Alt nedir, ne demektir? Alt ile ilgili atasözleri, deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 0
  1. Bir şeyin yere bakan yüzü, yanı, üst karşıtı: Ayakkabının altı delindi. Arabanın altı sürttü.
  2. Oturulurken uylukların yere gelen bölümü: Altına bir iskemle çek. Bebeğin altını değiştiriyor.
  3. Bir şeyin arkadan, sonradan gelen bölümü: Bu satırların altına şu yazı girecek.
  4. Birkaç şeyden bize göre uzak olanı: Bu değil, bir alt sokağa sapacaksınız.
  5. Birkaç şeyden yere yakın olanı: Boyu ortanın altındaydı (F. Baykurt). Birdenbire alt kamaraya inen merdivende bir adam peyda oldu (S. Faik). Alt pencere. Alç çene.
  6. Alt sözcüğü "... altı" biçiminde tamlanan durumunda olduğunda tamlayan durumundaki kavramın etki yaptığı, değdiği yer anlamına gelir: Güneş altında çalışmak. Yağmur altında yürüdüm.
  7. Sınıflamalarda temel olarak alınan tipe göre ikincil önemde olan: Alt sınıf. Alt takım. Alt cins.

Alt ile ilgili birleşik kelime ve fiiller

  • Alt geçit: Trafik akışını durdurmamak için bir yolun altından geçirilen yol, battıçıktı.
  • Altüst: Çok karışık ve dağınık.
  • Altyapı: Bir yerleşim yeri veya bir yapı için gerekli olan yol, kanalizasyon, su, elektrik vb. tesisatın tümü.
  • Alt yazı: Yabancı dildeki bir filmin konuşmalarını bilinen dilde çeviri olarak görüntünün altında veren yazı.

Alt ile ilgili deyimler ve anlamları

İçinde "alt" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:

  • Alt alta üst üste: Birbiriyle itişir kakışır bir durumda: Şöyle bir silkindikten sonra rakibinin üzerine atıldı ve onunla alt alta üst üste boğuşmaya başladı. (F. Türkoğlu)
  • Alt çenesi oynamak: Rüşvet alıp vermek.
  • Alt etmek: Yenmek, galip gelmek: Meydan muharebelerinde ezber bozan taktiklerle düşman ordularını alt etti. (T. Koçer)
  • Alt olmak: Yenilmek: Türk'e karşı direnişler alt oldu / Toplarımız inletti dağları (Z. Necmi)
  • Alt perdeden konuşmak: Hafif kısık sesle yavaş konuşmak: Bazen tatlı sert oldu, bazen üst perdeden, bazen alt perdeden konuştu; onu ikna edinceye kadar da asla yakasını bırakmadı. (M. Atalar)
  • Alt tarafı (Altı üstü):
    1. Geriye kalanı.
    2. İşin sonu.
    3. Değeri (olup olacağı) ne ki?: Alt tarafı iki saatlik iş. Aman be altı üstü bi dondurma için yalvaracak değilim. (Mesen)
  • Alt yanı çıkmaz sokak: Sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenir: Bu iş bu kadar olur, alt yanı çıkmaz sokak. (N. Muallimoğlu)
  • Altı alay, üstü kalay: (halk dilinde) İçi, dışı gibi özenilmiş olmayan; içi, dışı gibi gösterişli olmayan şeyler için söylenir.
  • Altı kaval, üstü şişhane: Alt tarafı üstüne uymayan, uygunsuz düşen şeyler için söylenir: Altı kaval, üstü şişhane... Vücudunun, her tarafı birbirine hayrette... (N. F. Kısakürek)
  • Altına etmek (yapmak/kaçırmak):
    1. Yatağına ya da donuna küçük ya da büyük abdest yapmak.
    2. (mecazi) Çok korkmak: Başına yaslanan namlunun korkusundan altına etmişti. (M. Aklanoğlu)
  • Altına imza koymak: Konuyu veya anlaşmayı kabul ettiğini belirtmek: Türkiye'nin altına imza koyduğu bir Birleşmiş Milletler Paktı vardır.
  • (bir şeyin) Altında kalmak/kalmamak: Kendine yapılan bir şeyi karşılıksız bırakmak/bırakmamak: Bu iyiliğin altında kalmam. Bu sözün altında kalınır mı?
