeyi sakıncalı veya zararlı görmek: Soruşturmalarda suçlu bulunanları kara listeye almış.
- Karadeniz fırtına, al pırtını sırtına: "Ortalık çok karıştı, en iyisi pılıyı pırtıyı toplayıp buradan gitmek" anlamında kullanılan bir söz: Bu köyde daha ne duruyorsun? Karadeniz fırtına, al pırtını sırtına, haydi yallah!.. (M. Y. Kandemir)
- Karar almak: Bir davayı, bir sorunu sonuca bağlamak: Sulh talep etmek üzere karar aldılar. (C. Çetintaş)
- Karar altına almak: Karar vermek, kararlaştırmak: Bu konuya çözüm bulması karar altına alındı. (A. Çeçen)
- (birini) Karşısına almak: Birinin düşünce ve tutumuna katılmadığını belli etmek: Sömürgeci ve istilâcı devletleri karşısına almıştı. (M. İlgürel)
- Kaşıkla verip kepçeyle geri almak: Yaptığı bir iyiliğin acısını çıkarırcasına daha fazlasını geri almak: Bazen hayır faaliyetlerimiz kaşıkla verip kepçeyle almaktan öteye gitmeyen hoşluklar yapmaktan ibaret kalıyor. (M. N. Arman)
- Kellesini koltuğuna almak: Ölümü göze almak: Memleket hizmetinde kelleyi koltuğa almışım. (S. Kocagöz)
- Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak: Bu sözler karşısında gülmekten kendimi alamadım.
- Kerteriz almak: Geminin yerini ya da bir yerin yönünü pusulayla ölçerek bulmak: Kıyıya göre kerteriz alıp balıkların yuvalandıkları yerlerde avlanıp bir kaç saatte kayığı yarı yaparlardı. (A. Soysal)
- Keseneğe almak: Gelirini satın almak, iltizam etmek.
- Kılağısını almak: Kesici araçların kılağısını alarak keskinliğini artırmak: Usturanın kılağısını aldı.
- Kıssadan hisse almak: Anlatılan bir olaydan ders almak: Ruşen Ali kıssadan hisse aldı. "Ulan şu bir parmak it kadar bile olamadık," dedi (Y. Kemal). Her vak'adan bir ders, her kıssadan bir hisse çıkarmak icabeder. (Ö. Seyfettin)
- Kıtıra almak: (argo) Alay etmek: Mızıkçı oyun çocukları gibi, kıtıra alındığını düşünüp küstü. (L. Tuğral)
- Kız alıp vermek: İki aile erkeklerini karşılıklı olarak birbirinin kızlarıyla evlendirmek, dünür olmak: Daha sonra, karşılıklı kız alıp - verdiler. Akraba oldular. Böylece, yıllarca sürecek bir dostluğun temellerini attılar. (O. Çelik)
- Kız almak: Bir aileden gelin alarak hısım olmak: Nihayet padişah üstün geldi, ona yaradılışı güzel ve bir temiz kişinin soyundan bir kız aldı. Kızın güzellikte eşi yoktu... (Mesnevi)
- Kilit altına almak: Bir şeyi kilitli bir yere koyarak saklamak: Padişah tası kilit altına aldı, hazinesine koydurdu. (Ü. Kaftancıoğlu)
- Kilit kürek altına almak: Bir şeyi kilitli yere koyarak saklamak: O gün her tarafı kilit kürek altına aldı. Bakalım şimdi ne çalacaklar? (Ö. Seyfettin)
- Kilo almak: Beslenerek vücudun ağırlığı artmak, şişmanlamak: Bayağı kilo almış, irileşmişti. Elbisenin içine girmesi mümkün olmadı. (S. S. Pınar)
- Kitabında yer almamak: Aklına ve mantığına aykırı düşmek: Artık benim kitabımda önyargılara yer yok diyorum ama bir çırpıda çıkması ne mümkün ön yargıların. (B. Yılmaz)
- Kokusunu almak:
- Bir nesnenin kokusunu algılamak: Hoş bir çiçek kokusunu aldım, parfüm mü sıktın?
- (mecazi) Gizli tutulan bir şey sezmek: Bir şeyler saklıyorsunuz ama ben kokusunu alıyorum. (O. Sarıgöz)
- Kollarının arasına almak: Kucaklamak: Kollarının arasına aldı ve sıkıca göğsüne bastırdı. (M. Acıoğlu)
- Koltuğu altına almak: Himayesine almak: Han, her yandan akın eden bilgin ve yazarı koltuğu altına almıştır. Nitekim, İbni Sina da bu amaçla buraya gelmemiş midir? (F. Bozkurt)
- Kontrol altına almak: Bir olayı denetim altına almak: Aldığı tedbirlerle olayları kısa zamanda yatıştırarak durumu kontrol altına aldı. (E. Çakıroğlu)
- Kordona (Kordon altına) almak: Güvenlik kuvvetleri bir yere giriş çıkışı önlemek ya da denetlemek amacıyla o yerin çevresini sarmak: Askeri birlikler bölgeyi kordona aldı.
- Korumaya almak: Tehlikede olduğu düşünülen bir kimseyi veya eseri saldırılardan korumak üzere önlem almak: Polis, savcıyı korumaya aldı, etrafına kimseyi yanaştırmıyordu. (A. E. Kavaklı)
- Koynuna almak:
- Biriyle beraber yatmak: Bazen bu yaşımda koynuna aldı uyuttu. (N. Kılıç)
- Biriyle cinsi münasebet için yatmak: Seni koynuna aldı değil mi? Söyle. Korkma, bir şey yapacak değilim. (M. Buyrukçu)
- (mecazi) Bir yeri kuşatmak: Ses yükseldi, yükseldi, vadileri, dağların doruklarındaki buzulları koynuna aldı! (A. Alat)
- Kuvvet almak: Herhangi bir yardımla gücü artmak, kuvvetlenmek: Sevgiden kuvvet alıyordu. (M. T. Tan)
- Külahını önüne koyup (alıp) düşünmek: Olup bitenlerden ders çıkarmak üzere kendi kendine derin düşüncelere dalmak: Artık herkesin, külahını önüne koyup, kendi hesabına bilanço çıkarıp, ona göre adım atması gerekmez mi?
- Kündeye almak:
- Güreşçi, rakibini altına alıp bir elini önden, ötekini arkadan geçirerek kilitlemek: Nihayet Molla, hasmını kündeye aldı ve askıya alarak aşırıp sırtüstü yere vurdu. (M. S. Karayel)
- (mecazi) Alt edecek durum yaratmak, oyuna getirmek, tuzağa düşürmek: Pahalılık, zamlar, yoksulluk kündeye aldı bizi, sırtımızı yere getirdi getirecek. (N. Hikmet)
- Lafı ağzından almak: Birinin söylemekte olduğu şeyi bitirtmemek: Rüştü: "Sen niye istemedin" diyecek oldu. Tellal Ahmet lafı ağzından aldı. "Felekten bir şey istemek için günahsız olacan. Benim günahım ise boyumdan aşkın. Ama sen öyle misin" (V. Serçe)
- (bir kızı) Leğen başından almak: Hamarat diye seçerek almak.
- Lezzet almak: Hoşlanmak: Onun için önemli olan ısırdığı ekmekti; doyumsuz bir lezzet alıyordu. (M. Niyazi)
- Makaraya almak: Bir kimseyle alay etmek: "Sen ne anlarsın hipnotizmadan?" Başladı kıkır kıkır gülmeye. Sakine'yi uyardı. "Makaraya sarıyor bizi." (Z. Cebeci). Bu arada subay da onu makaraya alıyor; tutkal kavanozunu gösterip bunun bomba olduğunu söylüyordu.
- Makas almak: İşaret ve orta parmağını kıvırarak birinin yanağını sıkmak, makaslamak: "Teşekkür ederim tatlım," deyip yanağından bir makas aldı (S. Sülün).
- (birini) Maskaraya almak: Eğlenmek, alaya almak: Zira kim başkasını maskaraya alırsa, onu da maskaraya alırlar. Kim başkasını hor ve hakir görürse, onu da hor ve hakir görürler. (İmam-ı Gazali)
- Matrağa almak: Alaya almak, eğlenmek: Birbirlerini matrağa alıp şamatayı göğe çıkarırlardı. (F. Baykurt)
- Maytaba almak: Alaya almak, eğlenmek: Bu evde hepsi beni maytaba alıyor. (H. R. Gürpınar)
- Mercek altına almak: Çok titizlikle ve etraflıca incelemek: Yurttaki tüm gelişmeleri mercek altına aldı. (S. Öztürk)
- Mesafe almak: Bir alanda, bir işte, bir çalışmada epeyce ilerlemek: İslâmî ilimlerde belli bir mesafe almıştık elhamdülillâh. (B. Gencer)
- Mesuliyet almak: Sorumluluk almak: Fakat üzerine mesuliyet alarak iş yapmak üzere ortaya atılmak lazımdı.
- Meşk almak: Ders almak, öğrenmek: Güzel yazıya da merakı bulunduğundan hatip İsmail Efendi'ye devam ederek ondan meşk alıp mezun oldu.
- Meydan almak: (İstenmeyen şeyler için) Geniş ölçüde olmak, yayılmak: Ancak bu suretle intişar eden havadis, mahiyet-i hakikiyesini kaybederek, tamamen başka bir şekilde, daha doğrusu hiç de arzu olunmayan tarzda meydan aldı. (A. Tetik)
- Meyve almak:
- Ürün elde etmek: Ceviz ağacı diksen, beş senede meyve alır, satarsın; ertesi sene daha çok meyve alır, satarsın. (H. Koç)
- (mecazi) Yarar elde etmek: Çalışan ve gayret eden çalışmasının meyvesini mutlaka alır. (A. Cevdet)
- Midesi almamak:
- Yemeğe karşı isteksiz olmak, iştahı olmamak: Ağzında eviriyor, çeviriyor, yutmağa uğraşıyor, boğazından geçmiyor, midesi almıyor, kusmağa çalışıyor, kimseyi iğrendirmemek için bunu da yapamıyor... (H. R. Gürpınar)
- Göz yumması, hoş görmesi, beğenmesi mümkün olmayacak çirkin bir davranış karşısında rahatı kaçmak: Benim hem aklım hem midem almıyordu olanları. (S. Menekay)
- Muhafaza altına almak: Korumak, saklamak, bir yerde tutmak, kapatmak: Sultan Selim Han kutsal emanetleri muhafaza altına aldı. (A. Duman)
- Muhasara altına almak: Sarmak , kuşatmak , etkisi altına almak: Fazıl Ahmet Paşa Kandiye kalesini muhasara altına almıştı. (F. Kurtoğlu)
- Murat almak: Dileğine kavuşmak: Onunla evlenip muradını aldı. (T. Gündüz)
- Münasebet almak: Uygun düşmek: Böyle bir söz hiç münasebet alır mı?
