Yüz nedir ne demektir? Yüz ile ilgili atasözleri deyimler ve anlamları

Güncellenme: Soru/Yorum: 3
Güzel bir bayan yüzü
Yüz kalbin aynasıdır
  1. Başta alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm: Güleç yüz. Asık yüz.
  2. Yüzey: Suyun yüzü.
  3. Bir şeyin en gösterişli olan ya da dışta bırakılan yüzeyi: Kumaşın yüzü. Yapının yüzü.
  4. Yatak, yorgan, yastık ve kanepe gibi şeylerin temas edilen dış kumaşı: Yorganlara yeni yüz geçirdim. Kanepenin yüzünü sildi.
  5. Utanma: Bunu söylemeye yüzü yok ki.
  6. Birinin görülegelen ya da umulan hoşgörürlüğüne güvenerek gösterilen cüret: Yüz bulmak. Yüz vermek. Yüzü olmamak. Yüzü kalmamak.
  7. Neden, nedeniyle, sebebiyle: Onun hatası yüzünden neler çektik.
  8. Yan, taraf: Dağın öbür yüzü.
  9. Kesici araçlarda ağız: Bıçağın keskin yüzü.
  10. Bir yapının, kitabın vb. dışa bakan düşey yüzeylerinin tümü: Ön yüz. Arka yüz.
  11. Kişi, kimse: İçeri girdim mi, bütün yüzler silinirdi gözümden. (Y. Z. Ortaç)
  12. Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı ve bu sayıyı gösteren işaret, 100, C: On kere on yüz eder.


Yüz ile ilgili deyimler ve anlamları


İçinde "yüz" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
( atasözlerine geç )

  • Yüz akıyla çıkmak: Bir işi kendi saygınlığını yitirmeden eksiksiz ve başarılı olarak yapıp bitirmek (→ Yüzünün akıyla çıkmak): Candan, maldan ve evlâttan geçmek kolay bir hâdise değildir. O, bu üç imtihandan da yüz akıyla çıkmış ve "Halil" unvanını kazanmıştır. (H. K. Yılmaz)
  • Yüz aklığı göstermek: Bir işte başarıya ulaşmak: Sen ki benim sadrazamımsın, askerimin başına geçip düşmana aman vermeden yüz aklığı gösteresin. (B. Büyükarkın)
  • Yüz bulmak: Birinden gördüğü ilgi ve yakınlıktan biraz şımarmak: Lâmia tarafından seviliyor, yüz buluyor hatta teşvik görüyor. (C. Yener)
  • Yüz bulunca astar istemek: Karşısındakinin ilgisinden cesaretlenip şımararak daha fazlasını istemek (→ Yüz verince astar istemek): Ne var ki madam kılıklı adam yüz bulunca astar isteyen cinsten bir magandaymış. (Ş. Onay)
  • Yüz çevirmek: Gösterdiği ilgiyi kesmek: Dünya nimetlerinden yüz çevirdi. (C. Çaylak)
  • Yüz etmek:
    1. Havale etmek, ısmarlamak.
    2. Eklenecek iki şeyi düz edip birbirine uydurmak.
    3. Alacaklıyı borçluyla karşılıklı getirmek, yüzleştirmek.
  • Yüz geri gitmek: Geri dönmek: Katırın üstüne atladım ve yüz geri ederek dörtnala kalktım. Katır da sanki bir tehlikeden kaçıyormuş gibi aşkla, şevkle kaçıyordu. (A. H. Bey)
  • Yüz göstermek: Ortaya çıkmak: Bir müddet yağmurlar yağmamış, yurtlarında kıtlık yüz göstermişti. (C. Çekiç)
  • Yüz göz olmak: Biriyle gereksiz yere aşırı derecede senli benli, laubali olmak: Yüz göz olma onlarla. Aralı tut kendini. Vara yoğa gülme, dişini gösterme. Kusur işleme. (O. Şahin)
  • Yüz karası olmak: Utanılacak bir durum ortaya çıkmak: Haset, kin ve öfkesine yenik düşerek kardeşi Habil'i öldürdü. Ademoğullarının ilk yüz karası oldu Kabil. (H. Tokak)
  • Yüz kızartmak:
    1. Sıkılarak yalvarmak: Sultan, Mevlâna'dan yüz kızartarak, öğüt istemişti. "Ben ne diyeyim sana ey Sultan? Çoban ol, demişler, kurt oluyorsun. Bekçilik et, demişler, hırsızlığa kalkıyorsun. Rahman seni Padişah yapmış, sen tutmuş şeytana uyuyorsun." (H. Z. Yiğitler)
    2. Utandırmak: Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o yüz kızartan bir iş ve kötü bir yoldur. (İsra Suresinden)
  • Yüz kızdırmak: Utanmayı göze almak.
  • Yüz suyu dökmek: Onurunu sarsacak derecede yalvarmak: İlk evlerin üç beşine yüz suyu döktü. Su dolu testiyi verdiler sadece. (A. Sayar)
  • Yüz surat davul derisi (yüz surat hak getire, yüz surat mahkeme duvarı): Hiç utanması olmayanlar için söylenir: Bu gibilere "Yüzü davul derisi gibi" ya da "Alın derisi değil davul derisi taşıyor mübarek" derler (H. V. Velidedeoğlu). Herifte yüz surat mahkeme duvarı... Daha da çökmüş... (R. Enis)
  • Yüz sürmek: Aşırı sevgi göstermek için yere eğilmek: Hz. Ebu Bekir huzur-ı şerife girip yüz sürdü. Resulullah geriye kalan iki lokmayı ona takdim etti. (Ş. A. Sivasi)
  • Yüz takınmak: Yüze verilen biçimle bir duyguyu belirtmek: Sözlerine anlam verememiş gibi bir yüz ifadesi takındı. (Y. Kayaalp)
  • Yüz tutmak: Bir şeye yönelmek, olmaya doğru gitmek: Mum sönmeye yüz tuttu. (O. Akçizmeci)
  • Yüz verince astar istemek (Yüz verince yüz daha istemek): (deyiminin anlamı) Kendisine gösterilen küçük bir ilgiden şımararak geniş yetki elde etmeye, daha çok yarar sağlamaya çalışmak: Esasen kul kısmını şımartmak doğru değildi. Yüz verince astar isterlerdi. Hesap soracak, eğer bir suçu, kabahati varsa bu sefer göz yummayacak, affetmeyecekti. (F. F. Tülbentçi)
  • Yüz vermek/vermemek: İlgi ve yakınlık göstermek/göstermemek: Annemin ahretliği olduğu için, bu dilenciye yüz verdi; bir kaç kere "kızım, evlâdım, çocuğum" diye çenesini okşadı (B. Emil). Gönlünü çelemedi. Güzel kadın yüz vermiyordu delikanlıya. (A. Nesin)
  • Yüz yüze bakmak: Karşılıklı ilişkiyi korumak, her zaman görüşme, konuşma zorunda bulunmak: Hep yüz yüze bakıyoruz şunun şurasında; dargın durmak olur mu? Olmaz elbet... (M. Z. Niksarlı)
  • Yüz yüze gelmek:
    1. Birden karşılaşmak: Hiddetle döndü. Başhekim Yakofla yüz yüze geldi. "Tahammül edemiyorum!" diye bağırdı yüzüne karşı. (Y. Bahadıroğlu)
    2. Bir araya gelmek: Karakız'la Karaoğlan, yüz yüze gelirler, göz göze gelmezlermiş. Yıllar geçmiş, Karaoğlan, bir koçyiğit olmuş. Karakız'sa meyve verecek fidan gibi tomurcuğa durmuş. (R. Özen)
  • Yüz yüze getirmek: Karşı karşıya getirmek: "Tesadüfler bizi yüz yüze getirdi. Allah sonunu hayırlı eylesin," diye düşünüp yürüdü. (A. G. Yıldız)
  • Yüze gülmek:
    1. Yalandan dost görünmek: Kurnazdır ve intikam için bekler. Yüze güler ama arkadan vurur. İnsanları birbirine düşürür. (A. İşbilir)
    2. Sevimli, alımlı görünmek: Güle benzer beyazları giydikçe / Yüze güler selvi boyun eğdikçe (Türk folkloru)
  • (Bir şeyin) Yüzü açılmak: Görünüşü güzel ve parlak bir durum almak: Senin ismini duyunca çok heyecanlandı ve yüzü açıldı. (M. Adıbeş)
  • Yüzü ak olsun:
    1. Hiçbir zaman utanılacak bir duruma düşmesin: Dünyada ve âhirette yüzü ak olsun!.. (S. S. Altıer)
    2. Sağ olsun: Güzel hizmet etti. Yüzü ak olsun. (F. F. Tülbentçi)
  • Yüzü asılmak (düşmek): Somurtmak: Tembel, ismini sınıfta kalanların arasında görünce yüzü düştü (Haşimoğlu). Sınavda aldığı düşük notu görünce öğrencinin yüzü asıldı.