  • Altından çapanoğlu çıkmak: Girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak: "Allah vere de altından çapanoğlu çıkmasaydı," diye dert yanıyor. (K. Mısırlıoğlu)
  • Altından girip üstünden çıkmak:
    1. Malı, parayı, serveti düşüncesizce harcayıp tüketmek: O kadar mülkün altından girip üstünden çıktı.
    2. Ne yapıp edip istediğini yaptırmak: Tibet altından girdi, üstünden çıktı ve bir şekilde ikna etmeyi basardı. (C. Canbazoğlu)
    3. Bir yerin girip çıkılmadık, gezilmedik yerini bırakmamak: Mehmed Muzaffer sordu, soruşturdu. İstanbul'un altından girdi üstünden çıktı. Nihayet Karaköy'de bir Yahudi tüccarda aradığı lastiklerini buldu. (Y. Bahadıroğlu)
    4. Halletmek.
    5. Karıştırmak.
  • Altından kalkamamak:
    1. Başaramamak, becerememek, üstesinden gelememek: Bu külfetin altından kolay kolay kalkamaz.
    2. Kendini savunamamak: Altından kalkamayacağı iftiralarda bulundu.
  • (bir zorluğun) Altından kalkmak: Bir zorluğu yenmek, üstesinden gelmek, bir işi başarmak: Her işi erbabına yaptırdı ve bir buçuk senede altından kalktı (M. Ü. Eriş)
  • Altından ne çıkacak bilinmez: Sonunun neye varacağı kestirilemez.
  • Altını çizmek: Bir şeyi vurgulamak, önemine dikkati çekmek: Ancak, burada dikkat edilmesi gereken iki hususun altını çizmek gerekir...
  • Altını ıslatmak: Yatağa ya da donuna küçük abdestini yapmak: Latife bebek ya altını ıslatmış ya kirletmiş olabilirdi. (M. E. Poyraz)
  • Altını üstüne getirmek:
    1. Karmakarışık etmek: Yedi gün yedi gece sürdükten sonra tufan ülkenin altını üstüne getirdi (İ. Sarı)
    2. Aramadık yer bırakmamak: Bütün rafların altını üstüne getirdi. Fakat aradığını bir türlü bulamıyordu. (M. S. Parlak)
  • Altta kalmak:
    1. Herhangi bir iyiliğin karşılığını ödeyememek.
    2. Herhangi bir çatışmada, çekişmede yenilmek: Altta kaldı demesinler diye, güleç bir karşılık verdi. (F. Erdinç)
  • Alttan almak: Moral bozucu durumlarda yumuşak, esnek davranmak: Yine de Gökhan, Sevgi öğretmeni üzmemek için devamlı alttan alıyordu... (A. İren)
  • Alttan alta: Gizlice: Alttan alta büyür yalnızlıklar / Sevgiler de alttan alta başlar
  • Alttan güreşmek: Gizli gizli yenme yollarını kollamak: Öyle çaktırmadan, alttan güreşip, muhalefet yaparmış gibi görünüp de, yine muhalefet yapmayacaksın. (A. Nesin)
  • Altüst etmek:
    1. Alt yanını üste çevirmek, altını üstüne getirmek: Çantasını altüst etti ama aradığını bulamadı.
    2. Karmakarışık, darmadağın duruma getirmek: Alkol ve kumar yaşamını altüst etti.
  • Altüst olmak: Çok karışık duruma gelmek: Bütün planımız altüst oldu! (E. Y. Aslan)
  • Aba altından sopa göstermek: Üstü kapalı gözdağı vermek: Adam nezaketle konuşsa da aba altından sopa gösteriyordu (S. S. Pınar). "Hem hakkında iyi olur bu. Zaten bak başın birçok dava ile belada. Yazık değil mi annen var, kardeşin." denilerek kendisine aba altından sopa gösteriliyordu. (U. Keser)
  • (birini) Ayağının altına almak:
    1. İyice dövmek, tekmeleyip iyiden iyiye dövmek, tepelemek: Terbiyesizlik etme, bak yakalarsam ayağımın altına alırım, defol buradan! (İ. İlhan)
    2. Çiğnemek, sayılması (saygı duyulması) gereken bir şeyi saymamak: Nemrud da bunun gibi bilgisizlik ve körlük yüzünden o lütufları ayağının altına aldı. Şimdi kâfir oldu, yol kesmekte. (Mevlânâ Celaleddin-i Rumi)
  • Ayağının altına karpuz kabuğu koymak: Bir kimseyi, oyunla düzenle yerinden etmek: İtimat edebileceğin üç adama karşı beş yüz haine rasgeleceksin. Kimisi menfaatim bozuluyor diye, kimisi adetim bozuluyor diye, kimisi rahatım bozuluyor diye, elhasıl herkes bir keyfi, bir emeli bozuluyor diye onun ayağının altına binbir kapuz kabuğu koyacaklar, yoluna bin kaya dikecekler, binbir çukur kazacaklar... (M. Özbalcı)
  • (Bir yer) Ayağının altında olmak: (Yüksek bir yerden) Geniş bir alanı görür durumda olmak: Çamlıca tepesinden baktığımızda bütün İstanbul ayaklarımızın altındadır.
