- Bir şeyin bulunduğu, konulduğu, yapıldığı uzay (boşluk) ya da alan parçası: Bu koltuğa yer kalmadı. Pazaryeri. İşyeri. Bu oyuncak yerinde bin liradır.
- Yer sözcüğü, kullanıldığı cümleye göre "şu ya da bu işe ayrılmış yer" anlamına gelir: İlk açılacak yere (göreve) siz tayin edileceksiniz. Hastanede yer (yatak) yok. Yerimiz (evimiz) geniş, bu gece bizde kalın. Otelde yer (oda) varmıymış sordun mu?
- Ayaklarımızın altında serili bulunan her şey, gezinilen, ayakla basılan: "Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı, / Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı." (İstiklal Marşımızdan)
- Önem: Teknolojinin hayatımızdaki yeri gün geçtikçe artıyor.
- İz: Dikiş yerleri belli oluyor. Yüzünde çıban yeri var.
- Görev yeri: Müdür yerinde değil.
- Durum, konum: Senin yerinde olmak istemezdim.
- (coğrafya) Yerküre: İnsanlar yer üzerinde artıp çoğaldıktan sonra...
- Toprak: Bu bitki susuz yerde yetişmez.
- Yaşanan, yurt edinilen toprak ya da kent: Anadolu'nun bazı yerlerinde ağaca 'dal' denilmektedir. (N. Çağlar)
Yer (yeryüzü) |
Yer ile ilgili birleşik kelime ve fiiller
- Yer açmak: Sıkışarak bir kimseye yer vermek.
- Yer belirteci: (dilbilim) Eylemlerin, eylemsilerin anlamını yer bakımından tümleyen belirteç, yer zarfı: İçeri (girmek), dışarı (çıkmak), yukarı (bakmak) vb.
- Yer ekseni: (coğrafya) Yerküreyi, merkezinden geçerek iki kutup noktasında deldiği varsayılan çizgi.
- Yer kabuğu: (coğrafya) Yer yuvarlağının dışını çepeçevre kaplayan ve karalarla denizleri taşıyan kabuğu.
- Yer öpmek: Saygısını göstermek için bir büyüğün önünde eğilmek, onlara yönelerek yere kapanmak.
- Yer sarsıntısı: Deprem.
- Yer sofrası: Yerde genellikle bir tabla üzerinde kurulan ve yere oturarak yemek yenilen sofra.
- Yer yatağı: Yere serilen yatak.
- Yer yer:
- Zaman zaman: Kerbela'yı uzun uzun anlatırken yer yer hiddetlenmiş, yer yer ağlamış, yer yer sazını eline alıp sevgisini ve isyanını bağlamanın tellerine sarmıştı. (Z. Yıldırım)
- Birçok yerde: Yer yer doğal kayalıklardan da faydalanılmıştır. (H. Biber)
- Yer yurt: Konut.
- Yeryüzü:
- Yer yuvarlağının üstü, Dünya'nın yüzeyi.
- (mecazi) Dünya, hayat: Halam, babamın yeryüzünde tek akrabası idi. (A. H. Tanpınar)
- Yerden selam: Eskiden, el, yerlere kadar uzatılarak verilen selam.
- Yerini beğenmek: Yeri uygun gelmek.
- Yerini sevmek: (Bitki için) Yeri yetişmeye elverişli olmak, daha iyi ve hızlı büyümek: Pancar yerini sevdi. Yapıştı toprağa, saçak saçak kök saldı, kol attı. Her biri öküz kafası kadar büyüdü. (L. Tekin)
- Yerine koymak:
- (matematik) Bir denklemin sağlamasını yapmak için kök olarak bulunan değer ya da değerleri denklemde bilinmeyenlerin yerine yerleştirmek.
- (matematik) Bir özdeşliğin gerçekleştirilmesinde, içindeki harf ya da harfler yerine rasgele sayısal değerler vermek.
- Yerle beraber: Yerden yüksek olmayan, yer hizasında olan: Şimdi evin yerle beraber olan katı bahsine gelelim.
Yer ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "yer" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları:
- Yer almak:
- Bir topluluğu oluşturanlar, bir işi hazırlayanlar arasında bulunmak.
- Adı geçer olmak, adı kaydedilmiş olmak.
- Yer cücesi: Kısa boylu, çok bilmiş, kurnaz kimse.