- Müşahede altına almak: Sürekli gözlem altında bulundurmak: Hastalar müşahede altına alınarak takipleri yapılır. (İ. Kurtbaş)
- Nam almak: Şöhret sahibi olmak, tanınmak: Bir ordu-millet olan Türk, teşkilatçılığı ile nam almış, bu sâyede de üç kıt'a üstünde kurduğu imparatorluğunu uzun asırlar yaşatmıştır. (K. Y. Aren)
- Nasibini almak: Güzel, hoşa giden bir şeyden kısa bir süre de olsa yararlanmak, sebeplenmek: Bu şiirde anlatılan dervişler Allah'ın feyzinden nasibini almış... (S. Çağın)
- Nazarı dikkate almak:
- Dikkatle inceleyerek değerlendirmek: Mamul ihracatı meselesini henüz nazarı dikkate almış değiliz. (C. Kutay)
- Göz önünde bulundurmak: Aynı kökten geldiği mutlaka nazarı dikkate alınmalıdır (D. Karakurt). En kötü ihtimali nazarı dikkate alacak olursak, aramızdan birilerini seçip göndermemiz gerekecek. (H. Uman)
- Nazarı itibara almak: Önem, değer vermek, önemsemek: Demek ki, komisyonun önergeleri nazarı itibara almış olduğunu burada görmüş bulunuyoruz. (K. Öztürk)
- Ne alıp veremiyor?: İsteği, sorunu nedir?: Bu adam senden ne alıp veremiyor? (A. Püsküllüoğlu)
- Nefes aldırmamak: Dinlenmesine fırsat vermemek, aralık vermemek, rahat vermemek: Nedendir bilmem, babam rahat nefes aldırmıyordu ona. Aklım erdiğinden beri anneme hayatı zindan ediyordu (T. Altıntaş). Düşman topları siperlere nefes aldırmıyordu. (A. E. Kavaklı)
- Nefes almadan: Dinlenmeden, ara vermeden: Ben durmadan, nefes almadan koşuyordum. (H. Z. Uşaklıgil)
- Nefes almadan dinlemek: Büyük bir dikkatle, ilgilendiği şeye kendini tam vererek dinlemek: Hayalet Hayri nefes almadan dinliyordu. "Vay be, ne hikâyeymiş!" dedi. (B. Akyüz)
- Nefes almadan konuşmak: Hiç ara vermeden sürekli konuşmak: Doktor o kadar nefes almadan konuşuyordu ki annen ağzını açıp tek kelime söyleyemedi. (S. Ayverdi)
- Nefes almak:
- Dinlenmek: Bu vakitten sonra nefes almak için bile durmamaları gerekiyordu. (M. F. Oruç)
- Ferahlamak, rahatlamak: Açık havada bir nefes alalım. Sonra bakalım ne yapacağız. (S. Özcan)
- Mutlu bir biçimde yaşamak: "Lütfen bu bir rüya olmasın. Allah'ım lütfen nefes alacak bir yer bir nefes bulmuştum. Lütfen Allah'ım bu bozulmasın. Sonsuza kadar sürsün." (L. Leyl)
- Nefes almamak: Ara verip dinlenmemek: Tersine doğru koşar adım gittim. Hiç durmadım, nefes bile almadım. (D. Tekdemir)
- Nişan almak:
- Vurulmak istenen hedefe doğru silahı yöneltmek: Has dur, selam dur, silah omza, nişan al, ateş! (N. F. Kısakürek)
- Kendisine nişan (ödül) verilmek: Ordumuzda nişan alanlar parmakla gösterilirdi, Şâkir Bey de onların arasına katıldı. (M. Arif)
- Not almak:
- Biri konuşurken onun söylediklerini yazmak: Birinin anlattıklarını dinliyor, not alıyordu. (E. Karaca)
- Bir şeyi başlıca noktalarını özetleyerek yazmak: Olup biten her şeyi not alıyordu.
- Öğrenci, iyi veya kötü numara, derece almak: Bütün sınavlarda tam not alıyordu. (M. Karaburç)
- (mecazi) Bir şeyin niteliğiyle ilgili bir karar verilmek: Herkes notunu aldı. Herkesin sırtına birer yafta asıldı. (H. Tek)
- Olur almak: Yetkili makamdan bir uygulamayı yapabilmek için yazılı izin almak: Olur aldıktan sonra çalışmalara başlayacağım. (A. Saraç)
- Oyun almak: Oyunda kazanmak, sayı sahibi olmak: Seti kazanmak için üst üste iki oyun almak gerekir.
- Oyunu almak: Oyunu kazanmak: Bir hamle daha yaptı: Düşmana, Şah! dedi. Oyunu almıştı. (A. Yakar)
- Öç (Öcünü) almak: Yapılan bir kötülüğün acısını kötülük yaparak çıkarmak, intikam almak: Bütün yaptıklarımın öcünü almıştı benden. (A. Binyazar)
- Ölçü almak:
- Herhangi bir şeyin boyutlarını ölçmek: Ciltçi titizlikle ölçü alıyor. Mukavvayı kesmek için milimi milimine... (A. Ağaoğlu)
- Terzi vücut ölçülerini tespit etmek: Terzi kucaklıya kucaklıya ölçü aldı; rakamları bir kağıda yazdı. (T. Apaydın)
- Ölümü göze almak: Ölümden korkmayarak yürekli davranmak: Onlar günde birkaç kez ölümü göze alarak sokağa çıkıyorlar ve birkaç kez ölümü göze alarak bir defa "Allah birdir!" diyebiliyorlardı. (M. Sarıcık)
- Öne almak: Bir şey ya da kimseye öncelik tanımak.
- Önünü almak: Önlemek: Tehlikenin önünü almak için sağlam bir set yapacaklardı. (V. T. Erdoğan)
- Örnek almak:
- Bir kimseye huy ve davranışta uymak, birini ölçü olarak benimsemek: Hayatı boyunca Peygamberimizin ahlâkını örnek aldı.
- Bir şeyden kendisi için ders çıkarmak.
- İncelemek üzere insan ve hayvan vücudunun veya bitkinin herhangi bir yerinden doku parçası almak.
- Payını almak:
- Kendine ayrılanı almak: Herkes kendi payını aldı ve yemek için uzaklaştı.
- Azarlanmak, paylanmak: ... ne oluyor diye meraklanıp oraya gelme gafletinde bulunduğu için, o da payını aldı.
- Puan almak:
- Spor karşılaşmalarında başarılı bir oyun çıkararak kendine sayı sağlamak: Bugün 21 puan almış Maraşspor ligde kaçıncı? (M. K. Zorti)
- Genellikle test biçimindeki sınavda herhangi bir puan elde etmek: Üniversite giriş sınavında düşük puan aldı.
- (mecazi) İtibar kazanmak, takdir edilmek: Birçok çevreden olumlu puan aldı. (M. Kayar)
- Randevu almak: Bir kimseden belli bir saat ve yerde buluşmak için söz almak, gün almak: Mühenned Bey doktordan randevu aldı ve akşam saat altıdan yediye kadar doktorun bürosunda bekledi. (H. Polat)
- Rapor almak:
- Hasta olup olmadığını belirlemek amacıyla herhangi bir sağlık kuruluşundan belge almak: Kaval kemiği çatlamış. Rapor aldı, sonra da naklini istedi. (A. Alatlı)
- Sorumluluğu altındakilerden herhangi bir konuda bilgi almak.
- Rehin almak: Bir anlaşma, sözleşme veya isteğin yerine getirilmesini sağlamak için bir kimseyi alıkoymak: Fabrikayı işgal eden ve alacaklarını isteyen işçiler, yöneticileri rehin aldı.
- Rengini almak: Soldurmak: Daha doğrusu güneş rengini almış griye dönmüş, güneşin vurmadığı gölgelik kısımlarda biraz siyahlık kalmıştı. (E. Bektaş)
- Renk almak: Yeni bir renk kazanmak: Düğün, bu kalabalık sanatkâr grubunun gelmesi ile, beklenmedik bir renk almıştı. (S. Ayverdi)
- Rızasını almak: Onayını almak, müsaadesini almak: Tam bir yıl pederinin rızasını almak için çalıştı. Sonunda bunda da muvaffak oldu ve Konya yoluna düştü... (Anıt)
- Risk almak: Zararı göze almak: Büyük bir gözü karalıkla risk alıp politik adımlar attılar.
- Rol almak:
- Bir oyunda, piyeste veya filmde görev almak: "Arkadaşımın Aşkı" filminde rol aldı. (M. Önal)
- Bir işte yeri bulunmak, yer almak: Milli Mücadele'de aktif rol aldı. (M. R. Şahingiray)
- Rölantiye almak:
- Motorlu taşıtlarda motoru boşa almak, boşta çalıştırmak: Onu kurtarmak için motoru rölantiye alıp suya atladı. (E. Kuru)
- (mecazi) Herhangi bir işi yavaşlatmak: Hayatını rölantiye almış gibi yaşıyordu. (C. Aktaş)
- Rövanşı almak:
- İkinci karşılaşmayı kazanmak: Güreş yaşamı boyunca 3 kez yıkılmış ve kendini yıkanları sonradan yine yenerek rövanşı almış. (Z. Sarı)
- (mecazi) Kendisine yapılan haksızlığın karşılığını vermek: Alay edilmenin verdiği acıdan kurtulmak yahut rövanşı almak için, sivri dilli, sözünü sakınmaz biri olup çıkıyorsun. (A. Harmancı)
- Rüzgar almak: Rüzgar esen bir yerde bulunmak: Bu ev çok rüzgar alıyor.
- Sağlama almak: Zararlı çıkmamak için gereken önlemleri almak: Borç verirken senet imzalattırdı, işini sağlama aldı.
- (işi) Sağlama almak: İşin gerçekleşmesi ve bozulmaması için gerekli önlemleri almak: İşi sağlama almak için ondan üç kez söz aldı Dede. (A. Kıraç)
- Selam almak: Birinin selamına karşılık vermek: Girip selam vermesi üzerine: "Aleykümselam" diyerek selamını aldı ve soru dolu gözlerle gelişmeleri anlatmasını bekledi. (U. Bostan)
- Sıkıya almak:
- Hareketlerini sınırlamak veya önlemler almak: Serpilip güzelleşen kızını iyice sıkıya almıştı. (Karabatak)
- Disiplin altına almak.
- Sırtına almak:
- Yüklenmek: Heybesini sırtına aldı. (M. Y. Kandemir)
- Bir giyeceği giymek ya da sırtına örtmek: Gocuğunu sırtına aldı ve bahçeye çıktı. (S. Ali)
- Silahaltına almak: Askerlik görevine başlatmak: Türkiye, ordunun mevcudunu artırmak için yedek askerlerini silahaltına aldı. (M. Çelik)
- Sinyal almak: İşaret almak, belirtilerin farkına varmak: Askerlerden de sinyal alıyordu. Bugün yarın darbe olacağını bekliyor gibiydi. (B. Nuhoğlu)
- (bir şeyi, bir yeri) Siper almak: Bir şeyi siper olarak kullanarak gizlenmek: Zahire çuvallarının gerisinde siper alarak beklemeye başladım. (A. Çubukçu)
- Soğuk almak: Üşüyerek hastalanmak, üşütmek: Çoğu soğuk almış, öksürerek ateşler içinde yanıyordu. (A. Müderrisoğlu)
- Soluğu (bir yerde) almak: Bir yere acele giderek sığınmak: Eşyalarını toplayarak doğruca dedesi Hilmi Efendi'nin yanında soluğu aldı. (Ö. Taşar)
- Soluk aldırmamak: Dinlenmesine vakit bırakmamak, ara verdirmeden çalıştırmak: Sınır muhafızı atına soluk aldırmadan yeniden eyerine atladı ve atı hemen dörtnala kaldırarak geldiği yere doğru yol almaya başladı.
- Soluk almadan:
- Büyük bir dikkatle: İyice meraklanmış ve soluk almadan onu dinlemeye koyulmuştu.
- Durmaksızın, sürekli: Neredeyse yarım saattir soluk almadan koşuyordu. (N. N. Varlı)
- Soluk almak:
- Nefes almak.