  • Ayağının (ayaklarının) altını öpeyim: "Yalvarırım" anlamında söylenen bir deyim: Bırakın gidelim, ayağının altını öpeyim kulun kölen olayım bırakın gidelim. (O. Kömürcü)
  • Ayakaltına almak: Hakir görmek, gözden çıkarmak: Köyün namusunu ayak altına aldı, diye sopalarla üzerine yürüdüler zavallının. (A. Miskioğlu)
  • Ayakaltında bırakmak: Ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak: Topkapısı kesiminde öyle bir vuruşma oldu ki, küçük bir sahaya iki taraftan yığılan kuvvetler, yaralanmış Bizans İmparatorunu ayak altında bıraktı. (N. F. Aslan)
  • Ayakaltında dolaşmak: Bir işe yaramadan birinin işine engel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak: Öyleyse ayak altında dolaşma, işime mani olma... Yani okuluna git! (E. Bektaş)
  • Ayaklar altına almak: Önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak: Şerefini, namusunu ayaklar altına aldı.
  • Başını (kellesini) koltuğunun altına almak: Bir işe ölümü göze alarak girişmek: Bendeleri dahi başını koltuğunun altına alarak vatanım ve velinimetim için yapacağım bu hizmetten dolayı mesrur ve mağrur olduğum halde ve maruz kalacağım müthiş tehlikeleri düşünmekten kuvve-i müfekkiremi men'ile buraya geldim. (B. Şakir)
  • (birinin) Başının altından çıkmak: Kötü bir iş birinin düzeniyle yapılmak: Bütün fenalık onun başının altından çıkıyor. (F. F. Tülbentçi)
  • Bıçak altına yatmak: Ameliyat olmak: Doktorlara gitti, üç kez bıçak altına yattı.
  • Bıyık altından gülmek: Birinin durumuna belli etmemeye çalışarak alay yollu gülümsemek: Saraya gelen evliya bıyık altından gülüyordu. Karşısında kıvranan padişaha manalı manalı bakıp: — Söyle bakalım, dedi. Bu dertten kurtulmak için tacını tahtını verir misin? (Z. Aygül). Sessizce onları izliyor bıyık altından gülüyordu. (T. Çağlayan)
  • Bir çatı altında olmak (bulunmak): Aynı yapı, kurum, kuruluş vb. içinde (olmak): Ne var bir çatı altında olmaktan daha iyi?