  • Yüzü (suratı) eşek (davul) derisi: Utanmaz.
  • Yüzü görmek/görmemek: Bir duruma kavuşmak/kavuşamamak: Rahat yüzü görmek. Dert yüzü görmemek.
  • Yüzü gözü açılmak:
    1. Sıkılganlığı ve utangaçlığı kalmamak: Şimdiki yüzü gözü açılmış şırfıntılardan değil... Yüzüne baksan kızarıyor... (O. S. Orhon)
    2. Toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayı tanımaya başlamak: Daha gerçi Seher'in yüzü gözü pek açılmış sayılmasa da, evlilik nedir bir kere anladı! (N. Cumalı)
  • Yüzü gülmek:
    1. Sevinci yüzünden belli olmak: Eşinin de yüzü gülüyordu. — Gözün aydın Remzi, Allah muradını verdi. Söyle bakalım adını ne koyacaksın? (H. H. Yapar)
    2. Feraha kavuşmak: Yılmadı. İmanında sebat gösterdi. Sonunda da kazananlardan oldu. Dünya hayatında da yüzü güldü, ahiret diyarına da hoş müjdelerle gitti. (N. Yıldız)
  • Yüzü kağıt gibi olmak: Kanı çekilip benzi solmak: "Kendimi iyi hissetmiyorum" dediğinde yüzü kağıt gibi beyazdı ve hemen akabinde de kendinden geçti. (G. Elal)
  • Yüzü kalmamak:
    1. Bir kimseden, önceden pek çok ricada bulunduğu için yeni bir şey istemeye sıkılmak: Onca yardımlarından sonra, doğrusu yüzüm kalmadı. (M. Azazi)
    2. Utanmak, sıkılmak: "Köyde insan içine çıkacak yüzüm kalmadı," diye sözü bağladı.
  • Yüzü kasap süngeriyle silinmiş: Hiç utanması olmayan: Hıyarağasında ar yok namus yok, yüzü kasap süngeriyle silinmiş, kapıdan kovsan bacadan düşer. (Ş. Onay)
  • Yüzü kızarmak: Utanmak, sıkılmak: Parayı alırken yüzü kızardı. Sanki kendisi için alıyormuş gibi başını önüne eğdi. Bakışlarını kaçırmaya çalışarak kısık bir sesle teşekkür etti. (M. L. Arslan)
  • Yüzü kireç gibi olmak: Yüzünde renk kalmamak, rengi solmak: Ahizeyi eline aldıktan kısa bir süre sonra Hacı Ziya'nın yüzü kireç gibi oldu. "Geliyorum" diyerek ahizeyi yerine koydu. (M. Niyazi)
  • (Bir şeye) Yüzü olmamak:
    1. O şeye dayanamamak: Arkadaşlarımdan birinin esasen sıcağa yüzü yoktu. (R. N. Güntekin)
    2. Cüret ve cesareti olmamak: Yüreğinin aynası keder tozuyla öyle kaplanmıştı ki, yüzünü göstermeye yüzü yoktu. (Matrakçı Nasuh)
    3. Utanmak, yüzü kalmamak: Yıldız'dan yardım isteyecek yüzü yoktu (S. S. Pınar). Allah Resûlünün huzuruna çıkacak yüzü yoktu. Onu çok incitmiş, mazlum Müslümanlara kan kusturmuştu. (M. N. Bursalı)
  • Yüzü sararmak: Korku, üzüntü, coşku vb. sebeplerle yüzün rengi solmak: Yüzü sarardı ve padişahın korkusundan titremeye başladı. (M. N. Lugal)
  • Yüzü sirke satmak: Yüzünde hoşnutsuzluğunu gösterir bir anlam olmak: Yüzün sirke satıyor. Söyle hadi, neye sıkıldın? (E. Baba)
  • Yüzü suyu hürmetine: Onun büyük ya da güzel hatırı için: O ki (sav), kâinat kendi yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. (N. F. Kısakürek)
  • (Bir şey yapmaya) Yüzü tutmamak:
    1. Bir şey istemeye ve söylemeye çekinmek, cesaret edememek: Belki konuşmamdan dolayı, halime bakarak, para istemeye yüzü tutmadı. Cesaret edemedi. Zaten param da yoktu, ne verecektim ki? (A. Kurt)
    2. Utanmak: Kendisi söylemeye utanıyor, yüzü tutmuyor işte. (E. Atasü)
  • Yüzü yazılı kalmak: Olduğu gibi, hiç dokunulmadan kalmak.
  • Yüzü yere gelmek: Bir başkasının davranışından onun hesabına utanç duymak.