- (mecazi) Dinlenmek: Biraz soluk almak için kahve söylemişti. (S. İmamoğlu)
- Sonuç almak:
- Bir işi bitirmek, sonuçlandırmak: Hamid, ısrarlı davrandı ve sonuç aldı. (Y. Küçük)
- İstenilen sonuca ulaşmak, verim almak: Kısa zamanda umulmadık bir başarı ile parlak bir sonuç almış bir bilgin ve şair olmuştu. (Ş. Çolakoğlu)
- Sorumluluk almak: Sorumluluk yüklenmek: Babanız genç sayılacak bir yaşta büyük bir sorumluluk aldı. (A. Özgürel)
- Söz almak:
- Konuşmaya başlamak: Avukat ihsan bey söz aldı: "Taraflar anlaştılar, kararları geçerlidir, hâkimim." dedi. (A. Bayram)
- (Bir şeyin) Yapılacağı vaadini almak: Cenâb-ı Hakk onlardan söz aldı: Allah'tan başkasına ibâdet etmeyeceksiniz. Anne babaya itaat edeceksiniz ve onlara güzel muamelede bulunacaksınız... (H. Tokak)
- Sözünü geri almak:
- Üstüne aldığı bir işten vazgeçtiğini söylemek.
- Söylemiş olduğu dokundurucu bir sözde haksız olduğunu kabul ederek onun söylenmemiş sayılmasını istemek: Sözünü geri aldı. Mesele kapanmıştır. (C. Çetintaş)
- Şakaya almak: Gerçek anlamda söylenenleri şaka saymak: Önce bunu şakaya aldı. Ömer'in tavrından ve sesinin tonundan işin ciddiyetini anlayınca, iki arkadaşı ile kavga yerine geldi. (T. Alangu)
- Şekil almak: Belli bir biçime girmek, biçimlenmek, şekillenmek: Paşanın demeciyle siyasi hava bambaşka bir şekil almıştı. (M. Toker)
- Tat almak: Bir şeyden hoşlanmak, zevk almak: Bu yitik ay içinde, yapabildiğim birkaç şeyden biri, uzun süredir ilk kez bir romanı okuyup tat almaktı. (K. Özer)
- Tadını almak: Bir şeyin iyi tadını bilir olmak, zevkine varmak: Çöreği yerken annesinin çöreklerinin tadını aldı sanki. (N. Koç)
- (birine) Tavır almak: Mesafeli davranmak, uzak durmak: Ayrılıkçı hareketine karşı tavır almıştı. (F. Yaşar)
- Tedbir almak: Önlem almak: Hemen tedbir aldığımız için o menfur suikasta mâni olduk.
- Tekeline almak:
- Bir şeye tek başına sahip olmak, inhisarına almak, patentini almak: Hükümet tuzlalardan tuz çıkarmayı da kendi tekeline almıştı.
- (mecazi) Fikir, sanat vb. alanda kendi görüşünü hâkim kılmak.
- Tekmil almak: (askeri terim) Üst, birliğin o andaki durumunu bildiren sözlü bilgiyi asttan almak: Şafak vakti toplamış ordusunu tekmil alıyor, bir de bakmış ki hüthüt kuşu ortada yok. (M. Gülsoy)
- (birini) Telaş almak: Herhangi bir sebeple heyecanlanmak, endişelenmek, acele etmek: Geç kalınıyordu. Herkesi bir telaş almıştı. (Y. Donat)
- Teminat altına almak: Güvence altına almak: Ülkesinin geleceğini teminat altına aldı.
- (birinden) Terbiye almak: Belli bir eğitimle yetişmek: Anasından sağlam bir dini terbiye almıştı. (R. E. Koçu)
- Tertibat almak: Olacağı düşünülen sakıncalı bir duruma, harekete karşı hazırlık yapmak: Osman Gazi düşmanlarına karşı derhal tertibat aldı. (E. B. Şapolyo)
- Teslim almak:
- Teslim edilen bir şeyi almak: Paraları teslim aldı, bana makbuz verdi.
- Tutsak almak: Donanma önce Kızkalesi'ni kuşatıp teslim aldı. (S. Gürtürk)
- Teşebbüsü ele almak: Öne atılıp bir işi yönetmeye başlamak: On dakika geçti geçmedi, teşebbüsü ele aldım ve binlerce lehtarın amigoluğunu yapmaya başladım. (Ş. Onay)
- Tezkere almak: (askeri terim) Askerliğini bitirip salıverilme belgesi almak: Kadir Ağanın oğlu Mahmut, tezkere almış, askerden dönmüştü. (E. Sav)
- Tiye almak: (argo) Biriyle alay etmek, eğlenmek: ... kırmızı güller geliyordu. "Oooo hadi bakalım Lale Hanım, hayırlısı olsun" diye beni tiye almaya başlamışlardı. (L. Belkıs)
- Toz almak: Bir yerin tozunu temizlemek: Gülizar temizlik yapıyor, toz alıyordu. (F. Kadri)
- Tozunu almak:
- Bir şeyi silerek temizlemek: Çıkıp bir bezle abajurun tozunu aldı. (S. Ali)
- (teklifsiz konuşmada) Dövmek, hırpalamak, vurmak: Geçen gelişinde yine birkaç kişinin tozunu almış. (M. Aklanoğlu)
- Uhdesine almak: Bir işi üstüne almak, yapacağına söz vermek, sorumluluğu altına almak: Birinci bölüğün kumandanlığını kendi uhdesine aldı. (M. Emiri)
- Uykusunu almak: Yeterince uyumuş olmak: Kendini dinç hissediyordu. Uykusunu almış olmanın verdiği keyifle yataktan fırladı. (C. Say)
- Uzun kulaktan haber almak: İlgisi olmayan kimseler aracılığıyla uzaktan uzağa haber almak: Oğlan biraz haşarıdır. Sık sık bar kızlarına sevdalanır, ben de uzun kulaktan haber alırım...
- Ün almak: Herkesçe tanınmak, ünü herkesçe bilinmek ve her yerden duyulmak: Halk arasında "Somuncu Baba" nâmı ile ün almıştı. (Türk düşüncesi)
- Üzerine almak:
- Bir işi görev edinmek, deruhte etmek: O borcu kendi üzerine aldı ve ödedi. (İmam Gazali)
- Bir davranışın kendisine karşı olduğunu sanarak tedirgin olmak, alınmak.
- Eşinin üzerine bir başkasıyla evlenmek.
- (bir iş, birinin) Vaktini almak:
- Zaman harcamasını gerektirmek: Ne olduğunu çözmesi biraz vaktini almıştı (K. Kara).
- Çok meşgul etmek: Bu lüzumsuz saçmalarla vaktini almıştı. (H. N. Atsız)
- Vaziyet almak:
- Belli bir durum veya davranış biçimini benimsemek, tavır almak, tavır takınmak: Tehlikelere karşı metin bir vaziyet almış olacakları için o tehlike bertaraf olur... (C. Çekiç)
- Karşı çıkmak: Sömürücülüğün karşısında şiddetle vaziyet almış.
- Veresiye almak: Malı, parasını daha sonra vermek şartıyla almak: Yumurtaları bakkaldan veresiye satın aldım (A. Yakşı). Veresiye mal almış olan beyler ve ileri gelenler borçlarını ödemediler. (H. Dereli)
- Viraj almak: Virajı dönmek: Sakince ağacın biraz ötesindeki virajı aldı ve yokuş yukarı yoluna devam etti.
- Voltasını almak:
- (argo) Kaçmak, savuşmak: Baktı ki aynasız geliyor, şipşak voltasını aldı. (F. Develioğlu)
- Çekilmek, gitmek: Usulca voltasını alıp, karanlıkların içinde kayboldu. (Ç. Altan)
- Yakışık almamak: Yerinde olmamak, uygun düşmemek: Benim hakkımda başkalarıyla konuşmanız yakışık almaz. (M. Çoban)
- Yanına almak:
- Yanında çalıştırmak: Yeğenim den gayri Mastana bağlı adam yoktu. Bu yüzden onu yanına almış iş vermişti. (C. Tuncer)
- Geçimini sağlamak için yanında bulundurmak: Lala bizi yanına aldı, birlikte yürümeye başladık. (Y. M. Çelebi)
- Beraberinde götürmek: Dış gezilerinde onu sık sık yanına aldı.
- Yara almak:
- Yaralı duruma gelmek, yaralanmak: Ordusuyla savaşarak çok yara aldı. Otuz küsur yerinden ok yarası ve kılıç darbesi aldı. (M. Ferik)
- (mecazi) İtibar kaybetmek: Bu duygu bir kez yara aldı mı, demokrasinin temelleri de sarsılmış demektir. (U. Mumcu)
- Yaşını başını almak: Yaşı ilerlemiş olmak: Yaşını başını almış, derli toplu giyimli bir hanımdı. (M. K. Sevinç)
- Yavaştan almak: İşi gereken sürede yapmamak: "Nasıl biri olduğunu biliyorsunuz, her zaman yavaştan alır, işleri erteler."
- Yedeğe almak:
- Bağlayarak ardından çekip götürmek: Harici atını yedeğe alıp katırına biner.
- Destek verip yanında yürümek, yürümesine ve hareketine yardımcı olmak.
- Yer almak:
- Bir topluluğu oluşturanlar, bir işi hazırlayanlar arasında bulunmak: Vakfın kurucuları arasında yer aldı.
- Adı geçer olmak, adı kaydedilmiş olmak: Yaramazlık yapanlar listesinde onunda adı yer alıyordu.
- Yerini almak: Yerine geçmek, yerini tutmak: Umut kaybolmuş, korku yerini almıştı. (H. İ. Genç)
- Yerden alıp gökte yemek: Herkese yukarıdan bakmak, çalımından geçilmemek, astığı astık, kestiği kestik olmak: Başının üstünde bir yeni, bir acayip yeller esmektedir. Yerden alıp gökte yemektedir. (F. Erdinç)
- Yol almak: Belli bir amaç doğrultusunda belli bir plana göre mesafe kat etmek: Bu konuda oldukça yol aldık ama daha gidecek çok yolumuzda var. (S. S. Ünver)
- Yolu almak: Yolun sonuna varmak: Günün ilk ışıkları step üzerinde yayılırken kafile çoktan üç saatlik yolu almıştı. (Suphi Bey)
- Yorgunluğunu almak:
- Dinlenmesine sebep olmak: Müyesser Hanım'ın hazırladığı sakızlı kahve, Toprak'ın tüm yorgunluğunu almıştı (S. Nizam). Ilık su vücudumun yorgunluğunu aldı. (K. Nadir)
- Dinlendirerek birinin yorgunluğunu gidermek: Atlarımızın yorgunluğunu almak için yavaş ilerliyoruz.
- Yükünü almak:
- Taşıyabileceği en ağır yük yüklenmiş olmak: Yükünü almış bir taka sanki batmak üzereymiş gibi görünürdü. (D. Aytar)
- Yeterli sayıda bulundurmak, dolmak: Salonlar yükünü almış, iğne atsan yere düşmez. (E. Hiçyılmaz)
- Yükünü tutmak.
- (birinin) Yükünü almak: Birinin önündeki güçlükleri paylaşmak, işini hafifletmek: Kimdir, yüreğimizden gâm yükünü almak için, neyin nağmesine eşlik ederek terennüm eden... (Keşkül)
- Yüreğini ateş almak: Aşırı üzülmek, fazla üzüntüden içi yanmak: Gülbahar'ın yüreğini ateş almış yanıyordu. (Y. Kemal)
- Zaman almak: Sürmek, zaman harcamasını gerektirmek, devam edip zamanı geçirmek: Kim olduğumuzu ve kim olmak istediğimizi anlamak zaman alır. Yaranın iyileşmesi zaman alır. Acıların dinmesi zaman alır. Öğrenmek zaman alır. Öğretmek zaman alır... (N. Bodur)
- (bir şey veya kimse birinin) Zamanını almak: Çok meşgul etmek, vaktini almak: İş, yemek, temizlik... Bütün zamanımı alıyor. (M. Çelen)
- Zapturapt altına almak: Düzeni ve disiplini sağlamak: Her şey zapturapt altına alınıp düzen sağlanacaktı, bütün sorumluluk onların omuzlarındaydı. (H. Alptekin)
- Zevk almak: Bir şeyden hoşlanmak: Yıllanmış günlüğü açıp okumaktan zevk alıyordu. (M. Küçüksarp)
Almak ile ilgili atasözleri ve anlamları
İçinde "almak" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )
- Al Allah'ım kulunu, zapt eyle delini: Toplumda dengeli ve huzurlu bir ortamın sağlanması için aklı başında insanların korunması ve dengesiz davranışlar sergileyen kişilerin kontrol edilmesi isteğini ifade eder.