  • Borç altına girmek: Borçlanmak, bir borcun sorumluluğunu yüklenmek: Çok para harcamış, borç altına girmişti. Parasızlıktan bunalıyordu. (M. Akar)
  • Boyunduruk altına girmek: Başkasının baskısı altında kalmak: Eğer yardım isterse boyunduruk altına girerdi, bir daha da hiçbir bey onu kendi dengi olarak görmezdi. (Y. Kayaalp)
  • Buyruğu altına girmek: Bir kimse başka bir kimsenin isteklerini ister istemez yerine getirmek zorunda olmak: Allah'tan başkasının buyruğu altına girmesin. Milletine karşı vefalı ve borçlu kalsın. (A. Kevakibi)
  • Dilinin altında bir şey olmak: Söylemekten çekindiği ya da söylemekte duraksadığı bir sözü olmak: — Çok tesadüf sayılmaz aslında. — Senin dilinin altında bir şey var söylesene. (B. Karasu)
  • Dilinin altındaki baklayı çıkarmak: Söyleyemediği şeyi sonunda söylemek: Kahveden büyücek bir yudum aldı ve dilinin altındaki baklayı çıkardı: "Eğer münasip görürseniz, kızınız Gülistan'a talibiz Servet Bey." (C. Tan)
  • Değirmen taşının altından diri çıkmak: En güç, en ağır koşulların altından, en tehlikeli durumlardan zarar görmeden kurtulmak: Risk almaktan korkmayan kişi, gün gelir değirmen taşının altından diri çıkar. (B. Taşçı)
  • Duman altı etmek: Bulunulan yerin havası sigara vb. dumanıyla doldurmak: Annem eve kapanmış, babamın duman altı ettiği odada yaşamına katlanıyordu. (Z. Cebeci)
  • Duman altı olmak: Sigara vb. içilen bir yerin havasından etkilenmek: İçeriyi göremiyorum, zira içerisi duman altı olmuş. (A. Ergül)
  • El altından: Gizlice, gizliden gizliye: Herkes el altından iş becerir, bilakis biz ne yapmak istersek açığa vururuz. El altından yine ne yapıyorsunuz, biz de anlayalım. (Halkbilgisi)
  • (bir şey) Eli altında olmak: Buyruğunda olmak, istediği anda o şeyden yararlanabilmek: Al bunu, elinin altında bulunsun. Ne zaman satsan paranı geri alırsın. (K. Bilbaşar)
  • Elini taşın altına koymak: Bir konuda sorumluluk üstlenmek: Onun yaptığı görevde öyle Keramet mucize değildir. Yardıma muhtaç birini gördüğün zaman, elini taşın altına koyup yardım etmendir. (R. Tunca)
  • Gururunu ayakaltına almak: Her şeyi göze alıp ödün vermek, ilkelerden vazgeçmek: Tüm gururunu ayaklar altına alırcasına elini uzatarak parayı aldı. (M. Karakuş)
  • Halı altına süpürmek: Çözümlenemeyen sorunların görüşülmesini ertelemek, gözden uzak etmek: İnsan yaşlandıkça sinirlerini halı altına süpürmeyi öğreniyor. (Y. Kopan)
  • Hasır altı etmek:
    1. Bir işi haksız yere örtbas edip unutturmaya çalışmak: Olay hasır altı edildi. Çünkü olay zenginlerle alâkalıydı. (Ş. F. A. Hilmi)
    2. Bir dilekle ilgili olarak yazılıp verilen kağıdı işleme koymayıp kenara atmak, sümen altı etmek: Dolayısı ile dilekçeleri hasır altı ettiği muhakkak. Çünkü, bir cevap çıkmadı. (İlgili cümle kaynağı: M. Asaf)
  • Hasır altı olmak: Üzerinde bir muamele yapılmamak, unutturulmak: Nice başvurular senelerce sürmüş, hasıraltı olmuş (H. Cemal). İleri sürülen bu ilk talepleri hasır altı oldu.
  • Her lafın altından kalkmak: Genellikle yerme veya hakaret sözlerinin altında kalmayıp cevap verebilmek.
  • (bir şeyin) Işığı altında: O şeyden yararlanarak, o şeyi göz önünde tutarak: İslâm'ın ışığı altında halli mümkün olmayan ruhî ve içtimaî mesele yoktur. (A. Kılıç)
  • (birini) Kanadı altına almak: Korumak, himayesine almak: O hâtıraya hürmeten yetim çocuğu bir şükran borcu bilerek himaye kanadı altına aldı. (R. E. Koçu)
  • (birinin) Kanadı altına sığınmak: Birine güvenerek koruyuculuğunu dilemek: Korkup büzüldü, annesinin kanadı altına sığındı. (S. Dinler)
  • Kaşının altında gözün var dememek: Birini incitecek ya da gönlünü kıracak bir şey söylememek, en ufak bir eleştiride bulunmamak: Bizimki sessizdir zaten. Etliye sütlüye karışmaz. Kimseye kaşının altında gözün var demez. (A. Ağaoğlu)
  • Kilit altına almak: Bir şeyi kilitli bir yere koyarak saklamak: Padişah tası kilit altına aldı, hazinesine koydurdu. (Ü. Kaftancıoğlu)
  • Kilit kürek altına almak: Bir şeyi kilitli yere koyarak saklamak: O gün her tarafı kilit kürek altına aldı. Bakalım şimdi ne çalacaklar? (Ö. Seyfettin)
  • Kisvesi altında: Asıl amacı gizleyerek başka bahane göstermek: Uluslararası kamuoyunu uyutmak için başvurulan bu barışçılık kisvesinin altında, emperyalist hükumetler arasındaki rekabet ve mücadele de önüne geçilmez bir şekilde gelişmeye devam ediyordu.