  • Yüzü yok (yüzü olmamak): Bir şey istemeye ya da yapmaya cesareti yok: Asla karşısına çıkacak yüzüm yok, beni affet diyecek kadar bile. (Ş. Yeşildağ)
  • Yüzünden akmak: Herhangi bir durum yüzünün ifadesinden çok belli olmak: Yabancı diyarda hemşeri görmenin memnuniyeti yüzünden akıyordu. (Y. Bahadıroğlu)
  • Yüzünden düşen bin parça olmak: Öfke, sıkıntı ya da küskünlükten ileri gelen can sıkıntısıyla suratı asık olmak: "Hayrola, yüzünden düşen bin parça, canını sıkan bir şey mi var," diyerek nazikçe sağ tarafımdan yanıma sokulmuştu dostum. (M. Çapa)
  • Yüzünden kan damlıyor: Sağlıklı olduğu yüzünün renginden belli: Yüzünden kan damlayan, iri kıyım, yakışıklı bir delikanlıydı Çavuş. (M. Şeyda)
  • Yüzünden okumak:
    1. Herhangi bir durumu yüzünden anlamak: Annesi, onun içinden geçenleri yüzünden okuyordu (E. Güneş). İçini kasıp kavuran korku ve heyecanı yüzünden okumak mümkündü. (A. E. Kavaklı)
    2. Ezbere bilmesine rağmen yine de yazılmış kâğıttan okumak: Kuran'ı yüzünden okumak, ezberden okumaya göre daha sevaptır. (F. Usluer)
  • Yüzünden okunmak: Hal ve hareketlerinden anlaşılmak: Paşanın huzursuzluğu yüzünden okunuyordu. (M. Işık)
  • (Birinin) Yüzüne bağırmak: Birine bağıra çağıra saygısızca söz söylemek: Horoz gibi kabararak komiserin yüzüne bağırdı: — Komiser efendi! Tahkir ediyorsunuz... Bu, yetkiniz dışındadır. (E. S. Sami)
  • Yüzüne bakamamak (bakamaz olmak): Utanç, yüreksizlik vb. sebeplerle bir kimsenin karşısına çıkamamak: Bir suç işlemiş gibi yüzüne bakamıyordu (B. Büyükarkın). Yerin dibine girmiş, kimsenin yüzüne bakamaz olmuştu. (K. T. Yıldız)
  • Yüzüne bakmamak:
    1. Önem vermemek: Başını kaldırıp onun yüzüne bakmadı bile. (İ. Cerit)
    2. Darılmış olmak: Peygamber birkaç gün onun yüzüne bakmadı. (Sultan Veled)
  • Yüzüne bakmaya kıyılmaz: Çok güzel: Kırk Haramiler bakarlar ki, dünya güzeli gibi bir kız, yüzüne bakmaya kıyılmaz... (Y. Ölmez)
  • Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp artık konuşmamak: Yüzüme bir daha bakmadı. Kalktım eline yeltendim, elini bizden kaçırdı. (B. Civelek)
  • Yüzüne duramamak (durmamak): Dayanamamak, bir isteğe hayır diyememek, kıramamak: "Aman sayın bayan beni çağırmayınız. Güzel yüzüne duramam, içeri girerim." (M. Ş. Esendal). Komşunun iyisi yüzüne durmaz / Bir haçat istesen hem verir kırmaz (D. Dilçin)
  • Yüzüne gelmemek (vurmamak): Kötü bir hareketini yüzüne karşı söylememek, bilmezlikten gelmek.
  • Yüzüne gözüne bulaştırmak: Bir işi beceremeyerek büsbütün karıştırmak, bozmak: Ya ortaklar, müteahhit bu işi beceremedi, yüzüne gözüne bulaştırdı, sonunda bıraktı kaçtı derlerse! (O. Rıfat)
  • Yüzüne gözüne dursun!: Beddua olarak söylenen bir deyim: "Yüzüne gözüne dursun, ben sana şu kadar iyilikler ettim, şunları bunları verdim, senin yapacağın nihayet bu muydu?" (M. Z. Kotku)
  • Yüzüne gülmek:
    1. Dostmuş gibi görünmek: Türk düşmanlığından asla vazgeçmeyip sadece bunu gizleme yoluna gitmişlerdi. Hun Türklerinin yüzüne gülüyordu Çinliler (Y. R. Efe).
    2. Gerçekten dostluk göstermek: Köyde, ondan başka yüzümüze gülen, bize yol gösteren olmadı. (Ö. Seyfettin)
  • (Bir şeyin) Yüzüne hasret kalmak: O şeyden yoksun kalmak: İnsan yüzüne hasret kalmıştı haftalardır. (H. Erdem)
  • Yüzüne kan (renk) gelmek: Sağlığı yerine gelmek, benzinin solgunluğu geçmek: — Eskisine göre biraz daha iyiyim doktor. — Belli belli, yüzüne kan gelmiş. Hem biraz da kilo almışsın sanırım. (A. Kundakçı)
  • Yüzüne karşı: Bir kimsenin kendi önünde ve ondan çekinmeden: Düpedüz soysuzun biridir o, bunu yüzüne karşı da söylerim...
  • Yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır: Çok arsız ve onursuz: Bizimkinde ise tık yok, yüzüne tükürseler yağmur yağıyor diyecek neredeyse. (V. Zat)
  • Yüzüne vurmak (çarpmak): Ayıplayarak kusurunu yüzüne karşı söylemek: Artık onun ayıbını yüzüne vurarak rezil etme. Bilmemezlikten gel. (Muhyiddin İbn-i Arabi)
  • Yüzünü ağartmak: Beğenilir iş yapmak, iş ve davranışlarıyla yakınlarını utanacak duruma düşürmemek: Güreşçilerimiz bu kez yüzümüzü ağarttı.
  • Yüzünü buruşturmak (ekşitmek): Yüzüne öfke ya da hoşnutsuzluk gösteren bir biçim vermek: Kimin telefon ettiğini anladı, yüzünü buruşturdu (T. Yücel). "Of yaa... yine mi?" diyerek yüzünü ekşitti.
  • Yüzünü -e çevirmek: Yönelmek, teveccüh etmek: Ağlayarak yüzünü göğe çevirdi. Gizini Tanrı'ya açarak yalvarışlarını dile getirdi. (Fuzuli)
  • Yüzünü gören cennetlik: Uzun zamandır ortalıklarda görülmeyen ya da çok az görülebilen kimseler için söylenir: Yüzünü gören cennetlik, insan bir arayıp sormaz mı teyzesini. Gel içeri gel, ne bekliyorsun orada. (K. Arslanoğlu)
  • Yüzünü göstermemek: Ortalıkta görünmemek: Günlerdir yüzünü göstermeyen güneş, bugün isteksiz bir gelin gibi soluk bir şekilde bakıyordu köye. (B. Öner)
  • (Birinin) Yüzünü güldürmek: Onun sevineceği bir iş yapmak, ona iyilik etmek: Bu yalan dünya hangimizin yüzünü güldürdü ki? (A. Bayram) Zalimleri mağlup ederek çaresizlerin yüzünü güldürdü ve onları mahcup etmedi. (K. Buladı)
  • Yüzünü kara çıkarmak: (Birini) Mahcup duruma düşürmek, utandırmak: "Haydi oğlum! Haydi aslanım! Yüzümü kara çıkarma! Anaların ne kuzular doğurduğunu herkese gösterelim!" (A. Emre)
  • Yüzünü karartmak: Birine sinirlenerek somurtmak: — Ne zaman görse yüzünü karartıp geçiyor yanımdan. — Karartsın varsın, onun sözü yürümüyor bu damlarda... (F. İ. Serhan)
  • Yüzünü kızartmak (yüzünü kızdırmak): Yapması insana zor gelen bir şeyi utanarak, mahcup olmayı göze alarak yapmak.: Yüzünü kızartıp ödünç para istedi.