- Al görmüşün kızını, tutsun (işini) dolana dolana; al görmemişin kızını, tutsun ilene ilene: Gelinin davranışlarını ailesinin aynası ve aynısı olacağını ifade eder.
- Al gününde al, ver gününde ver: Borç alırken veya verirken, her şeyin zamanında yapılması gerektiğini anlatır. İhtiyaç anında alınan borçların, vadesi geldiğinde geri ödenmesi gerektiği vurgulanır.
- Al kaşağıyı gir ahıra, yarası (yağırı) olan gocunur (gocunsun)*: Bir yolsuzluğun sorumluları aranırken o işte kusuru bulunan kişi telaşa düşer.
- Al kibar kızını işlesin bulana bulana, al çıtak kızını gezsin eğlene eğlene: Kibar ve ağırbaşlı kız, gittiği eve düzen ve kazanç getirir; çalışarak her şeyi yoluna koyar. Eğlenceyi seven kız ise gezmekten iş tutmaz, gittiği yerde sorumluluk yüklenmekten kaçınır (kibar: 1. Soylu, köklü 2. İnce, nazik; çıtak: 1. Rumeli'de yaşayan bir Türk topluluğu 2. Kaba, huysuz, kavgacı 3. Dağda yaşayan ve geçimini odun satarak sağlayan).
- Al külahını, eyvallahı dahi içindedir: İnsan, sabrını ve dayanıklılığını zorlayan durumlarla karşılaştığında, artık daha fazla tahammül edemeyip her şeyden vazgeçebilir ve tüm bağlarını koparabilir.
- Al malın iyisini, çekme kaygısını*: Üzüntüsü olmadan, tasalanmadan kullanmak için, daha alırken malın iyisini seçmeye çalışmalıdır.
- "Al, ver" diyorlar, "Al, verme" demiyorlar: Alışverişte olduğu gibi toplumda yapılan her işte karşılıklı bir beklentinin varlığını ifade eder. İnsanlar çoğu zaman hiçbir şeyi karşılıksız yapmaz ve her davranışın ardından bir karşılık beklenir.
- Alacağın bir fitil, pamuğun öngesini/batmanını sorarsın: Bazı insanlar alacakları şeyin maddi değeri çok düşük olduğu halde sağlam mı, değil mi diye her tarafını inceler, bu da satıcıyı sinirlendirir.
- Alacağın olsun vereceğin olmasın: Borçlu olmak insana üzüntü verir. Alacaklı olmak ise insanı yalnızca düşündürür. Bu yüzden alacaklı olmak borçlu olmaktan daha iyidir.
- Alacağını alamayan borcunu ödeyemez (vereceğini veremez)*:
- Bir kişiye olan borçlarını ödeyebilmek için, kişinin önce kendi alacaklarını tahsil etmesi gerektiğini ifade eder.
- "Alacağımı ver ki, ben de benden alacaklılara borcumu ödeyebileyim" anlamında kendisine borcu olanlara söylenir.
- Alacakla verecek (borç) ödenmez*: Alacağına güvenerek borçlanmak, borca girerken alacağı göstermek, güvenceli bir davranış olmaz.
- Alan aldanmaz, satan aldanır:
- Bir malı (yatırım amaçlı) alan kişi ne kadar pahalı almış olsa da uzun vadede kazanç sağlayacağını ifade eder.
- Hileyle veya kötü niyetle mal satan kişi kısa vadede kâr ettiğini zannetse de sonunda hem dünyada hem ahirette zarar görür.
- Alan razı, satan razı (Alan hoşnut satan hoşnut; bize ne?): Bir alışverişte her iki taraf da şartları kabul etmişse kimsenin bu anlaşmaya karışmaması gerektiğini ifade eder. Taraflar memnun olduktan sonra yapılan iş doğru ve geçerli sayılır.
- Alan yok, satan neylesin? Satan yok, alan neylesin?: Bir işin gerçekleşebilmesi için karşılıklı talep ve arzın birlikte bulunması gerektiğini ifade eder. Alıcı veya satıcıdan biri eksik olursa alışveriş de yapılamaz ve her iki taraf da istediğine ulaşamaz.
- Aldığı bir iğne, demirini yoklar (Alacağın bir iğne, çeliğin okkasını ne sorarsın?): Bazı insanlar alacakları şeyin maddi değeri çok düşük olduğu halde sağlam mı, değil mi diye her tarafını inceler, bu da satıcıyı sinirlendirir.
- Aldığın kadının ya gümüşü olmalı ya da kömüşü: Evlenilecek kızın çeyizine de önem verilmelidir.
- Aldığını vermeyen aradığında bulamaz: İnsan aldığı borcu ödemezse, tekrar ihtiyaç duyduğunda kimse ona bir şey vermez.
- Alıcıdan tarafa söylemek sünnettir: Alışveriş sırasında sözü ve kolaylığı alıcıdan yana kullanmanın doğru bir davranış olduğunu ifade eder. Satıcı, alıcıyı incitmemeli; fiyat ve konuşmada daima yumuşak ve hoşgörülü olmalıdır.
- Alışın oğlu veriştir: Alınan her şeyin bir karşılığının olması gerektiğini ifade eder. İnsan, bir şey elde ettiğinde bunun karşılığını vermekle yükümlü olduğunu bilir.
- Alma ahı, kulun asılı kalmaz vahı: Birine haksızlık yapan kişinin sonunda bu davranışının bedelini ödeyeceğini ifade eder. İnsanlardan alınan ah, er ya da geç karşılığını bulur ve kişinin vicdanı rahat olmaz.
- Alma alı, sat yağızı, bin doruya, besle kırı*: Binicilerce al ve yağız tutulmaz, doru ve kır at makbul sayılır.
- Alma garibin ahını, çekersin günahını: Kimsesize zarar veren kişi onun bedduasını alırsa cezasını mutlaka çeker.
- Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste*: Kendinden güçsüzlere yapılan zulüm ve haksızlıkların cezası ve acısı ömür boyu çekilir.
- Alma mazlumun ahını, yuvadan indirir şahini: Haksızlığa uğrayan bir kişinin bedduası, güçlü ve korunaklı görünen kimseleri bile zor durumda bırakabilir. Mazlumun ahı, er ya da geç zalime zarar verir.
- Alma soysuzun kızını, sürer gider anasının izini: Evlenecek kızın ailesini de araştırmak gerektiğini, çünkü kızın annesinin davranışlarını ve özelliklerini takip edebileceğini ifade eder.
- Alma şehir kızını, "hamam" der ağlar; alma köylü kızını, "harman" der ağlar: Hem şehirde yetişmiş kızların hem de köyde yetişmiş kızların kendilerine özgü dert ve beklentilerinin olduğunu anlatır. Şehir kızı konfor ve rahatlık isterken köylü kızı iş ve emek yükünden şikâyet eder, yani her ortamda insanın farklı sıkıntıları vardır.
- Alma uzun saçlının ahını, gökten indirir şahini (Alma el kızının ahını, gökten indirir şahini): Erkek kadınına fazla sert davranmamalı, onu aldatmaya kalkmamalı. Aksi halde erkeğin başına çok büyük dertler açabilir.
- Alma vermenin kardeşidir: Alışverişin ve karşılıklı ilişkilerin ancak dengeli olduğunda sürdürülebileceğini ifade eder. İnsan, aldığı şey karşılığında bir şey vermesi gerekeceğini bilir
- Almadan vermek Allah'a mahsustur*: İnsan yaptığı herhangi bir şey için mutlaka karşılık bekler.
- Almadığın hayvanın, kuyruğundan tutma*: Niyetli olmadığın bir işte, niyetliymişsin gibi davranma.
- Almadım vermem, görmedim bilmem: Kişinin kendi güvenliği için bazı durumlarda olaylara karışmaması gerektiğini ifade eder.
- Almazsın satmazsın, pazarda işin ne?: Amacı veya ilgisi olmayan bir kişinin bir yerde bulunmasının anlamsız olduğunu ifade eder. İnsan, fayda sağlayamayacağı ya da katkıda bulunamayacağı ortamlardan uzak durmalıdır.
- Acele ile menzil alınmaz*: Bir işe çabuk ve düşüncesizce atılmaktansa, iyi düşünüp ölçülü biçimde girişmek daha olumlu sonuç verir.
- Aç (arık) at yol almaz, aç (arık) it av almaz*: Kendisinden yararlandığınız kimseyi aç bırakırsanız işinize yaramaz.
- Ağa kısmı verdiğini almaz, aldığını vermez: Varlıklı ve eliaçık kimseler darda olan birine bir ihsanda bulunsa hatta borç bile verse onu geri istemez. Bununla birlikte istedikleri bir şeyi elde ettikleri zaman da kimse bunu kolay kolay geri alamaz.
- Ağır giden yol alır, hızlı giden yolda kalır: İşleri yavaş ve dikkatli yapanların başarıya ulaşacağını, acele edenlerin ise başarısız olacağını ifade eder. Sabır ve özenle ilerleyen kişi, daha sağlam adımlar atar.
- Ağır git ki yol alasın*: Amaçladığı hedefe ulaşmak isteyen, ağır ağır, ama dikkatli ve güvenli hareket etmelidir.
- Ağır taşı ne yel alır, ne sel alır*: Oturaklı insan kolayca etkilenmez, yerinden edilemez.
- Ağzından lokmasını al (Ağzına vur, lokmasını al / Başına vur ağzından lokmasını al): Uysal, sessiz ve olaylar karşısında tepki göstermeyen kimseler için söylenir: Arkadaşları kendi halinde, çekingen olduğunu söylüyorlar. Ağzından lokmasını al, diyorlar (H. Çetinkaya). Muhlis iyi çocuk, hoş çocuk, harbi çocuk; vur ensesine, ağzından lokmasını al gık demez; hem seviyorum bu oğlanı, hem acıyorum vallahi. (A. İlhan)
- Ah alan onmaz, ah yerde kalmaz: Yapılan bedduaların ve ahların er ya da geç karşılık bulacağı anlamına gelir. Kötülük eden kişinin, karşı taraftan aldığı ah sonucu, bir gün benzer bir durumla karşılaşacağı anlatılır.
- Akşam bulutu kızarırsa eline abayı al, sabah bulutu kızarırsa eline yabayı al: Akşam gökyüzünün kızıl olması, ertesi günün soğuk olacağını belirtir. Sabah olan kızıllık o günün güzel olacağını gösterir ve tarla, toprakla uğraşanları sevindirir.
- Alakargada alacağım olsun, alamazsam gözümü oysun*: Borçluyla uğraşmak durumunda kalınsa bile alacaklı olmak, borçlu olmaktan yeğdir.
- Alçak yerde yatma sel alır, yüksek yerde yatma yel alır*: İnsan, yaşantısını içinde bulunduğu koşullara göre sürdürmeli, kendisine uygun çevre ve arkadaş edinmelidir.
- Altın alma dua al: Bir insanın duasını almak hazinelerden daha değeridir.