  • Laf (lakırdı, söz) altında kalmamak: Kendisine dokundurulan her sözün karşılığını vermek: Hiç de laf altında kalmaz, çok zekidir köftehor. Kim ona "eşek" dese, birden "babandır" der sesi. (A. Kabacalı)
  • Lafın altını kazımak: Konuyu iyice deşmek, önünü arkasını araştırmak: "... yol gösterme bahanesiyle dağ sürgünlerini göz önünde tutmanı istediğimi söyle. Lafın altını kazırsa uydur bir şeyler." (O. Özbaş)
  • Minnet altında bırakmak: Karşı tarafı kendine borçlu hissettirmek için başa kakarak gösteriş olsun diye iyilik yapmak: Bilinsin ki minnet altında bırakmak ve azarlamak haramdır. (F. Attar)
  • Minnet altında kalmamak: Birinin iyiliğine karşı kendini borçlu durumdan kurtarmak için karşılık olarak bir iyilikte bulunmak: Ne kadar istesem de, ölümsüzlük suyunu, minnet altında kalmamak için cahil, kaba, terbiyesiz kimselerin elinden içmem. (M. Uslu)
  • Muhafaza altına almak: Korumak, saklamak, bir yerde tutmak, kapatmak: Sultan Selim Han kutsal emanetleri muhafaza altına aldı. (A. Duman)
  • Müşahede altına almak: Sürekli gözlem altında bulundurmak: Hastalar müşahede altına alınarak takipleri yapılır. (İ. Kurtbaş)
  • Ne altını bırakmak, ne üstünü: Şöyle ya da böyle etmedik bir yerini bırakmamak.
  • Nüfuzu altında tutmak: Söz geçirme gücünü üstün kılmak, egemenliği altında bulundurmak: Doğu bölgesini bütünüyle kendi nüfuzu altında tutmayı planladığı için anlaşamadılar. (N. Kösoğlu)
  • Okkanın altına gitmek: Boşu boşuna zarar görmek, haksız yere cezaya uğramak: Mazlumlar, zayıflar okkanın altına gider. Pazusu kuvvetli olan, ağa, zengin; ezebilir. Kendisi Müslümandır, ötekisi de Müslümandır ama yaparlar. (M. E. Coşan)
  • Öküzün altında buzağı aramak: Olmayacak sebeplerle kusur ve suç aramak: Muhalefet, öküzün altında buzağı aramak peşinde (B. Tünay). Bizi sevmediği belli ki öküzün altında buzağı arıyor. (A. Güçer)
  • (birinin) Sakalının altına girmek: Kendi düşüncesini aşılamak niyetiyle biriyle yakınlık, dostluk kurmak: Elbette sakalının altına girip, onu avucumun içine alacağım ve elbette sır kâtibi olacağım ona! (O. Kemal)
  • Saman altından su yürütmek: Hiç belli etmeden dolap çevirmek, gizli saklı iş çevirmek: Adam da saman altından su yürütüyormuş. Hiç tahmin etmezdim rüşvetçi olduğunu. (B. Baykara)
  • Sopanın altına yatırmak: Sopa ile dövmek: Polis bizi yatırır sopanın altına, şakır şakır söyletir... (F. Baykurt)
  • Sinirleri altüst olmak: Sinirleri bozulmak, sinirlenip ne yapacağını şaşırmak: Bütün sinirleri altüst olmuştu. Konuşamıyordu... (K. Üner)
  • Sümen altı etmek: (bir evrakı sümen altında bilerek unutmaktan) Bir evrakın işleme konulmasını veya bir işin yapılmasını geciktirmek ya da engellemek: Böylesine dev bir kuruluş, "kötü gidişe" dikkat çeken raporların üst yöneticiler tarafından sümen altı edilmesinden dolayı batma noktasına kadar gelmişti.