  • Yüzünü unutmak: Uzun süre görmemek, varlığına hasret kalmak: "Eh be yavrum, yüzünü unuttuk senelerdir." dedi. (İ. Bedioğlu)
  • Yüzünü yazmak: Gelinin yüzünü geleneklere göre süslemek.
  • Yüzünü yere getirmek (düşürmek): Utandırmak, mahcup duruma düşürmek: "Gönülsüz kız, kıyar canına, yüzünü yere getirir." dediler (O. Adalı). Filiz Teyze'den sorgusuz sualsiz geliveren destek, annemin yüzünü düşürdü düşürmesine de, yine aşımız kaynadı, sobamız yandı diye sevindik. (M. Soysal)
  • (Bir işten) Yüzünün akıyla çıkmak: O işi, kendi saygınlığını bozmadan, iyi bir sona erdirmek: Bu sonuncusu cesaret gerektiren bir işti ama o, bundan da yüzünün akıyla çıktı. (İlgili cümle kaynağı: M. Gürle)
  • Yüzünün derisi kalın: Utanmaz: Bu kadar aşağılanma, yüzünün derisi kalın olan birisi için vız gelir tırıs giderdi elbette. (E. Ş. Can)
  • Yüzünüze güller: (halk dilinde) İğrenç bir şey anlatırken karşı tarafın bundan beri olduğunu anlatmak söylenir: Beş dakika sonra, yüzünüze güller, sözüm toplantıdan dışarı, hepsini kustu çıkardı. (A. Givda)
  • Yüzlü yüzlü: Utanmadan, sıkılmadan: Hakkınızda ayrı ayrı soruşturma açılması gerekirken bir de yüzlü yüzlü gelip iş ve görev istiyorsunuz, beni meşgul ediyor, rahatsız ediyorsunuz. (M. Ş. Eğilmez)
  • Yüzüstü bırakmak:
    1. Yapayalnız, yardımsız ve kötü durumda bırakmak: Beni öylece yüzüstü bıraktı, ondan hiç beklemediğim, ummadığım biçimde. Benim ne olacağımı, ne yapacağımı hiç düşünmedi. (A. Nesin)
    2. Tamamlamadan, bitirmeden olduğu gibi bırakmak: Meclis, işleri yüzüstü bıraktı diyecekler efendiler. Meclis, işleri yüzüstü bırakamaz. (C. Çetintaş)
  • Alnı açık yüzü ak: Çekinecek hiçbir durumu ya da ayıbı olmayan: Ha böyle ölüm ha öyle. En iyisi alnı açık, yüzü ak ölmek. (Ö. Polat)
  • Astarı yüzünden pahalı olmak (pahalıya gelmek):
    1. Bir işin ikinci derecede önemli bölümünün gideri ya da emeği, birinci derecedekini aşmak: Neyle göndereceksin, postayla göndermeye kalksan astarı yüzünden pahalı. (N. Sargın)
    2. Bir işe harcanılan para ya da emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, o sonuca değmemek: Müşterim yoksul bir köylüydü, özel otomobille gidip gelsem astarı yüzünden pahalı olurdu. (K. Burkay)
  • Ayıbını yüzüne vurmak: Birinin kusurunu yüzüne söylemek: Sen burada kimsenin ayıbını yüzüne vurmazsan, orada da senin ayıbını kimse yüzüne vurmaz. (M. Oruç)
  • Başı yastık yüzü görmemek:
    1. Yatağa yatıp uyumuş olmamak.
    2. Hiç hastalanmamış olmak.
  • Dirlik yüzü görmemek: Rahata kavuşamamak: O gün bugündür köyümüz dirlik yüzü görmedi, ekmeğimizi daima dışarılarda arar olduk, iki yakamız bir araya gelmedi.
  • Dünya yüzü görmemek: Rahata ve huzura kavuşamamak: Çoluk çocuk yıllardır dünya yüzü görmedi (A. Ağaoğlu). Emmin kadersiz kısrak. Bir dünya yüzü görmedi. (A. Sayar)
  • Eline yüzüne bulaştırmak: Bir işi gerektiği gibi yapamamak, başarısız olmak, becerememek: Basit bir görevi bile eline yüzüne bulaştırdı o beceriksiz! (A. Çelik)
  • Eşiğine yüz sürmek: Bir dilekte bulunmak için bir kişiye yalvarmaya gitmek: Ey Kelim, beni bundan kurtar, diye korkusundan onun eşiğine yüz sürdü. (Mesnevi)
  • Gerçek yüzünü göstermek: Sakladığı düşüncelerini sonradan ortaya koymak: Kadın az önceki kibarlık maskesini çıkarıp gerçek yüzünü gösterdi: "Hepiniz aynısınız benim nazarımda..." (F. Yavuz)
  • Gün yüzü görmemek:
    1. Güneş ışığından uzakta kalmak, ışık görmemek: Kızım kızım, kınalı kızım, odalarda kalmış sararmışsın, gün yüzü görmemiş kararmışsın, haydi annen izin verdi seninle çıkıp çiçek toplayalım, gözün gönlün açılsın. (İ. Dumanoğlu)
    2. (mecazi) Hiç kullanılmamak: Nice eserler öğretti, derinlerde kalmış, gün yüzü görmemiş, edinilmesi zor bilgiler iletti onlara. (E. Balcı)
    3. (mecazi) Huzurlu bir yaşam sürmemiş, mutsuz: Zavallı kadıncağız gün yüzü görmemiş; hayırlı bir kısmeti çıksa da baş-göz etsek. (K. Yedekçioğlu)
  • Gün yüzü görmemiş (söz veya küfür):