- Yer demir, gök bakır: (deyiminin anlamı) Hiçbir yardım görme olanağı ve umudu kalmayan durum: Yaşar Kemal'in "yer demir gök bakır" dediği günler eskidendi, şimdi "yer arsız gök acımasız"dı. (Ç. Babacan)
- Yer etmek:
- İyice yerleşmek, yerleşip kalmak: Bu fikir bende iyice yer etti.
- İz bırakmak: Hafızam da yer etti.
- (Birini) Yer kabul etmez: Çok günahkar olanlar için söylenir.
- Yer tutmak:
- (Eşya) Kendisine ayrılandan fazla bir alanı kaplamak.
- Kendisi ya da yakınları için önceden yer ayırmak (ayırtmak).
- (Kişi) Önemli bir mevkide bulunmak.
- Yer vermek:
- Önemini belirtmek.
- Önemli bir görev vermek.
- Bir olaya yol açmak, meydan vermek.
- Yer yarılıp içine girmek:
- Yitirilip bir türlü bulunamamak: Yer yarılıp içine girdi sanki. Ne kendi göründü ortalıkta; ne de nereye gittiğini bilen biri vardı...
- Utancından yerin dibine geçmek: Sözleriyle sanki yer yarıldı da içine girmiştim.
- Yer yerinden oynamak: Ortalık allak bullak olmak, bir olay toplumda büyük tedirginlik yaratmak: Alp Arslan, ordusunun başında ülkeye girdiğinde sanki yer yerinden oynadı. (Y. Dursun)
- Yerde kalmak: Saygı görmemek, yüzüne bakılmamak.
- Yerden alıp gökte yemek: Herkese yukarıdan bakmak, çalımından geçilmemek, astığı astık, kestiği kestik olmak.
- Yerden bitme:
- Kısa boylu: Uzun boylu kadın iyice bozulmuştu bu yerden bitme kadına... (O. Komurcu)
- Türedi: Yerden bitme demokratlar bunlar, yerden bitme...
- Yerden göğe kadar: Pek çok: Sen yerden göğe kadar günah işlemiş olsan da, O'nun (c.c.) affı daha büyüktür. (A. Uzun)
- Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak.
- Yerden yere vurmak: Birine çeşitli yönlerden saldırarak onu çok aşağılatıcı bir duruma sokmak: Ama o, Resûlullah'ın soyuna söz getirmeden, Mekkelilerin bozuk inançlarını yerden yere vurdu. (M. Y. Kandemir)
- Yere bakan yürek yakan: Uysal ve uslu göründüğü halde alttan alta dolap çeviren: Vay Ünzile karısı, demek yere bakan yürek yakan bir tilkiymiş ha? (E. Ş. Can)
- Yere bakmak: (İhtiyarlar için) Ölümü yakın olmak.
- Yere batasıca! (yere batsın!): Yok olsun! Ölsün!
- Yere batmak: Yok olmak.
- Yere baktırmak: Utandırmak, mahcup etmek.
- Yere çalmak: Yere atmak, yere fırlatmak.
- Yere göğe koyamamak: Nasıl ağırlayacağını nasıl memnun edeceğini bilememek.
- Yere sağlam basmak: Titiz ve dikkatli davranmak: Öyle kolay kolay risk almazdı, ayağını yere sağlam basmak isterdi. (S. Öngider)
- Yere sermek: (Birini) Yenmek, alt etmek, öldürmek.
- Yere vurmak: Kötü bir duruma sokmak.
- Yeri başka: Daha fazla, daha başka, daha çok değeri olan, önemi olan: Onun yeri başkadır.
- Yeri gelmek: Sırası gelmek, zamanı uygun olmak: Hazır yeri gelmişken şunu da bilmende fayda var.
- Yeri göğü ben yarattım demek: Çok gururlanmak, kendini üstün görmek.
- Yeri göğü inletmek: Yüksek sesle ve olanca güçle söylemek: "Allahü Ekber" sesleri yeri göğü inletti.
- Yeri olmak:
- Uygun görülmüş olmak.
- Sırası, uygun zamanı gözetilmiş olmak.