  • Töhmet altında kalmak: Suçu işlediği düşünülmek: Bir gün kaldıkları evde, ev sahibinin bir miktar parası kaybolmuştu. Kaldıkları ev, düşkün ve fakirlerin konakladığı bir ev olduğu için orada yaşayan herkes töhmet altında kaldı. (H. K. Tongar)
  • Vebal altında kalmak: Manevi sorumluluk yüklenmek: Elinden tutmasam vebal altında kalırım. Yarın Hakk'ın divanında yakama yapışırsa ben ne cevap veririm Yaradanıma? (B. T. Salihoğlu)
  • Yük altına girmek: Ağır bir görevi üzerine almak: Yeni yönetim oldukça ağır bir yük altına girmişti. (S. Küçük)
  • Zan altında bulunmak: Bir şeyle suçlanmak, sanık durumunda olmak: Şahsın zan altında bulunduğu hâdiseyle hiçbir ilgisi yoktur.
  • Zapturapt altına almak: Düzeni ve disiplini sağlamak: Her şey zapturapt altına alınıp düzen sağlanacaktı, bütün sorumluluk onların omuzlarındaydı. (H. Alptekin)

Alt ile ilgili atasözleri ve anlamları

İçinde "alt" kelimesi geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )

  • Alt değirmen güçlü akar*: Kaynakları eski ve bol olan kuruluşlar sağlam ve verimli olur.
  • Altı üstünden belki hayırlıdır: İlk bakışta değersiz veya kötü görülen bir şeyin aslında daha iyi ve faydalı olabileceğini ifade eder. Görünüşe aldanmamak, derinini görmek gerekir.
  • Altımız yarım hasır, üstümüzde Mevla'm hazır: İnsanın dünya nimetleri bakımından ne kadar yoksul olsa da Allah’ın her zaman lütfedici, koruyucu ve gözetici olduğunu ifade eder.
  • Altta kalanın canı çıksın*: (halk dilinde) "Gücü yetmeyen ezilsin, yaşasın güçlüler" anlamında kullanılır: Ya merhameti seçeceğiz, merhamet yolunda ilerleyeceğiz ya da "gemisini kurtaran kaptan", "altta kalanın canı çıksın" diyecek ve zalimane bir anlayışı benimseyeceğiz. (K. Sayar)
  • Altta kalmayı ayı bile istemez: En kaba ve güçsüz canlıların bile ezilmeye ve hor görülmeye dayanamayacağını ifade eder. Her varlık, onurunu korumak ve ezilmemek ister.
  • Alttan kuyu kazan üstte kalmaz: Başkası için gizlice kötülük düşünenin sonunda kendisinin de zarar göreceğini ifade eder. Kötülük yapan, er ya da geç kendi tuzağına düşer.
  • Aba altında er yatar*: "Bir insanın değeri giyimiyle kuşamıyla ölçülemez" anlamında kullanılan bir söz: Yarattığını beğenmemek, Yaratana dokunmaz mı? Atalar "Aba altında er yatar" demişler, "Her gördüğünü Hızır, her geceyi kadir bil" demişler. (C. Nar)
  • Ağır yükün altına girme belin incinir: İnsan gücünün yetmeyeceği işe kalkışmamalı, yoksa zor durumda kalabilir.
  • Ağzına bir zeytin verir, altına tulum tutar*: Yaptığı küçük iyiliklere karşılık büyük çıkar bekler.
  • Altın diyen altında kalır ("Altın, altın" deme, altında kalırsın): Aşırı hırsla para peşinde koşan kişinin sonunda bu hırsın altında ezileceğini ifade eder. Açgözlülük, insanı tehlikeye ve zarara sürükler.
  • Ayıyı (maymunu) fırına (ateşe) atmışlar, yavrusunu ayağının altına almış*: Duygusuz insanlar, kendilerini kurtarmak için gerekiyorsa çocuklarını bile tehlikeye atmaktan çekinmezler.
  • Balığın mekânı usta balıkçının oltası altıdır: Deneyimli ve yetenekli bir kişinin, doğru zamanda doğru yerde olup başarılı olacağını ifade eder. Bu atasözü, usta birinin bilgisi ve yeteneği sayesinde başarılı olma olasılığının artabileceğini anlatır.