    1. Hiç kullanılmamış, ortalığa çıkmamış: Nereden çıkarırsın bu gün yüzü görmemiş küfürleri.
    2. Çok ağır hakaret içeren: Açtı ağzını yumdu gözünü, gün yüzü görmemiş ne kadar küfür varsa dişlerinin arasında iyice ezip gıcırdata gıcırdata ortalığa saldı. (Kolektif)
  • Kahır yüzünden lütfa uğramak: Birine kötülük olsun diye yapılan iş, onun iyiliğine olmak: İlk halini yeriyor, aşka düştükten sonraki halini beğeniyor, kahır yüzünden lütfa uğradığını bildiriyor. (Dı̂vân-ı kebı̂r)
  • Kapılar yüzüne kapanmak: İstenilen şeye ulaşma imkanı verilmemek: İş için çaldığı bütün kapılar yüzüne kapanıyordu. (K. Anadol)
  • Madalyonun diğer yüzü (öteki yüzü): (deyiminin anlamı) İyi görünen bir şeyin bilinmeyen ve hesaba katılması gereken olumsuz yönü: Hoşlanmak, beğenmek, sevmek gibi duygular insan doğasının bir parçasıysa, madalyonun diğer yüzü olan kıskanmak, korkmak, kin duymak olumsuz da olsa insanın özünde olan diğer duygulardır (E. Kaygın). Neticede nefret aşkın bir parçası, madalyonun öteki yüzü değil midir? (F. Özpetek). Şu alemde her şeyin bir görüneni, bir de görünmeyeni vardır. Madalyonun öteki yüzü denen bir gerçek vardır. (İlgili cümle kaynağı: S. Alkan)
  • Ne yüzle: Hiç utanmadan, sıkılmadan: Belimdeki kılıç, cihâd-ı fîsebîlillâh için kuşanılmıştır. Eğer vazîfemi îfâ etmeyecek olursam ne yüzle huzûr-u Hakk'a çıkarım. (S. Ayverdi)
  • Öfke yüzü göstermek: Çok sinirlendiğini belli etmek: Hayatında kimseye sert muamele etmedi ve öfke yüzü göstermedi. (N. F. Kısakürek)
  • Rahat yüzü görmemek: Hiç rahat etmemek, rahata erememek: Hayatı hep hizmetle geçti. Rahat yüzü görmedi. Basit bir mümin gibi yaşadı. Ahlâklı, eli açık, merhametli ve âdildi. (E. B. Ekinci)
  • Sıcak yüz göstermek: Yakınlık göstermek: Sıcak yüz göstermesi ona kendisini iyi hissettirmişti.
  • Su yüzü görmemiş: (Yüz, el) Çok kirli: Haftalardır su yüzü görmemiş, yıkanmamış bedenlerimizi, uzamış, jilet gibi keskin tırnaklarımızla kaşıyoruz. (O. Şahin)
  • Su yüzüne çıkmak: Bir süre örtülü kalmış iş ya da sorun aydınlanmak, belli olmak, meydana çıkmak: Yüreğinde taşıdığı tüm duygular su yüzüne çıkmıştı (M. Yılmaz). Buzlar çözülmüş, buz dağının altındakiler su yüzüne çıkmıştı. (F. Güzel)
  • Şeytan görsün yüzünü: Sevilmeyen, görmek bile istenilmeyen kimse için söylenen bir söz: Şeytan görsün yüzünü... O aileyi mahvetti... Kadıncağızı iki defa dövdü, ağzından burnundan kan getirdi. (P. Safa)
  • Ters yüz etmek:
    1. Bir süre kullanılmış ve dış yüzeyi eskimiş olan giysilerin daha yeni görünen iç kumaş yüzeyini dışına çevirerek yeniden dikmek: Pardesüsünü yıllarca giyer, kirlendi, rengi soldu veya parladı diye elbiseden vazgeçilmez onu ters yüz (torniston) ettirip birkaç yıl giydikten sonra cekete dirseklik pantolona süvarilik vurdurulup giymeye devam edilirdi. (E. Torun)
    2. İç tarafını dışa getirmek: Ceplerini ters yüz etti, ekmek kırıntıları döktü avucuna.
    3. Değiştirmek: Helâl ile haramı ters yüz edip haramı asıl, helâli ona benzer göstermek ne büyük bir çarpıklığın ifadesidir. (C. Durmuş)
    4. İşleri bozmak: Ölümü her şeyi ters yüz etti. Dayanılması zor günler tekrar başladı. (S. Aktaş)
    5. Şüpheli duruma sokmak: Sürekli gerçeği ters yüz edip yalancı ve günahkar olan herkese; olsun yazıklar! (M. A. Eroğlu)
  • Ters yüzü geri dönmek: Eli boş olarak, istediğini elde edemeden geri dönmek, gerisin geriye gitmek: Bunda da muvaffak olamayarak ters yüzü geri dönmüş, ömrünün son yıllarını İstanbul'da bir köşeye çekilerek geçirmişti. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Ters yüzüne dönmek: Geri gitmek, geri dönüp gitmek: Bekleme salonunu kalabalık görünce ters yüzüne döndü. (S. Erol)
  • Zevale yüz tutmak: Bozulmaya, alçalmaya, yok olmaya başlamak: Uzun zamandır zevale yüz tutmuş olan Osmanlı güneşi ise kader okyanusunda batma sinyallerini vereli çok zaman olmuştu (E. Subaşı)


Yüz ile ilgili atasözleri ve anlamları


İçinde "yüz" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )

  • Yüz bulunca/verince astarını ister: Görgüsüz, terbiyesiz kimselere hoşgörülü ve cömert davranırsan daha fazlasını isterler.
  • Yüz güzelliği hamamdan eve, huy güzelliği Urum'dan Şam'a: Yüz güzelliğinin geçici ve zamanla kaybolabileceğini iç güzelliğin ise sınırları aşabileceğini ve uzun süre varlığını koruyabileceğini vurgular (Urum ve Şam, o dönemlerde birbirlerine çok uzak bölgeler olarak bilinirdi).
  • Yüz, kalbin aynasıdır: Kalbin aynası olan yüz, kişinin içindeki hislerin, düşüncelerin ve karakterin dışa vurumu olarak görülür. Yüzdeki ifadeler, kalbin ve ruhun derinliklerindeki duyguları, mutluluğu, üzüntüyü, endişeyi veya sevinci yansıtabilir.
  • Yüz verdik deliye, geldi çıktı halıya: Değmemesine karşın kendisine önem verilen eğitimsiz, utanmaz, anlayışsız kişi şımarır, azar ve terbiyesizce davranışlarda bulunur.
  • Yüz verdikçe yüz daha ister: Açgözlü, yüzsüz kimseler kendilerine bir şey verildiği zaman daha fazlasını isterler.
  • Yüz verme arsız olur, az verme hırsız olur*: Öğüt vermede, rızkını sağlamada, terbiye vermede insanlara ölçülü davranmak gereklidir. Ölçüyü kaçırırsak sonuç amaçlananın tersi olur.
  • Yüz yastığı yumuşak gerek: Herkesle iyi geçinebilmek için, güleryüzlü ve sıcakkanlı olmak gerek.
  • Yüz yüzden utanır*: Sonradan karşılaştığımızda utanmamak için saygı duyduğumuz birisinin hakkında kötü konuşmamalı, onu incitecek hareketler yapmamalı.
  • Yüzsüzün yüzü gülmez: Herkes takışan, görgüsüz kimselerin işi rast gitmez.
  • Yüzü güzel olanın huyu (da) güzel olur*: (atasözünün anlamı) İnsanın yüzü içinin aynasıdır. İyiliği de kötülüğü de yüzüne vurur.
  • Yüzü güzele kırk günde doyulur, huyu güzele kırk yılda doyulmaz*: Güzel olup da huyu iyi olmayan bir kimseden çabuk usanılır; oysa iyi huylu bir kimse, çirkin de olsa sevilir, kendisinden bıkılmaz.
  • Yüzü güzelin kalbi de güzel olmaz: Güzel ve çekici insanlar iyi huylu da olabilir, kötü huylu da.
  • Aç tokun yüzüne bakmakla doymaz: Bir şeyin yokluğunu çeken kimse o şeyi mutlaka elde etmek ister. Sadece ona bakmakla tatmin olmaz.