- Allah dokuzda verdiğini sekizde almaz*: Alın yazısı ne ise o olur. Allah yarattığı hiçbir varlığın yaşamını, önceden belirlediği süre dolmadan elinden almaz.
- Allah'ın verdiğini kul alamaz: Allahü Teala'nın emrine karşı gelmenin ya da onun isteği dışında hareket etmenin imkânsız olduğunu ifade eder.
- Amcamla dayım, hepsinden aldım payım* (Kimi emmim, kimi dayım, hepsinden almışım payım): Yakınlarından beklediği ilgi ve yardımı göremeyen kimsenin durumunu anlatır.
- Ana baba bedduasını alan onmaz: Anne ve babasını üzerek onların bedduasını alan kişi türlü felaketlere uğrar, düştüğü kötü durumu ömür boyu düzeltemez.
- Ana çeker zahmeti, baba alır rahmeti: Annelerin aile yaşamındaki katkıları pek hatırlanmaz, buna karşılık çocuklar kendilerine kalan mirası babalarının eseri kabul ederler.
- Anası övdüğünü koy da kaç, el övdüğünü al da kaç: Anneler kızlarının kusurlarını görmezler, kızlarını eleştirmezler. Bu yüzden, elin övdüğü erdemli kızlarla evlenmeye bakılmalıdır.
- Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al*: Bir kızın nitelikleri annesininkilere benzer; evlenilecek kızın nasıl bir insan olduğunu anlamak isteyen, önce annesini tanımalıdır.
- Arı bal alacak çiçeği bilir*: İşini bilen kimse yarar sağlayacağı yeri iyi seçer: Öteki bakkallar gibi alıcı peşinden koşmaz, canının istediğine verirdi malını. "Bilir bizim kepenkli bakkal bal alacağı çiçeği!" derlerdi onun için. (B. Günel)
- Arıdan bal almak her kişinin kârı değil*: Herkes her işi yapabilir sanılır ancak bazı işleri sadece bazıları yapabilir.
- Arkadaşını köyden, ekmeğini evden al: İnsan arkadaşlarını doğup yetiştiği yerden seçmeli, aynı zamanda geçimini de kendi ailesinden sağlamalı.
- Aslan ağzından şikâr alınmaz: Güçlü kuvvetli kimselerin hakkını kimse yiyemez (şikâr: av).
- At almadan ahır dikme: Gerekli olan asıl şeye sahip olmadan, ona bağlı diğer işlere girişmenin anlamsız olduğunu ifade eder.
- At alırsan taydan al, kız alırsan soydan al (At alırsan başlıdan, kız alırsan çarlıdan): Bir şeyin ya da kişinin kalitesinin temelden, başlangıçtan anlaşılacağını ifade eder. At alırken yavru ve iyi olmasına, kız alırken de ailesinin soylu ve köklü olmasına dikkat edilmesi gerektiği anlatılır.
- At alırsan yazın al, deve alırsan güzün al, avrat alırsan gezin al: Bir şey alırken o şeyin bol ve ucuz olduğu zamanı beklemeli. Evlenmeye karar veren kişide aceleci olmamalı, anlaşabileceği uygun birini aramalı.
- At mizacı al mizacı: Başkalarıyla iyi geçinmek için herkesin huyuna göre uyum sağlamayı bilmek gerekir.
- At yürümekle yol alır, kibar vermekle ün alır: İlerlemenin emekle ve sürekli çabayla mümkün olduğunu ifade eder. Cömert ve yardımsever kişinin ise iyiliği sayesinde herkes tarafından tanınıp saygı gördüğü anlatılır (kibar: 1. soylu, köklü kimse. 2. büyükler, ulular).
- Ata binmekle murat alınmaz: Bir işe sadece görünüşte başlamanın gerçek sonuca ulaştırmayacağını ifade eder. İnsan, muradına ermek için gayret, bilgi ve sabır göstermesi gerektiğini bilir.
- Ateş alan harmanı söndürmek güç olur: Tehlikeli bir olay gelişmeye başladıktan sonra ortadan kaldırmak güçtür. Önemli olan zarar gelebilecek hiç bir şeye zemin oluşmamasının sağlanmasıdır.
- Atı verdim katır aldım, belayı satın aldım: Daha iyi bir şeyi kaybedip yerine daha kötü bir şeyin elde edilmesinin büyük bir hata olduğunu ifade eder. İyi bir fırsatın kaybedilip, daha kötü bir duruma düşüldüğünde kişinin zor durumda kalacağını anlatır.
- Atılan adım geri alınmaz: Verilen kararların ve yapılan eylemlerin geri döndürülemez olduğunu ifade eder. Bir işe başladıktan sonra onu geri çevirmek veya eski hâline döndürmek genellikle mümkün olmaz.
- Atın iyisini genç, kadının iyisini ihtiyar alır: Kadınları tanımanın zaman ve tecrübe gerektirdiğini ifade eder. Yani, bir atın kalitesini gençken değerlendirmek mümkünken, kadınların karakterini ve kişiliğini anlamak için daha fazla zaman ve yaşanmışlık gerektiğini vurgular.
- Av vuranın değil, alanın*: Bir şeyin sahibi ondan yararlanamıyor da başkası yararlanıyorsa, asıl sahibi yararlanan kişi demektir.
- Ayak almadık taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz*: İnsan yaşadıkça türlü engeller ve güçlüklerle karşılaşabilir.
- Ayıyı (maymunu) fırına (ateşe) atmışlar, yavrusunu ayağının altına almış*: Duygusuz insanlar, kendilerini kurtarmak için gerekiyorsa çocuklarını bile tehlikeye atmaktan çekinmezler.
- Az alan çok alır, çok isteyen bir kere alır: Kanaatkâr insanın uzun vadede daha çok kazanacağını anlatır. Aşırı hırs gösteren ise bir kez kazansa da sonrasında kaybeder.
- Azıksız yola çıkan, dilenciden ödünç alır: İleride gereksinim duyacağı şeyleri zamanında hazırlamayan kişi, hazırlık yapan diğer insanlardan yardım bekler.
- Bacası görülmeyen yerden kız alınmaz: Evleneceğiniz kişinin aile yapısını ve yaşantısını bilmenin önemini vurgular. Kişinin kökeni, ailesi ve yaşam tarzı hakkında bilgi sahibi olunmadan yapılan evliliklerin sorun çıkarabileceğine dikkat çeker.
- Balık tutan onmaz, yiyen doymaz, alıp satan kar eder: Değerli ve faydalı bir şeyin satılmasında aracılık edenler, çoğu zaman o şeyi üretenlerden daha çok kazanç sağlarlar (onmak: Daha iyi bir duruma gelmek, gönül ferahlığına ermek, dertten kurtulmak...).
- Bana yaramayanı bir pula almam: İşimize yaramayan bir şey ne kadar ucuz olursa olsun onunla ilgilenmeyiz.
- Baskısız yongayı yel alır; sahipsiz tarlayı sel alır*: Kontrol altında bulundurulmayan veya gereği gibi korunmayan gençler kötü yollara sürüklenebilirler.
- "Baş üstüne" deme, ayak altına al da işimi gör: Bana göstereceğin yapmacık saygı değil, işimi iyi yapman gerek.
- Bekar gözü ile kız alma, gece gözü ile bez alma (yaya gözü ile at alma)*:
- Bekâr erkek arzu ve istek dolu olduğu için evleneceği kızın kusurlarına dikkat etmez.
- Bazı durumlar kusurların görülmesine engel olabilir. İyice ve gereği gibi araştırılmadan yapılan işler sonradan sıkıntı çıkarabilir.
- Belaya sabreden ecrini alır:
- İnsan başı derde girdiğinde inancını yitirmez, sabırlı olursa bunun yararını mutlaka görür (ecir: maddi ve manevi iyi karşılık, sevap).
- Sabırlı insan hayatın bütün zorluklarından başarı ile çıkar.
- Beslemeyi eslemeden alma*: Sürekli bir hizmet için evine kabul edeceğin kimseyi iyice sorup soruşturmadan alma (eslemek: Önem vermek, aldırış etmek).
- Beş paraya bir kaz al da, sen de lakırdıya karış: Bir gruba veya topluluğa katılmak ve konuşmalara dahil olabilmek için küçük de olsa bir katkıda bulunmak gerektiğini ifade eder (?).
- Bez alırsan Mısır'dan (Musul'dan), kız alırsan asilden*: Bazı şeylerin kalitesinin veya değerinin geldiği yere göre değiştiğini anlatır. Mısır bezi gibi kaliteli malzemelerin değerli olduğu gibi, köklü ve iyi bir aileden gelen bir eşin de saygı göreceği vurgulanır.
- Bilmeyenin elinden al, bilenin eline ver: Bir işi en iyi ustası yapar. Beceri isteyen işleri bilen kimselere yaptırmak gerekir.
- Bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır*: Bir şeyi herkes ister ancak onu bir kişi elde edebilir.
- Bir mum al da derdine yan*: Başkalarının işleri veya sorunlarıyla uğraşmak yerine, kendi sorunların ve durumunla ilgilenmen gerektiğini ifade eder.
- Bitli baklanın da kör alıcısı olur* (Bitli mercimeği körden başka kimse almaz): Kötü de olsa her şeyin mutlaka bir alıcısı olur.
- Borç alan dert alır: Borç almanın kişiye maddi ve manevi sıkıntılar getireceğini ifade eder. Borçlanmak, kişinin üzerinde baskı ve stres yaratır; bu nedenle borç almak, beraberinde dertleri de getirir.
- Borç alınırken dost, ödenirken düşmandır: İnsan borç alacağı kimseye karşı çok candan ve samimi davranır. Ödeme zamanı gelince kaçacak yer arar.
- Borç uzayınca kalır, dert uzayınca alır*: İnsan borçtan da dertten de çabuk kurtulmaya bakmalıdır.
- Büyüklerin sözü altın gibidir, yerde kalmaz, biri almazsa öbürü alır: Deneyimli ve bilge kişilerin sözlerinin her zaman değerli olduğunu ve mutlaka birilerinin bu sözlerden faydalanacağını ifade eder.
- Çay kenarında bağ alan sele alıverir, kırkından sonra kız alan ele alıverir: Bir işi o iş için gerekli ortamın bulunmadığı yerde yapmaya kalkışırsan bütün çaban boşa gider. Yaşlandıktan sonra genç kız alırsan sen öldükten sonra başkasıyla evlenmek zorunda kalır.
- Çivisiz tahtayı yel (rüzgar) alır* (Çivisiz tahtayı yel alır, yel almazsa sel alır): Sıkı bir denetim altında bulundurulmayan ya da korunmayanlar kolayca kötü yollara sürüklenebilirler.
- Çoban aldı bağa gitti, kurt aldı dağa gitti: Malından, kazancından başkaları yararlandı, kendisine bir şey kalmadı: Tabii o karambolde, "Çoban aldı bağa gitti, kurt aldı dağa gitti" hesabı kokozlandım, bir milyon dolarımın kökü kurudu ve âdembabaya döndüm. Borsa denilen melanetin dişime göre olmadığını kavramıştım. (Ş. Onay)
- Çoban güttüğü, çırak durduğu kadar alır: Bir kişinin yaptığı işe veya harcadığı çabaya göre karşılık aldığını ifade eder. Yani, bir işte ne kadar çaba gösterilirse, o kadar ödül veya sonuç elde edilir.
- Çocuktan al haberi*: Bir aile sorunu, ailece gizli tutulan bir şey ya da büyüklerin aralarında konuştukları bir konu çocukların rastgele söyledikleri bir sözle ortaya çıktığı zaman söylenir.