  • "Baş üstüne" deme, ayak altına al da işimi gör: Bana göstereceğin yapmacık saygı değil, işimi iyi yapman gerek.
  • Başkasına minder atan, kendi altına atar: Başkalarına iyi davranan kişi, kendisi de aynı karşılığı onlardan görür.
  • Dağ ardında olsun da, yer altında olmasın*: "Yaşasın da varsın uzakta olsun" anlamında kullanılır; önemli olanın ve istenenin sevilen kişinin hayatta ve iyi olması olduğunu, o kişi böyle olduktan sonra yakında olmuş uzakta olmuş çok da önemli olmayacağını anlatır.
  • Değirmen taşının altından diri çıkar*: En zor ve ağır şartlar altında bile hayatta kalmayı ve tüm güçlükleri yenmeyi başaran kişiyi ifade eder.
  • Devenin ayağı altında karınca ezilmez: Zengin, güçlü yüksek mevki sahibi kimselerin koruması altındaki kişilere zarar vermeye kalkışan olmaz.
  • Düşman etek altından çıkar: Düşmanın ya da tehlikenin çoğu zaman beklenmedik ve yakın bir yerden ortaya çıkabileceğini ifade eder.
  • Faka takmaya ekini yok, alt değirmende nöbet sorar: Bir kişinin elinde işe yarar bir şey yokken, sanki önemliymiş gibi davranmasını alaycı bir şekilde anlatır.
  • Falcı gaybı bilse yer altından define çıkarır: Fal bakarak çıkar sağlamaya çalışan kimseler gerçekten doğa üstü güçlere sahip olsalar bu işi para karşılığı yapmalarına gerek kalmaz.
  • Fırsat (alışveriş) sakal altından geçer*: "Fırsatı yakalayabilmek için uygun zamanı kollamak gerekir" anlamında kullanılan bir söz.
  • Gailesiz baş, yerin altında*: Herkesin bir sıkıntısı vardır, bu sıkıntılar ancak ölümle biter.
  • Gelmez yer altındaki, gelir dağ ardındaki: Çok uzaklara gitmiş birine kavuşabiliriz ama hayattan ayrılan birine kavuşmamız imkânsızdır.
  • Hangi taşı kaldırsan altından o çıkar*:
    1. Her işten anlar.
    2. Karışmadığı iş yok, anladığını sanarak her işe karışır.
  • Her taşın altına elini sokma, ya yılan çıkar ya çıyan*: Sonunu düşünmeden sana zararı dokunma olasılığı bulunan davranışlarda bulunma.
  • Huy canın altındadır*: İnsanı alışkanlıklarından, huylarından vazgeçirmek mümkün değildir.
  • İnsan bilmediğini ayağının altına alsa başı göğe değer: Kişinin bilmedikleri bildiklerinden çok daha fazladır. Sürekli bilgi edinen kimse, öğrendikçe kendine yeni ufuklar açar.
  • İnsanın altından atını alırlar amma yolunu alamazlar: Kişinin sahip olduğu olanakların veya imkanların alınabileceğini, ancak kişinin yolunu, hedeflerini veya kararlarını etkileyemeyeceklerini ifade eder.
  • İyilik yap taş altına koy: İyiliklerin karşılık beklemeden ve gizli tutulması gerektiğini, iyiliğin kendi başına bir değer olduğunu ve yapılan iyiliğin er geç takdir edileceğini anlatır.
  • Kaldıramayacağın yükün altına girme: Kişinin gücünü ve sınırlarını bilerek hareket etmesi gerektiğini ifade eder. Aksi halde, hem kendisini zora sokar hem de işi başaramama riskine girer.
  • Kepenek altında er yatar (Kepenek altında er yatar, çul altında küheylan): İnsanları kıyafetlerine göre değerlendirmek doğru değildir. Kaba saba giysilerle gezinen nice değerli kişi olduğu görülmüştür.
  • Kişi her bilmediğini ayağının altına alsa başı göğe erer: İnsan her ne kadar çok şey biliyorum dese de bilmediği ve öğreneceği pek çok şey vardır. Onun için kimse bilgisi ile gururlanmamalıdır.