  • Adamı adam eyleyen paradır, parasız adamın yüzü karadır: Varlıklı insanın çevresi geniş olur. Yoksul, zor geçinen kimselere itibar eden olmaz.
  • Adamın yüzü değil, özü güzel olsun: İnsanları dış görünüşüne göre değil, karakterine göre değerlendirmeliyiz.
  • Ağız yerse yüz güler: İnsan, vücudunun gıda ihtiyacını iyi bir şekilde karşıladığı zaman bundan mutluluk duyar.
  • Ağız yerse, yüz utanır (Ağız yemeli ki, yüz utansın / Ağız yemese yüz utanmaz)*: Gereksinimi olmadığı halde, hakkı olmayanı kabul etmek, zor durumda kalmaya neden olur. Armağan alan, armağanı verenin isteğini yerine getirmemeye çekinir, aldığı armağanın karşılığı olarak mutlaka yapmaya çalışır.
  • Akraba idik akrep olduk biz bize, ayrı düştük bakmaz olduk yüz yüze: İnsan akrabasıyla ters düşüp ondan uzaklaşabilir.
  • Alemin maskarası, dostların yüz karası: Hareketleriyle başkalarına alay konusu olan kişi, ailesine utanç verir.
  • Allah bile kulun hatasını yüzüne vurmaz: İnsan hata yapabilir. Fakat başkalarını hatalarından dolayı suçlamak ve bu hatayı çevreye yaymak yerine onu gidermeye çalışmalıdır. Allah bile kullarını affederken bizim de başkalarına aynı şekilde yaklaşmamız gerekir.
  • Ar gözünden kâr yüzünden bellidir: Kazanç getirecek iş daha yolun başında kendini gösterir.
  • Ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz*: Önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanlar çok olur.
  • Arife günü yalan söyleyenin (oruç yiyenin) bayram günü yüzü kara çıkar (olur)*: Bir sözün yalan olduğu çabuk anlaşılır ve söyleyen toplum içinde utanılacak bir duruma düşer.
  • Arkadan düşman yüze gelince dost olur: Birisine kin duyan kimse ona daha kolay zarar verebilmek için önce dostluğunu kazanmaya çalışır.
  • Arsızın yüzüne tükürmüşler "yağmur yağıyor" demiş*: Arsız ne kadar ağır hakaret görse de aldırmaz, pişkinliğe vurur.
  • Asılsız söz sahibine yüz karası getirir: Yalan söyleyerek insanları kandırmayı huy edinen insan toplum tarafından sevilmez.
  • Astar bol olmayınca yüze gelmez*: Bir iş yapmak için gerekli olan şeyler, ölçü biraz geniş tutularak hazırlanmalıdır.
  • Aşı pişiren yağ olur, gelinin yüzü ağ olur*: Güzel şey, iyi gereç kullanarak ortaya çıkar; bu da, işi yapana övünme payı verir.
  • Aşık yüz bulduğu yerde yatar kalır: Aşık olan kişi sevdiğinden küçük bir karşılık alırsa cesareti daha da artar.
  • Ayağına bakma başına bak, yüzüne bakma işine bak: Bir insanı değerlendirmek için dış görünüşü ölçü alınmamalı, düşüncelerine ve yaptığı işlere bakılmalı.
  • Aynaya nasıl bakarsan yüzünü öyle görürsün: Kişinin kendisini ve dünyayı nasıl algıladığının, büyük ölçüde kendi bakış açısına ve tutumuna bağlı olduğunu ifade eder. Olumlu bir bakış açısıyla kendine baktığında olumlu, olumsuz bir bakış açısıyla baktığında ise olumsuz bir görüntüyle karşılaşırsın.
  • Bağa bak üzüm olsun, yemeye yüzün olsun (bağda izin olsun, üzüm yemeye yüzün olsun)*: Bir kimse verim beklediği şeyden istediğini alabilmek için gereken harcama ve emekten kaçınmamalıdır.
  • Bağı ağlayanın yüzü güler*: Bağ budanırsa dalların budanan yerlerinden ağlıyormuş gibi su damlaları çıkar, ancak budandığı için de bol ve iyi üzüm verir.
  • Balı dibinden, yağı yüzünden*:
    1. Her işi yoluna, yöntemine göre yapmak gerekir.
    2. Değerleri derinleştikçe artan veya değerleri yüzeyde kalan insanlar vardır.
  • Bir el bir eli yıkar, iki el bir yüzü yıkar (El eli yıkar, iki el yüzü)*: Bazı durumlarda yardımcısız iş yapılamayacağını anlatan bir atasözü.
  • Bir gün olur yüz yüze bakılır: İnsan bazen daha önce kalbini kırdığı kimsenin yardımına muhtaç kalabilir. Böyle durumlara düşmek istemiyorsak insanlara saygılı ve hoşgörülü davranmayı bilmeliyiz.
  • Burun yüzden götürülmez (Burun yüzden düşmez): Bir yakını, bir akrabası uygunsuz işler yapan kişi ne kadar tepki gösterse de o kişiyle olan akrabalığını kesmez.
  • Cehenneme girse yüzü kızarmaz: Kişinin utanç duygusundan tamamen yoksun olduğunu ve ne kadar kötü bir durumda olursa olsun utanmazlık sergileyeceğini ifade eder.
  • Civcivde gözün, et yemeye yüzün olsun*: Kişi, karşılık beklediği işten istediğini alabilmek için gereken harcamaları yapmalıdır.
  • Çarşamba yalan diyenin, perşembe yüzü kara çıkar: Yalan söyleyen insanın yalanı bir gün ortaya çıkar ve rezil olur.
  • Çocukla yoğurt yiyen ağzına yüzüne bulaştırır: Beceriksiz veya dikkatsiz kişilerle iş yapmanın başarısızlıkla sonuçlanabileceğini ifade eder. Bir işte işbirliği yaparken, yetkin olmayan kişilerin işi olumsuz etkileyebileceğini vurgular.
  • Dadıya dadanan evlat yüzüne hasret kalır: Evde durmayıp çocuğuna bakıcı tutan anne baba çocuk sevgisini doyasıya yaşayamaz.
  • Defteri (Hesabı) temiz olanın yüzü ak olur: Namusuyla çalışan, doğruluktan, dürüstlükten ayrılmayan insanlar başkalarının yanında ezilmez, yaptıklarından dolayı kimsenin yanında küçülmezler.
  • Dilencinin yüzü kara, torbası doludur: Görgüsüz, utanmaz kimseler yeterince varlıklı olsalar bile yine de açgözlülük ederler.
  • Dost, dostun ayıbını yüzüne söyler*: Dost olan, ayıbımızı arkamızdan, başkasına söyleyerek kovuculuk etmez, ayıbımızı yüzümüze karşı söyler.
  • Dost yüzünden, düşman gözünden bellidir: Dost insana daima sevgi ve saygıyla bakar, gülümser, düşman ise içinden hep kötülük geçirir ve bu sadece bakışlarından belli olur. Bu yüzden dostumuzu düşmanımızı yüzlerinden ve bakışlarından anlamak mümkündür.