- Dağlar misafir almaya başladı: İlkbahar mevsiminde olunduğunu ve yazın başladığını/başlamak üzere olduğunu anlatır.
- Damara göre kan alınır: Herkesten yardım istenmez, istense de alınamaz.
- Deliden al uslu haberi* (Haberi deliyle çocuktan al): Deliler sır saklamasını bilmedikleri ve her şeyi olduğu gibi söyleyiverdikleri için haberin doğrusu ondan alınır.
- Delinin sözü kaleme alınmaz: Genellikle akılsız veya mantıksız insanların sözlerinin veya eylemlerinin kayda değer veya anlamlı olmadığını vurgular.
- Demirciden kömür alınmaz: Herkesin kendi uzmanlık alanında bilgi ve yetkinlik sahibi olduğunu ve başkalarından beklenmeyen şeyleri talep etmenin uygun olmadığını anlatır.
- Dervişlik olaydı taç ile hırka, ben de alırdım otuza kırka: Gerçek dervişliğin dış görünüşle, yani taç ve hırka gibi sembolik kıyafetlerle elde edilemeyeceğini ifade eder. Manevi olgunluk, yalnızca iç dünyayı güzelleştirmekle kazanılabilir; dış süsler kişiyi derviş yapmaz.
- Deve ağır gider, amma yol alır: Tedbirli kişi işini yavaş yavaş az az yapar, ama hatasız ve devamlı yapar.
- Deve kırk yılda intikam almış, "Ne erken oldu?" demiş: Develerin sabırlı doğasını simgeler ve bir olayın veya durumun sonucunun, beklenenden çok daha uzun bir süre sonra ortaya çıkabileceğini ima eder. Aynı zamanda, sabırla beklemenin ve doğru zamanı kollamanın önemine vurgu yapar.
- Devenin tepmesi yumuşaktır ama can alır: Güçlü kuvvetli, kişilerin birazcık sinirlenmesi bile zayıf insanlara büyük zararlar verebilir.
- Deveye "İnişi mi seversin, yokuşu mu?" demişler, "Yük olduktan sonra ikisini de şeytan alsın" demiş: Zor ve istenmeyen bir durumdayken seçeneklerin aslında pek fark etmediğini, çünkü her iki seçeneğin de aynı derecede istenmeyen olduğunu ifade eder.
- Dilenci selam almaz: İhtiyacını karşılamaktan başka bir şeyle ilgilenmeyen kişi, karşısındakinin selamını bile dikkate almayabilir (?).
- Dolu bardak su almaz:
- Mevcut durumun sınırlılığını ve yeni fırsatların veya kaynakların var olan durumu iyileştiremeyeceğini ifade eder.
- Her insanın belli bir kapasitesi olduğunu ondan fazlasını alamayacağını anlatır.
- Dost alınıp satılmaz: Dostluğun maddi bir değerinin olmadığını ve parayla elde edilemeyeceğini ifade eder. Gerçek dostluk, menfaatlerle değil, samimiyet ve karşılıklı güvenle oluşur ve uzun bir sürede kazanılır.
- Ekin ektim yel aldı, değirmen yaptım sel aldı, oğul yetiştirdim el aldı: Ana baba çocuklarını büyük fedakârlıklarla yetiştirirler. Fakat çocuklar evlenme çağına geldiği zaman baba evinden ayrılmak zorunda kalırlar.
- Ekmeği kessem yarım olur, kimi alsam karım olur: Evliliğin kişisel tercihlerden ziyade toplumsal bir norm olduğunu ve kiminle evlenirseniz evlenin, evlilik ilişkisinin benzer şekilde işleyeceğini vurgular.
- Ekmeğimi al da dirliğimi alma: Ağız tadının, huzurun, afiyetin herşeyden önemli olduğunu anlatır.
- Ektiğine değil aldığına/biçtiğine güven: Çiftçi umduğu hasada göre değil, hasat yapıldıktan sonra elde ettiği ürüne göre harcama yapmalıdır. Ve hayatın tüm alanlarında bu şekilde sağlamcı olunmalıdır.
- Elin gülü ele kokmaz, alıp bağrına sokmaz: Başkasına ait olan şeylerin veya kişilerle kurulan yüzeysel ilişkilerin, gerçek değerini ve sıcaklığını hissettirmeyeceğini ifade eder. Sahip olunmayan veya içten bir bağ kurulmamış şeylerin, anlam ve değer taşımayacağını vurgular.
- Elin övdüğünü el alır, ana babanın övdüğü evde kalır: Her anne baba kendi çocuğunu daha güzel ve nitelikli görür. Ancak kısmetinin açık olması için başkalarının da öyle görmesi gerekir.
- Eline vur, ekmeğini al: Güçsüz, savunmasız kişilerin elinden bir şey almak çok kolaydır.
- Elini veren kolunu alamaz (kaptırır): Bazı yüzsüz kimseler borç isterken utanmaz, ne yapar eder istediklerini koparır, tekrar tekrar ister ve aldıklarını da zamanında geri vermezler.
- Ergen gözüyle kız alma, gece gözüyle bez alma: Doğru seçilmeyen, iyi görülmeyen, iyi bilinmeyen iş yapılamayacağı gibi, bir konuda deneyimi bulunmayan kimsenin görüşüne uyularak önemli bir karar verilemez.
- Erim alan canım ala: Kocasına sadık bir kadın için, kocası her şeyden daha değerlidir.
- Erkeği olmayanın evi güneş almaz: Erkeksiz bir evin huzursuz ve eksik olacağını ifade eder. Bu atasözü, erkeğin evdeki varlığının önemli olduğunu ve onun yokluğunda evde düzen ve mutluluğun eksik kalacağını belirtir.
- Erkek/Aslan dişisine bakar da kuvvet alır: Erkeğin hayatındaki kadının ona güç ve destek verdiğini ifade eder. Bir erkeğin karısından aldığı moral, cesaret veya motivasyonun onun güçlenmesine katkıda bulunduğunu vurgular.
- Erken ekme don alır, geç kalma yer kurur: Tarlanın tohumlanma işi ekim zamanından önce veya sonra yapılırsa mahsulün tamamı ziyan olur.
- Erken kalkan yol alır, er evlenen döl alır*: Yapacakları işe erken başlayanlar kazançlı çıkarlar.
- Estiği kadar yağsa, dağı taşı sel alır: Bazı olaylar ilk başlangıçta şiddetli görünebilir fakat zamanla hızı azalır ve daha tehlikesiz hale gelir.
- Eşeğe "sıpan oldu" demişler, "sırtımdan yükümü alacak değil ya, önümden yemimi alacak" demiş: Malına düşkün, çocuk sevgisinden yoksun kimseler, çocuk sahibi olduğunda, sevinmekten çok onu getireceği masrafa endişelenirler.
- Eşeği eşeğin yanına bağlarsan ya tüyünden alır ya huyundan: İnsanların uzun süre birlikte vakit geçirdiklerinde birbirlerinden etkilendiklerini anlatır. İnsanın çevresindeki kişiler, onun karakteri ve davranışları üzerinde iz bırakır.
- Eşeğin bozunu alma, hırsızın kızını alma: Kökeni kötü olan şeyden hayır gelmeyeceğini anlatır. İnsan, eş seçiminde de iş seçiminde de aslına ve geçmişine dikkat etmelidir.
- Et alırsan koldan, kız alırsan soydan: Et satın alırken kaliteyi ve etin körpeliğini, kız alırken ise ailenin kökenini ve soydan gelen özelliklerini önemsemek gerektiğini ifade eder. Yani, bir seçim yaparken kalite ve köken gibi unsurları dikkate almak önemlidir.
- Ev alanla evlenene Allah yardım eder*: Evlenene ve ev yapana herkesin kolaylık göstermesi, onlara Allah'ın yardımının dolaylı olarak ulaşıyor olması demektir.
- Ev alma komşu al*: İyi komşular evden daha önemlidir. Ev ne kadar iyi olursa olsun eğer komşun kötüyse o evde rahat edemezsin.
- Ev satan bir yıl bey olur, ev alan bir yıl züğürt: Para bulmak için evini satan kimse, o parayla ancak bir süre rahat yaşar, ama borçlanarak ev sahibi olan kimse belli bir süre sıkıntı çeker.
- Garipten kız alması kolaydır, saklaması çetindir; zenginden kız alması çetindir, saklaması kolaydır: Yoksul aileden kız almak fazla zorluk ve masraf gerektirmez. Zengin aile ise kızını vereceği erkeğe bir sürü şart koşar.
- Gem almayan atın ölümü yakındır*: Söz dinlemeyen hırçın kişi, davranışının büyük zararını görür.
- Gezmekten hevesini alsa, deli alır: İnsanların gezmeye olan tutkusunun hiç bitmediğini ve sürekli yeni yerler keşfetmek istediklerini ifade eder.
- Görgüsüzden hamur alacağına, eğil de yerden çamur al: Terbiyesiz veya kaba insanlardan bir şey istemenin, insanın kendisini küçültmesine neden olacağını ifade eder. Değersiz insanlardan iyilik beklemek yerine, zahmete katlanarak kendi işini görmek daha iyidir.
- Gülüne bak, goncasını al: Bir insanın niteliklerini öğrenmek özellikle evlenilecek birini tanımak için diğer aile fertlerini tanımak yeterlidir. Çünkü çoğu özellikleri onlarla aynıdır.
- Güvenme dayına, ekmek al yanına*: Her ne kadar çevresinde güvenip dayanabileceği dostları olsa da insanın kendi ayakları üzerinde durabilmesi her işini kendi görebilmesi en iyi olandır.
- Haberi verenden alan uslu gerek: Bir haber alındığında aceleyle tepki vermek yerine sakin ve akıllıca hareket edilmesi gerektiğini ifade eder. Duygulara kapılmadan, haberi değerlendirmek önemlidir.
- Haberi verenden alan uz gerek: Bir kişi ne gibi sonuç doğuracağını bilmediği bir haberi sadece anlatır. Bundan sonuç çıkarmak, dinleyenin anlayış, uslamlama gücüne bağlıdır.
- Haberin doğrusunu oğlandan al: Çocukların duyduklarını ve gördüklerini çekinmeden ve süslemeden, olduğu gibi söylediklerini ifade eder.
- Hak verilmez, alınır: Kişi bir şeyi elde etmek için emek harcamışsa karşılığında kaldığı bağış değil hakkıdır.
- Harç aldırır, borç sattırır: Harcama yapmanın kişinin mal varlığını artırabileceğini, ancak borçlanmanın kişinin mal varlığını satmasına neden olacağını ifade eder. Akıllı harcamalar mal sahibi yapar, borçlanma ise elindekileri kaybettirir (harç: Bir iş için harcanan para, masraf).
- Harman savurdu, amma daneyi yele aldırdı: Yapılan işin sonucunun beklenen veya istenilen şekilde olmadığını ifade eder. İş yapıldığını ama işin tam olarak düzgün bir şekilde yapılmamasından dolayı işten elde edilen sonucun tatmin edici veya faydalı olmadığını anlatır.
- Harmanı biz dövdük, mahsulü başkaları aldı: Bazen emek veren kişinin, yaptığı işin karşılığını alamadığını ve sonuçlardan başkalarının yararlandığını ifade eder.
- Hatır alma bir elma: Bir kimseye karşı sevgimizi göstermek için sunduğumuz armağanın değeri pahalı olmasında değil, duygumuzu taşımasındadır.
- Helal malın şeytan yarısını alır, haram malı sahibiyle beraber götürür: Dürüst yollarla elde edilen kazanç kişiyi yokluğa düşürmez, ama başkalarının hakkıyla geçinen kimse bunu hayatıyla öder.
- Her damardan kan alınmaz*: Herkesten, her önüne gelenden yardım istenmez ya da yardım alınamaz.