- Yeri öpmek: (alay yollu) Yere devrilmek, yere düşmek, yere kapaklanmak: Bir tokat, bir tokat daha, yeri öptüm... Kalktım, duvarı öptüm, ayaklarımı başımın, başımı ayaklarımın yanında gördüm... (M. İzgü)
- Yeri soğumadan: Ayrılalı çok olmadan.
- Yeri yurdu belirsiz: Serseri.
- Yeridir: "Layıktır, uygundur, münasiptir" anlamında kullanılan bir söz: Haklısın, ne söylesen yeridir.
- Yerin dibine geçmek (batmak, girmek): Çok utanıp sıkılmak, kimsenin yüzüne bakamaz durumda olmak: Utancımdan kızarıp yerin dibine geçtim. Soluğum kesildiğinden bir cevap veremedim. (K. Bilbaşar)
- Yerinde duramamak: Bir eylemi yapmak için sabırsızlanmak: Hayri, yerinde duramıyordu: — Eee, artık dağıtılsın şu şekerlemeler, diye zıpladı yerinde.
- Yerinde saymak: Bir işte ilerleme sağlayamamak.
- Yerinde su çıkmak: Haklı bir neden olmadan yerini bırakmak isteyenlere "yerinde su mu çıktı?" biçiminde çıkışma yollu söylenir.
- Yerinde yeller esmek: Artık bulunmamak, yerinde görülmez olmak: Doğduğum evin yerinde yeller esiyordu. (N. Berkes)
- Yerinden etmek: (Birinin) İşinin elinden alınmasında, görevinden ayrılmasında rolü olmak.
- Yerinden fırlamak: Oturduğu yerden hızla kalkmak.
- Yerinden olmak: İşi, görevi elinden gitmek.
- Yerinden oynamak:
- Heyecanlı bir zaman yaşamak.
- Kımıldamak.
- Yerinden oynatmak: Başka yere kaldırmak, kımıldatmak.
- Yerine geçmek:
- (Biri) Görevinden ayrılan birinin yerini almak, onun görevini üstlenmek.
- (Bir şey) Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilir nitelikte olmak.
- Yerine gelmek:
- Geri dönmek: Sağlığı yerine geldi.
- Yapılmak, olmak: İsteğiniz yerine geldi.
- Yerine getirmek: Yapmak: Emriniz yerine getirildi.
- Yerine koymak:
- ... gibi görmek, saymak: Onu adam yerine koydum.
- Başkasını bulup almak: Kaybolan kitabımı yerine koyamadım.
- Yerine oturmak: İyi yerleşmek, konduğu yere uygun gelmek: Bu parça orijinal gibi yerine oturdu.
- Yerini almak: → Yerine geçmek.
- Yerini bulmak:
- Yerine gelmek.
- Kendine yakışan yeri bulmak.
- Yerini doldurmak:
- Görevinin gerektirdiği bilgi, beceri, yetenek vb. niteliklere sahip olmak.
- O görevde kendinden önceki görevli kadar başarılı olmak.
- Yerini ısıtmak: Bir yerde uzun zaman kalmak.
- (Bir şeyin) Yerini tutmak: O şeyin yerine geçebilmek.
- Yerle bir (yeksan) etmek (olmak): Temeline kadar yok etmek: "Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti" (Arâf, 143)
- Yerle gök bir olsa: Sonu ne olursa olsun.
- Yerlerde sürünmek: Çok perişan ve karmakarışık bir durumda bulunmak.
- Yerlere kadar eğilmek: Aşırı saygı göstermek.
- Yerlere geçmek: Çok utanıp sıkılmak.
- Yerleri süpürmek: (Etek, paça) Çok uzun olmak.
Yer ile ilgili atasözleri ve anlamları
İçinde "yer" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
- Yerdeki yüze basılmaz (kimse basmaz): Alçak gönüllü olanları kimse hor görmez.
- Yerin kulağı var: (atasözünün anlamı) Gizli konuşulan bir şey umulmadık bir yoldan başkalarınca duyulabilir, dikkatli olmak gerekir.
- Yerine düşmeyen gelin yerine yerine, boyuna düşmeyen esvap sürüne sürüne eskir: İnsanlar arasındaki ilişkilerde de kullanılacak eşyada da uygunluk gözetilmeli.
- Yerini bilmeyen, yılda bir kat urba eskitir: Hayatta çalışacağı işi belirlemeyen kişi, oradan oraya sürüklenir.
Soru/Yorum Formu
»