  • Dosta çok varan, ekşi yüz görür: Kişi dostuna sık sık giderse seyrek gittiğinde gördüğü konukseverliği görmez ve saygınlığı azalır.
  • Doydum usandım yüzü güzelden, doyup usanamadım huyu güzelden: Kuru kuruya güzellik bir süre sonra insanları bıktırır. Önemli olan gönül ve fikir açısından anlaşabilmektir.
  • Ekşi yüzlünün balı acı olur*: İstemeden iyilik yapan kişi karşısındakini de hoşnut edemez.
  • Elin eliyle bal yiyen, yüzüne bulaştırır: Başkalarının yardımıyla iş yapmak isteyenler hiç beklemedikleri sonuçlarla karşılaşabilirler.
  • Er cimri olursa, avrat yüzsüz olur: Karısına iyi bakmayan koca, onu yanlış davranışlara yöneltir.
  • Evvel yediğin hurmalar, sonra yüzünü tırmalar: Geçmişte yapılan yanlışların, hataların veya kötü davranışların ileride olumsuz sonuçlar doğuracağını ve kişinin bu hataların bedelini ödeyeceğini ifade eder.
  • Geldik yüze, çıktık düze*: Kasım ayından sonra gelen yüzüncü günde, 15 şubatta kışın soğuk günleri geride kalır.
  • Gider kazan karası, gitmez yüz karası (İs karası çıkar yüz karası çıkmaz): Herhangi bir nedenden dolayı meydana gelen leke çıkarılır, ancak kişinin namusuna leke sürülmüşse bunu silmek imkansızdır.
  • Gönül ister, yüz utanır: Kişinin içsel isteklerinin veya arzularının dışa yansımasıyla utanabileceğini veya mahcup olabileceğini ifade eder. İnsanın içsel ve dışsal dünyaları arasındaki dengeyi/dengesizliği anlatır (?).
  • Görümce, yüzünü görmeyim ölünce: İnsana kocasının kardeşi, kendi kardeşi gibi yakın olamaz.
  • Göz görmez, yüz utanmaz: Doğruları veya yanlışları değerlendirmek için önce görmesini bilmek gerek.
  • Gül yüzüme, güleyim yüzüne: Başkalarına hoş görülü ve sıcakkanlı davranırsak onlar da bize aynı şekilde davranırlar.
  • Güler yüzlü sirke satıcısı, ekşi yüzlü bal satıcısından çok kazanır: Ticarette daima müşteriye karşı güler yüzlü ve kibar davrananlar çok kazanır.
  • Güzel huylu olanın can verirler sözüne, çirkin huylu olanın kimse bakmaz yüzüne: İyi niyetli ve güzel huylu insanlar genellikle toplumda saygı görürken, kötü niyetli ve çirkin huylu olanlar genellikle dışlanır veya hor görülürler.
  • Güzel yüzlü arama, güzel huylu ara: Güzellik aldatıcıdır, yüzü güzel, huyu kötü kimseyle anlaşmak zordur.
  • Güzelin kadrini ne bilir ahmak, mürüvvet değil mi yüzüne bakmak: Güzellik sadece dış görünüşten ibaret değildir; onu gerçek anlamda takdir edebilmek için derin bir anlayış ve zekâ gereklidir. Ahmak bir kişi, güzelliğin arkasındaki derinliği ve anlamı anlayamayacağı için, sadece güzelliğe bakabilmesi bile bir tür lütuf olarak değerlendirilir.
  • Hastayım nar isterim, gül yüzlü yar isterim: Hastalık veya sıkıntı zamanlarında bile insanın güzelliklere ve sevdiklerine olan ihtiyacının azalmadığını, aksine artabileceğini belirtir.
  • Her suç/kabahat yüze vurulmaz: Olur olmaz her hatasını insanın yüzüne vurma huyu çoğu dostlukları bozar, kırgınlıklara yol açabilir.
  • Her yüze gülen dost olmaz (Her yüze güleni dost sanma): Görünüşte dostça davranan, yüzünüze gülen herkesin gerçek dost olmadığını, bazı insanların sahte davranışlar sergileyebileceğini anlatır.
  • Hesabı pak olanın, yüzü ak olur*: Doğruluktan şaşmayan, yasa dışı yollara sapmayanı kimse karalamayız.
  • Hizmetkârdır efendisinin yüzünü ağartan: İşini iyi yapan becerikli kimse patronunu memnun eder.
  • İçtin üzüm suyunu, döktün yüzün suyunu: Sarhoş olan insan ağzına gelen her şeyi söyler. Hatta bazen gizli kalması gereken şeyleri bile rahatça açığa vurur.
  • İnsanın yüzü yumuşak olur: İnsan, kendisinden bir ricada bulunan kimseleri kolayı kolay geri çeviremez.
  • İnsanın yüzü, yüreğinin aynasıdır: Genellikle insanların ne düşündüğü dış görünüşlerine de yansır.
  • İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü*: Birisinden bir istekte bulunan kimse bunu utanarak ister, kendisinden bir şey istenen kimse eğer bu isteği karşılamazsa daha çok utanmalıdır.
  • Kadının yüzünün kınası erkeğin elinin kınası*: Yolsuz ilişkiler kadınlar için hoş karşılanmadığı hâlde erkekler bu gibi ilişkilerden övünme payı çıkarırlar. Ancak bu ilişkiler kadın içinde erkek içinde aynı derecede günahtır.
  • Kağıdın yüzünü ağartan karadır:
    1. Bir insan güzel de olsa yaptıklarıyla değer kazanır.
    2. Yazının değeri, yazılı olduğu mekânı şereflendirir.
  • Kahvenin yüzü kara, amma meydanı pak: Görünüşte kötü ve çirkin olan şeyler değerli ve yararlı bir yapıya sahip olabilirler.
  • Kalbin şahitliği yüz şahitlikten kuvvetlidir: İnsan masumsa, kalbi temizse, hak yerini bulur; şahit aramaya gerek yoktur.
  • Kalp temizliği yüz temizliğinden daha gerekli: İnsanın dış görünüşünün temiz olması elbette ki iyidir, ama daha da önemlisi içinin temiz olması, huyunun iyi olmasıdır.
  • Kara, gözde olsun, yüzde olmasın: İnsan utanılacak durumdan uzak kalmalı.
  • Kefen alacak adam yüzünden (gözünün yaşından) belli olur*: (atasözünün anlamı) Kimsenin gönül rızasıyla almayacağı bir şeye istekli olanın bu davranışındaki neden, onun halinden anlaşılır.
  • Kişinin kalbi yüzünden bellidir: Genellikle insanların kişilikleri ve ne düşündükleri dış görünüşlerine de yansır.
  • Koyunu yüze getir, el onu bine yetirir*: Kimi insan, başkaları hakkında abartarak konuşmaya bayılır.
  • Kulağı duymayanın yüzü kızarmaz: Görgüsüz ve laf anlamaz kişileri ne söylersen söyle bu huylarından vazgeçiremezsiniz.
  • Meyhanecinin yüzünü bayram topu güldürür*: Yasak yüzünden işi aksamış kimse yasağın kalkmasına sevinir.