- Her sudan abdest alınmaz: Her fırsatın veya durumun doğru ve uygun olmadığını ifade eder. İnsan, her kaynaktan güvenle yararlanamayacağı gibi, her fırsatı da değerlendirmemelidir.
- Her tarladan bir tahıl (çakıl/nakil), her adamdan bir akıl (al): Her fırsattan ve her kişiden bir şeyler öğrenmek gerektiğini ifade eder. Her deneyim ve her insanın kendine özgü bir bilgi veya öğretisi olabilir. Bu nedenle, çeşitlilikten ve farklı bakış açılarıyla zenginleşmekten yararlanmak önemlidir.
- Her şey para ile, namus ar ile alınır: Maddi değerlerin parayla, şerefin ve namusun ise dürüstlük ve onurla kazanılabileceğini ifade eder.
- Herkes aklını pazara çıkarmış (mezada vermiş), yine kendi aklını almış (beğenmiş)*: İnsanlar kendi akıllarını başkalarınınkinden üstün görürler, çünkü karşılaştırma durumunda ölçüleri yine kendi akıllarıdır.
- Her şey para ile, namus ar ile alınır: Maddi değerlerin parayla, şerefin ve namusun ise dürüstlük ve onurla kazanılabileceğini ifade eder.
- Hıyar akçesiyle alınan eşeğin ölümü sudan olur*: Çok ucuza alınan mal, çürük, işe yaramaz çıkar.
- Hilekardan yumurta alan içinde sarısını bulamaz: Güvenilmez kişilerin sunduğu şeylerin genellikle kalitesiz olduğunu ifade eder. Güvenilir olmayan kişilerden elde edilen şeyler, beklentileri karşılamayabilir.
- İhtiyar genç alırsa ele kalır: Yaş farkı çok olan evliliklerde erkeğin ölümüyle genç kadının başkasıyla evlenmek zorunda kalacağını ifade eder. Herkes yaşına uygun biriyle evlenmeli ki sonrası sorun olmasın.
- İneğe küftün verilmezse sütü alınmaz: Bir şeyler elde edebilmek için önce gerekli hazırlığın ve yatırımın yapılması gerektiğini ifade eder (küftün: Sığırlara yedirilen susam ya da keten küspesi).
- İnsan bilmediğini ayağının altına alsa başı göğe değer: Kişinin bilmedikleri bildiklerinden çok daha fazladır. Sürekli bilgi edinen kimse, öğrendikçe kendine yeni ufuklar açar.
- İnsan evlenmekle, ağaç aşılanmakla döl alır: Aşılanan ağaç dallanır, budaklanır, gelişip büyür. Tıpkı evlenen insanlar çocuk yaparak soylarını sürdürdükleri gibi.
- İnsanın altından atını alırlar amma yolunu alamazlar: Kişinin sahip olduğu olanakların veya imkanların alınabileceğini, ancak kişinin yolunu, hedeflerini veya kararlarını etkileyemeyeceklerini ifade eder.
- İnsanın söz anlamazı, atın gem almazı: İnsanların ve hayvanların bazen kendi başlarına hareket etmek istedikleri veya dış müdahalelere karşı direnç gösterdikleri durumları anlatır. Özellikle uyaranlara dikkat etmeyen, öğütleri dinlemeyen veya kontrol edilemeyen kişiler veya hayvanlar için kullanılır.
- İşin gelişi ayak alışından belli: Herkes yeteneklerine uygun işler yapmalıdır. Böyle yapılırsa başarıya ulaşılır.
- İtin adını an, eline ağaç al (İti an çomağı hazırla*): Görgüsüz, geçimsiz, kötü huylu birinden bahsederken her an bir yerden çıkıp gelecekmiş gibi hazırlıklı olunmalıdır.
- İtten çok çarık alıp giden olmaz, ama yine ayağı yalındır: Hırsızlıkla geçimini sağlayan kişiler o kadar şey çalarlar, yine de sıkıntı içinde yaşarlar.
- İvmek ile yol alınmaz: Aceleyle iş yapmaya çalışan kişinin hedefine ulaşamayacağını ve başarısız olacağını ifade eder. Acele edenler, planlarını gereği gibi gerçekleştiremeyecekleri için yolda kalırlar ve amaçlarına ulaşamazlar.
- Kabahat (Suç) samur kürk olsa kimse sırtına (üstüne) almaz*: Suç, kınanan, cezalandırılan bir davranış olduğundan hiç kimse onu kabul etmek istemez.
- Kale içinden alınır: Bir işi sağlam biçimde ele geçirmek için içeriden destek veya uygun zemin gerektiğini ifade eder. İnsan, bir yapıyı ya da topluluğu dışarıdan zorlayarak değil, içerideki uyum ve işbirliğiyle kazanabileceğini bilir.
- Kalkanın yerini, ölenin avradını alırlar: Bir kişi herhangi bir nedenle bir makamı ya da görevi bıraktığında, onun yerinin hızla doldurulacağını ifade eder. Bu söz, insanların vazgeçilmez olmadığını ve boşalan her pozisyonun bir başkası tarafından doldurulacağını anlatır.
- Kardeşim ağa, avradı hatun, almaz beni kulluğa satın: Evlenen bir kişinin karısına verdiği değerin, kardeşine olan sevgisinin önüne geçtiğini ifade eder. Evliliğin insan ilişkilerinde ve önceliklerde değişikliklere neden olabileceğini vurgular.
- Karıncadan ibret al, yazdan kışı (kışa) karşıla (hazırlan)*: Çalışabildiğimiz günlerde çalışamayacağımız kötü günleri düşünerek hazırlık yapmalıyız.
- Kefen alacak adam yüzünden (gözünün yaşından) belli olur*: Kimsenin gönül rızasıyla almayacağı bir şeye istekli olanın bu davranışındaki neden, onun halinden anlaşılır.
- Kel kızın kör alıcısı olur: Kusurlu bir kişinin kısmetinin de kusurlu olacağını ifade eder. Yani, kusurlu olan bir kimsenin kendisine denk bir kısmeti olur.
- Kendinden küçükten kız al, kendinden büyüğe kız ver (kendinden küçüğe kız verme): Gelinlerin kocalarına karsı saygı duymalarını sağlamanın kolay yolu, erkek ailesinin kız ailesinden yüksek olmasıdır. Kızlar, evlenecekleri erkeğin evinde, babalarının evinde bulduklarından fazlasını bulup mutlu olmalıdır.
- Kıssadan hisse almalıdır: Anlatılan bir olay veya hikâyeden ders çıkarmak gerektiğini ifade eder. İnsan, geçmiş deneyimlerden ve başkalarının tecrübelerinden faydalanarak gelecekte aynı hatalara düşmemelidir.
- Kışın yaba al, yazın soba al: Yazın kullanılan malı kışın, kışın kullanılan malı da yazın alırsak daha ucuza mâl etmiş oluruz.
- Kıtlık olsa buğday al, avrat ölse kız al:
- Kıtlık zamanında buğday almak, yani temel gıda maddesini edinmek hayatta kalmak için önemlidir; eş kaybedildiğinde yeniden evlenmek de sosyal ve ailevi yapıyı sürdürmek için gereklidir.
- Erkek karısı öldüğü zaman yeniden evlenmeye karar verirse daha önce evlenmemiş çocuksuz birini ister. Ortada kıtlık söz konusu olduğunda da ucuz ve çok kullanılan tercih edilmelidir.
- Kıtlıkta satıcıya, bollukta alıcıya Allah insaf versin: Yokluk zamanlarında satıcıların fırsatçılık yapmaması, bollukta da alıcıların açgözlü davranmaması gerektiğini ifade eder. Her durumda adalet ve vicdan sahibi olmak önemlidir.
- Kız alırsan dersin "Sen bilirsin" dul alırsan dersin "Ben bilirim": Kızın nazı çok olur. Dul kadının ise boynu büküktür.
- Kızı alan göz ile bakmasın, kulak ile işitsin: Erkek evleneceği kızda sadece güzellik aramamalı, onun niteliklerini de araştırıp işitmelidir.
- Kimse kabahati üzerine almaz: Kimse suçlu durumda kalıp toplumun gözünde küçük düşmek istemez.
- Kişi her bilmediğini ayağının altına alsa başı göğe erer: İnsan her ne kadar çok şey biliyorum dese de bilmediği ve öğreneceği pek çok şey vardır. Onun için kimse bilgisi ile gururlanmamalıdır.
- Kocam aldığında gibi, günüm bayramdaki gibi olsa: Kadınlar evlilikte sıkıntıya düşünce cicim aylarının hayalini kurarlar.
- Komşu kızı almak, kalaylı kaptan su içmek gibidir*: En iyi tanınan kız komşunun kızıdır. Bu nedenle en iyi evlilik komşunun kızıyla yapılan evliliktir anlamında söylenir.
- Kurdun adını ağzına alırsan kurt gelir: İnsan bir olaydan ne kadar korkar, çekinirse o olay çoğu zaman başına gelir.
- Kurt ağzından kuzu alınır mı?: Güçlü, kuvvetli kimselerin elinden zorla hiçbir şey alınamaz.
- Kuru çeşmede abdest almış, İhmalpaşada namaz kılmış: Çok iş yapmış gibi görünüp de aslında hiçbir şey beceremeyen insanlar için kullanılır.
- Kürkü orak vaktinde, orağı kürk vaktinde (al)*: Gereksinimler vaktinden önce ve ucuz olduğu zaman karşılanmalıdır.
- Lambayı almadan camına bak, gelini almadan huyuna bak: Gelin seçiminde dış görünüşten çok, huy ve karakterin daha önemli olduğunu ifade eder.
- Lokmayı az al, çok çiğne:
- Sağlıklı bir şekilde beslenmeye vurgu yapar. Yavaş yemek yemek, yiyeceği iyi çiğnemek sindirimi kolaylaştırır, midenin daha iyi çalışmasına yardımcı olur ve aşırı yemek yemekten kaçınılmasını sağlar.
- Her işte aşırılıktan kaçınılması gerektiğini ve bir işi yaparken acele edilmemesi gerektiğini anlatır. İnsan, her şeyi yavaş ve dikkatli bir şekilde yapmalı, düşünerek hareket etmelidir.
- Mide almadık aş, ya karın ağrıtır ya baş*: İsteksiz yenen yemek nasıl insana dokunursa, gönülsüz yapılan iş de kötü sonuç verir.
- Miden alırsa domuz eti ye: İnsan karakterinin zayıflığı oranında harama tenezzül eder.
- Miras helal, hele (ele) al demişler*: Miras, mirasçının en doğal hakkıdır fakat mirası ele geçirmek bu kimseyi çok uğraştırır, üzer.
- Müflis selamını batakçı alır: Zor durumda olan kişilerin genellikle benzer durumdaki kişilerle ilişki kurabileceğini ifade eder. Borçlu ve iflas etmiş kimseler, çoğunlukla aynı sıkıntıları yaşayanlarla bir araya gelir; durumu iyi olan kimseler bu kişilere ilgi göstermek istemeyebilirler.
- Mülk alan kırk gün aç, mülk satan kırk gün tok: Bütün imkanlarını kullanarak ev, arazi, tarla gibi mal sahibi olan, bir süre sıkıntı çeker. Para bulmak için mülkünü satan da o parayla yalnız bir müddet rahat yaşar.
- Namussuzdan ırzını satın almalı: Namuslu kalabilmek için ahlaksız ve güvenilmez kimselerle muhatap olunmaması gerektiğini anlatır.