  • Köprünün altından çok su geçti (sular aktı)*: Çok zaman geçti, koşullar epey değişti: Elbet sözünü ettiğim o dönemden bu yana çok şeyler değişti, köprünün altından çok sular geçti. (İlgili cümle kaynağı: C. Çetin)
  • Misafire "git" demezler, altına yatak sermezler: İstenmeyen bir kişi misafir gelmişse onu açıkça kovmak zor olur. Ama bir an evvel gitmesi için fazla ilgilenmemek en iyi yoldur.
  • Öküz altında buzağı arama: Gereksiz yere sorun veya gizli neden aramanın yanlış olduğunu ifade eder. Bir şeyin basit ve açık nedenlerini araştırmak yerine, karmaşık veya gereksiz detaylara takılmamak gerektiğini vurgular.
  • Pek karıştırma, altından Çapanoğlu çıkar: Merak ettiğimiz bir şey ilk bakışta kötü olduğuna dair şüphe veriyorsa fazla karıştırmamalıyız, aksi halde daha tehlikeli olabilir.
  • Rüyada balık gören, yastığının altını yoklasın*: İnsan bir işten çıkar sağlayacağını hissettiği zaman hemen o iş için girişimlerde bulunmalıdır.
  • Usta pehlivan alttan güreşir: İşinin ehli olan kişinin sabırlı ve stratejik davranacağını anlatır. Tecrübeli olan, rakibini acele etmeden gizlice yenme yollarını arar ve doğru zamanda alt eder.
  • Uzunçarşı'nın alt tarafında bir yalan söylemiş; yukarısına çıkmış kendi inanmış (Merdivenin alt başında yalan söyler, yukarı çıkar kendi inanır): Bazı insanlar bazen bir yalan söyler, herkesi inandırırlar; o kadar ki bir süre sonra o yalana kendileri de inanırlar.
  • Vade yetmeyince taşın altında bastırsan ölmez: Bir kişinin ömrü henüz sona ermediyse, ne kadar zorlansa da ölümün gerçekleşmeyeceğini anlatır. Kişinin kaderi ve eceli belirli olduğu için, ne kadar tehlike veya baskı olursa olsun, vadesi gelmeden ölmez.
  • Yabancı kuşun başı kanadı altında olur*: Bir topluluğa yeni katılan kimseyi çevresi hemen aralarına almaz, o yüzden bir süre yabancılık çeker, onlardan uzak durur.
  • Yad köpeğin kuyruğu döşü altında gerek: İnsan yabancısı olduğu bir yerde birtakım taşkın davranışlarda bulunmamalıdır (yad: yabancı, döş: göğüs kemiği, kaburga altı).
  • Yağmur yağarsa, saçak altından gidilir: Zor ve sıkıntılı zamanlarda insanlar kendilerini korumak için güvenli yollar ararlar. Tehlike karşısında tedbir almak, akıllıca davranmanın bir göstergesidir.
  • Yalanın altı deliktir: İnsanların gerçek olmayan şeylere veya yalanlara dayalı hayaller veya idealler kurmamaları gerektiğini anlatır. Çünkü bu tür temeller üzerine inşa edilen şeylerin, uzun vadede sarsılabileceği veya yıkılabileceği belirtilir.
  • Yerin üstü de birdir, altı da:
    1. Şehitlerin öldükten sonra da diri olarak yaşamaya devam ettiklerini vurgulayarak, aynı zamanda onların manevi değerinin ve hatıralarının da her zaman yaşatıldığını belirtir.
    2. Ölü ya da diri, insanların eşit olduğunu ve herkesin aynı haklara sahip olduğunu ifade eder (?).
  • Yerin üstü varsa, altı da vardır (Üstü varsa altı da vardır yerin): Yaşamın bir gerçeği olduğu gibi ölümün de kaçınılmaz bir gerçek olduğunu ve buna göre yaşanması gerektiğini ifade eder. Bu söz, insanın dünya hayatına aşırı bağlı olmadan, ölümün de hayatın doğal bir parçası olduğunu bilerek yaşamasını öğütler.
  • Yük altında (yüklü) eşek anırmaz*: Ağır bir iş altında bunalmış olan kimse, keyif sürecek vakit bulamaz.
  • Yük altında eşek kalır*: İnsan olan, bir kimseden gördüğü iyiliğin altında kalmaz: Yük altında kalırsa, bir eşek kalır. Değerli hediyeni karşılıksız alamam... (İlgili cümle kaynağı: O. H. Bıldırki)