  • Ne çaldın yüzüme, ne çalayım yüzüne: "Sen bana ne yaptın ki karşılık bekliyorsun?" anlamında karşılık olmadan iyilik yapılamayacağını anlatır.
  • Nefis belası, getirir yüz karası: İnsan nefsine uymada haddi aştığında utanç verici durumlara düşebilir.
  • Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır: İnsanın öfkeli anında olağan görerek yaptığı kırıcı davranışlar öfkesi geçip normale döndüğüne utanç ve pişmanlığa dönüşür.
  • Ölüm yüz aklığıdır*: Yüz kızartıcı bir şey yapanların veya böyle bir yaşantı içinde bulunanların durumunu ancak ölmeleri temizler.
  • Ölümün yüzü soğuk olur*: Araya ölüm girdiğinde sevgi de, düşmanlık da sıcaklığını yitirir. Dünyalık ne duygu varsa sona erer.
  • Özü sözü doğru olanın alnı açık yüzü paktır: İnsan dürüst olduğu sürece doğruyu söyler, doğru yoldan ayrılmaz. Dürüst insan yaptıklarından dolayı suçluluk hissetmez, vicdan azabı çekmez. Bunun için haksızlığa uğrasa da başı dik gezer.
  • Paranın yüzü sıcaktır (Akçenin yüzü sıcaktır)*: Kendisine önerilen parayı gözüyle gören kimse yumuşar, kendisinden beklenen işi hemen yapmaya koyulur.
  • Ramazanda yalan söyleyenin (oruç yiyenin) bayramda yüzü kara olsun*: Bir sözün yalan olduğu, bir ödevin yapılmadığı bir süre sonra gerçekleşen olaylarla anlaşılır.
  • Rüzgara (karşı) tüküren kendi yüzüne tükürür*: Kendinden güçlüyü horlamaya kalkışan, kendi küçük düşer.
  • Şeytana uyup yolundan kalma, her yüze güleni dost olur sanma: Kurnaz, sahtekâr kişiler kandıracakları kimseye önce dostça yaklaşırlar. Bu yüzden her yüzümüze gülen kişiye güvenip aldanmamalıyız.
  • Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz*: Kendini işe vermeyenden, bir iş üretmeyenden hayır gelmez.
  • Tatlı dil, güler yüz, düşmanın kolunu büker: Tatlı dil ve güler yüz karşısında çok sinirli ve saldırgan kimseler bile sakinleşir, yumuşar.
  • Tencere tencereye "yüzün kara" demiş, çömlek utancından yere geçmiş*: "Kötülük, kusur yönünden sen, benden daha betersin" anlamında söylenen bir atasözü.
  • Terzinin işi kötü amma, yüzünü güldüren ütü: Bir konuda başarısız olan kişiler bir başka konudaki başarısıyla bu başarısızlığını affettirebilirler.
  • Tilkinin yüz masalı varmış, doksan dokuzu tavuk üstüne: Kişinin elde edemediği ve elde etmek istediği şeyleri sürekli düşündüğünü ve bu arzuların onun zihninde önemli bir yer tuttuğunu anlatır. İnsan hangi konulardan hoşlanıyorsa konuşmalarının, sohbetlerinin büyük bölümü de o konular üzerine olur.
  • Yalan, söyleyene yüz karası olur: Yalancı, yalanı açığa çıkartıldığında güç duruma düşer ve herkese rezil olur.
  • Yalan yüz kızartır: Yalan söyleyen kişi bir süre sonra yalanı ortaya çıktığı da kimsenin yüzüne bakamaz olur.
  • Yerdeki yüze basılmaz (kimse basmaz)*: Alçak gönüllü olanları kimse hor görmez, herkes onları korur.
  • Yiğit yüzüne tükürtmez, leşine tükürtür: Dürüst, mert, sağlam kişilik sahibi insanlar hiçbir zaman, ahlâksız, terbiyesiz davranışlarda bulunup özelliklerine gölge düşürmezler.
  • Yukarıya tükürme, yüzüne düşer (Göğe tükürürsen yüzüne düşer): İnsan kendinden güçlü kişilerle uyum içinde yaşamaya çalışmalıdır. Kendinden güçlü kimselerle mücadeleye girdiğinde en çok zararı kendisi görür.
  • Yüz koyunlu atam kalmaktan bir yüksüklü anam kalmak yeğdir: İnsanın varlıklı ama şefkat göstermeyen babasından, yoksul ama sevgi dolu anası daha iyidir.


Yüz ile ilgili birleşik kelimeler


  • Yüz kere: Tekrar tekrar, defalarca: Bunu yapma diye yüz kere söyledim sana!
  • Yüz kızartıcı: Utandırıcı, utanılacak: "Yüz kızartıcı sözcükler" derken de yüzü bayağı kızarmıştı... (T. Yücel)
  • Yüz yüze: Karşı karşıya: Sence kabul eder mi yüz yüze görüşmeyi? (H. İ. Noyan)
  • Yüze gülücü: İkiyüzlü, riyakar: Bil ki yüze gülücü dostlar, gizli düşman gibidir. (M. Uslu)
  • Yüzü ak: Ayıbı ve kabahati olmayan, ırz ve namus sahibi: Affa layık olmasam da affını istiyor, Senin huzuruna yüzü ak, kalbi ak, gönlü ak olarak gelenlerden olmak istiyorum! Amin. (S. Z. Meriç)
  • Yüzü asık: Somurtkan, asık suratlı: Burnundaki gözlüğü ile okuyan yüzü asık olan Ali müdür gözlük üzerinden baktı Kenan'a... (B. Aksu)
  • Yüzü gözü: Bütün yüzü: Çocukların yüzü gözü çamur içinde... (H. E. Adıvar)
  • Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan: İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki yüzü kara demişler. (H. İ. Genç)
  • Yüzü sıcak: Görüldüğünde insanın iradesini gevşeten: Paranın yüzü sıcaktır.
  • Yüzü soğuk: Ürkütücü, sevimsiz: Yüzü pek soğuktu; halk ondan nefret ederdi. (A. Kaplan)
  • Yüzü yerde: Alçakgönüllü: Ancak tevazuu da elden bırakmadı, suyun yerden akmasını ima ederek "Yine de kişiye layık olan yüzü yerde olmaktır" demekten de kendini alamadı... (M. Kaplan)
  • Yüzü yırtık: Utanması çekinmesi olmayan: Erkeklerle müfrit münasebete girdi. Yüzü yırtık oldu. (R. Şemin)
  • Yüzü yumuşak: Kendisinden yapılan dilekleri incelikle karşılayan, geri çeviremeyen: Ama yüzü yumuşak olduğu için, pazarlık konusunda da, veresiye konusunda "hayır" diyemiyordu bir türlü. (H. Mutlu)
( 3 soru/yorum )

Soru ve Yorumlar: 3


Anonim:
Biraz daha fazla olabilirdi çok az
25/3/14 19:53
Anonim:
teşekkürler
25/3/14 22:19
Anonim:
çok iyi sağolun inş hacklenmessiniz
1/10/22 19:23