- Ortaklık iyi olsaydı iki adam bir avrat alırdı: Bir işin, malın veya mülkün yalnız bir kişiye ait olmasının daha faydalı olduğunu ifade eder. Kadın da olacağı gibi kıymetli mal gibi değerli şeylerin paylaşılmasının sorunlar doğurabileceğini vurgular.
- Ovanın tazısı, dağın ceylanını alamaz: Her yetenek her ortama uymaz; her kişi her hedefe ulaşamaz anlamını ifade eder. Kendi koşullarına uygun olmayan bir işe kalkışan kimse, başarılı olamaz.
- Öç alma rahatlığı rahatlık sayılmaz: İntikam almanın kişiye geçici bir tatmin sağlasa da kalıcı bir huzur getirmeyeceğini ifade eder. Gerçek rahatlık, kin ve öfkeden arınarak iç huzuru bulmaktan geçer.
- Öç almak neyin işi, bağışlamak beyin işi: Öç almak uğranılan zararı gidermez. Mert, saygıdeğer bir insan olmak istiyorsan bağışlamayı bilmelisin.
- Öküz alırsan boyunduruk doldurursun, karı alırsan evini doldurursun: Bir evi yuva yapan, dolduran, eve hayat veren kadındır.
- Öküzün inek başlısını, tarlanın ufak taşlısını al: Seçim yaparken işe yararlılığı ve uygunluğu ön planda tutmak gerektiğini ifade eder. İnek başlı öküz uysal, güçlü ve dayanıklıdır, ufak taşlı tarla ise kolay işlenir ve verimlidir.
- Ölüm ile öç alınmaz*: Birine kin güttüğümüz zaman o kişinin veya yakınlarından birinin ölümü biz sevindirmemeli.
- Öv küçüğü, al büyüğü: Küçük şeyler sözle övülse de asıl tercih ve değer büyük olandan yana olur anlamına gelir. Evlilikle ilgili olarak, tecrübesiz olmasına rağmen genç ve güzel biri ne kadar övülse de, iş ciddiye bindiğinde hayat arkadaşı olarak olgun ve deneyimli biri tercih edilir/edilmelidir.
- Pahalı alan aldanmaz (Ucuz alan pahalı alır)*: Ucuz mal dayanıksız, kötü çıkıp kısa süre sonra yenisini almak gerektirdiğinden pahalıya mal olur.
- Parası yok hırsız alsın, imanı yok şeytan: Maddi ve manevi hiçbir varlığı olmayanların toplumda saygınlığı ve yeri de olmaz.
- Pekmez aldık, bal çıktı: Bir iş veya durumdan beklenmedik şekilde olumlu bir sonuç elde edildiğini ifade eder. İnsanın şansının iyi olduğu durumlarda, yapılacak işlerden beklenenden daha iyi sonuçlar alabileceğini anlatır.
- Pekmezi küpten (dipten), kadını kökten al*: Her şeyin en iyisini yerinden ve bilinenden almalı. Eş olacak kadının da temiz ve soylu olanını seçmeli.
- Sabah aç karnına elma, bir daha ilaç alma: Elmanın sağlık üzerindeki olumlu etkilerini vurgular, sağlıklı bir yaşam için dengeli ve doğal beslenmenin önemini ifade eder.
- Saygı sayana, terbiye alana göredir: Dürüst, terbiyeli ve saygılı bir karaktere sahip olmak veya bunları bir başkasına göstermek bunların değerini bilenler içindir.
- Selam verdim, "Rüşvet değildir" diye almadılar: Çıkarcı insanların iyiliği ya da samimiyeti bile anlamayabileceğini ifade eder. Yanlış ve olumsuz beklentiler iyi niyetli davranışların bile geri çevrilmesine neden olur.
- Serkeş öküz (son) soluğu kasap dükkanında alır*: Dikbaşlı olanlar, davranışlarının cezasını görürler, hatta bu davranışları hayatlarına bile mal olabilir.
- Söz biliyorsan söyle ibret alsınlar, bilmiyorsan sus insan (adam) sansınlar: Bilgili ve anlamlı konuşmaların başkalarına ders verebileceğini ifade ederken, bilgisiz veya boş konuşmalardan kaçınılması gerektiğini belirtir. Yani, bilgin varsa konuş ve başkalarına fayda sağla, yoksa sus ki insanlar seni bilge sansın.
- Sözü söyle alana, kulağında kalana*: Söylediklerine değer veriliyorsa konuş, sözün dinlenmiyorsa, konuşma daha iyi.
- Şahin avını nerde olsa alır: Yetenekli ve uzman kişilerin, ne zaman ve nerede olursa olsun başarılı olacaklarını ifade eder. Şahin gibi, yetenek ve beceri sahibi kişiler, her durumda başarıyı yakalar.
- Şeytanla ortak buğday eken samanını alır*: Ortağı kurnaz, düzenbaz olanın eline kârdan bir şey geçmez.
- Tarlayı düz al, kadını kız al*: Tarla alacak kimse bayırdan, engebeli yerden değil düz yerden almalıdır, evlenecek erkek de dul kadın değil, kız almalıdır.
- Tarlayı taşlı, kızı kardeşli yerden almalı*: Tarlanın taşlı olanı, evlenilecek kızın kardeşli olanı halk arasında daha yeğ tutulur.
- Toprağını derin sürmeyen, eksik mahsul alır: Toprağı ekime hazırlarken gereken çabayı göstermezsen bol ve iyi ürün alamazsın.
- Tükürülen tükürük ağıza alınmaz: Verilmiş kararlardan, taahhütlerden vazgeçilmemesi gerekir.
- Ucuzlukta alır, pahalılıkta satar: Bazı açıkgöz insanlar bir malı ucuzlayınca bol miktarda alıp stok eder, pahalanınca satışa çıkarırlar.
- Uyumakla yol alınmaz: Başarılı olmak, hedefe ulaşmak veya ilerleme kaydetmek için aktif ve çalışkan olmak gerektiğini ifade eder.
- Üstad duası almayan berhudar olmaz: İnsan kendisini eğitenin yüzünü kara çıkarırsa, hiçbir işte başarı sağlayamaz.
- Vakitsiz açan çiçek (ağaç) boy almaz: Zamansız veya uygun olmayan bir dönemde yapılan işlerin istenilen verimi ve kazancı sağlamayacağını ifade eder.
- Veren alır, alan verir: Yardım etmeyi seven insanların karşılığını mutlaka bir şekilde göreceğini ifade eder. Yardım gören kişiler de ihtiyaç hâlinin zorluğunu bildikleri için zamanı geldiğinde başkalarına destek olmaktan kaçınmaz.
- Veren el alan elden üstündür*: Yardımını esirgemeyen, eli açık olan kimseye herkes saygı gösterir.
- Verenden al, vurandan kaç: Cömert ve iyi huylu kişilerle yakınlık kurmanın insana fayda getireceğini ifade eder. Kötü niyetli ve zararlı kişilerden ise uzak durmanın en doğru yol olduğunu anlatır.
- Veresiye dediler, alasım geldi, istemeye geldiler, ölesim geldi*: Yersiz ve fazla veresiye alışverişin borcunun ödenmesi zor olabilir.
- Veresiye veremem, ardın sıra gelemem, gelirsem de bulamam, bulursam da alamam: Veresiye verilen şeylerin parasının alınmasının zor olacağını ifade eder. Borç verildiğinde, kişinin ardından koşmak, bulmak ve alacağını tahsil etmek zor bir süreç olabilir.
- Verilen söz geri alınmaz: Kişi iyice düşünmeden, yerine getiremeyeceği sözü vermekten kaçınmalıdır.
- Vermek kolay almak zor: Verilen borcun geri alınmasının çoğu zaman güç ve zahmetli olduğunu ifade eder. Borç isteyen kolayca alır fakat geri ödeme aşamasında çeşitli bahaneler ve gecikmeler yüzünden alacaklı olan kişi zorlanır.
- Yağmur yağarsa ineği sat, öküz al; yağmur yağmazsa öküzü sat, deve al: İnsan hiç kullanmadığı malı boşuna elinde tutmamalı, onu satıp yerine işine yarayan bir mal almalıdır.
- Yanmış harmanın öşrü alınmaz*: Önce verimli iken kazaya uğramış olan şeyden, artık gelir, verim beklenmez (öşür: Eskiden toprak ürünlerinden onda bir nispetinde alınan vergi).
- Yâr alırsa canımı, bahşetmiş olur canımı: Sevdiği uğruna can vermenin bir kayıp değil, aksine bir armağan olduğunu ifade eder. Seven için en büyük fedakârlık, sevdasına canını adamakla anlam kazanır.
- Yaramazla yâr olma, iyilerden ibret al: Kötü huyları olan kimselerle yakınlık kurma; dürüst, iyi huylu kişilerle arkadaş ol, onlar gibi olmaya çalış.
- Yarım elma, gönül alma*: Armağan küçük de olsa gönül almaya yeter. Bir insanı memnun etmek için mutlaka pahalı şeyler almak gerekmez. Önemli olan küçük bir armağanla olsun hatırlamaktır.
- Yaz diye yola çıkarsan kışı gözüne al: Bir işin veya planın sadece olumlu yönlerine odaklanmanın yeterli olmadığını, olası zorlukları da göz önünde bulundurmanız gerektiğini ifade eder. Her duruma hazırlıklı olmak, başarı için önemlidir.
- Yeğniyi yel alır, ağır yerinde kalır* (Hafif çalıyı yel alır, ağır çalı yerinde kalır): Görgüsüz, kişiliksiz, hoppa insanlar iyi insanların bulunduğu çevrede tutunamazlar. Olgun, iyi huylu insanlar, toplumda her zaman sevilir ve sayılırlar (yeğni: hafif, ciddi olmayan).
- Yel kayadan ne alır (koparır)?*: Güçlü ve sağlam bir karakterin veya yapının, zayıf ve geçici etkilerden zarar görmeyeceğini ifade eder. Kuvvetli bir iradeye sahip olan kişi, dış baskılara karşı dayanıklı olur ve sarsılmaz.
- Yıkık köyden haraç alınmaz: Zaten zor durumda olan kişiden daha fazla bir şey talep edilemeyeceğini ifade eder.
- Yiğitlik akçe ile alınmaz: Cesaretin ve kahramanlığın parayla satın alınamayacağını ifade eder. Gerçek yiğitlik, kişinin içinden gelen bir erdemdir, maddi varlıklarla elde edilemez.
- Yoksul âlâ ata binse selam almaz*: Yoksul kimse geçici olarak bile iyi bir duruma gelse herkese yüksekten bakar, kimseye selam bile vermez olur.
- Yol üstüne bostan ekme el için, kocalıkta (ihtiyarlıkta) avrat alma el için: Yapılan bir işten sonuç alınabilmesi, emeklerin boşa gitmemesi için çalışma yerinin baştan iyi belirlenmesi gerekir.
- Yürüyen yol alır, yürümeyen yolda kalır: Çalışkan, yetenekli kişi işinde çabuk ilerler, tembel kişiler ise ya geç bitirir, ya da yarıda bırakırlar.
- Zerdaliden kaval olmaz, al zurnadan haberi (Her ağaçtan düdük olmaz, al haberi zurnadan): Bir işin iyi yapılabilmesi, gereken koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. İşe yaramayan araçlarla beğenilecek bir sonuç elde edilemez.
- Zor ile menzil alınmaz: Zorbalık veya şiddet kullanarak bir hedefe ulaşmanın mümkün olmadığını ifade eder. Kalıcı ve olumlu sonuçlar elde etmek için sabır, anlayış ve doğru yöntemler gerekir.
- Züğürt alamadığını bağışlar: Yoksul kişinin zaten fazla malı olmadığından, birine verdiği bir şeyi geri alamazsa, onun yokluğunu pek hissetmez.
Soru/Yorum Gönder