![]() |
Güzel yüz |
- Başta alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm: Güleç yüz. Asık yüz.
- Yüzey: Suyun yüzü.
- Bir şeyin en gösterişli olan ya da dışta bırakılan yüzeyi: Kumaşın yüzü. Yapının yüzü.
- Yatak, yorgan, yastık ve kanepe gibi şeylerin temas edilen dış kumaşı: Yorganlara yeni yüz geçirdim. Kanepenin yüzünü sildi.
- Utanma: Bunu söylemeye yüzü yok ki.
- Birinin görülegelen ya da umulan hoşgörürlüğüne güvenerek gösterilen cüret: Yüz bulmak. Yüz vermek. Yüzü olmamak. Yüzü kalmamak.
- Neden, nedeniyle, sebebiyle: Onun hatası yüzünden neler çektik.
- Yan, taraf: Dağın öbür yüzü.
- Kesici araçlarda ağız: Bıçağın keskin yüzü.
- Bir yapının, kitabın vb. dışa bakan düşey yüzeylerinin tümü: Ön yüz. Arka yüz.
- Kişi, kimse: İçeri girdim mi, bütün yüzler silinirdi gözümden. (Y. Z. Ortaç)
- Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı ve bu sayıyı gösteren işaret, 100, C: On kere on yüz eder.
İlgili deyimler ve anlamları
İçinde "yüz" kelimesi geçen deyimler ve açıklamaları:
- Yüz akıyla çıkmak: → Yüzünün akıyla çıkmak.
- Yüz bulmak: Birinden gördüğü ilgi ve yakınlıktan biraz şımarmak: Lâmia tarafından seviliyor, yüz buluyor hatta teşvik görüyor. (C. Yener)
- Yüz bulunca astar istemek: → Yüz verince astar istemek.
- Yüz çevirmek: Gösterdiği ilgiyi kesmek: Dünya nimetlerinden yüz çevirdi. (C. Çaylak)
- Yüz etmek:
- Havale etmek.
- Eklenecek iki şeyi düz edip birbirine uydurmak.
- Alacaklıyı borçluyla karşılıklı getirmek, yüzleştirmek.
- Yüz geri gitmek: Geri dönmek.
- Yüz göstermek: Ortaya çıkmak.
- Yüz göz olmak: Biriyle gereksiz yere aşırı derecede senli benli, laubali olmak: Yüz göz olma onlarla. Aralı tut kendini. Vara yoğa gülme, dişini gösterme. Kusur işleme. (O. Şahin)
- Yüz kere: Tekrar tekrar, defalarca: Bunu yapma diye yüz kere söyledim sana!
- Yüz kızartıcı: Utandırıcı, utanılacak.
- Yüz kızartmak: Sıkılarak yalvarmak.
- Yüz kızdırmak: Utanmayı göze almak.
- Yüz suyu dökmek: Onurunu sarsacak derecede yalvarmak: İlk evlerin üç beşine yüz suyu döktü. Su dolu testiyi verdiler sadece. (A. Sayar)
- Yüz surat davul derisi (yüz surat hak getire, yüz surat mahkeme duvarı): Hiç utanması olmayanlar için söylenir.
- Yüz sürmek: Aşırı sevgi göstermek için yere eğilmek.
- Yüz tutmak: Bir şeye yönelmek, olmaya doğru gitmek: Mum sönmeye yüz tuttu. (O. Akçizmeci)
- Yüz verince astar istemek (Yüz verince yüz daha istemek): (deyiminin anlamı)
- Kendisine bir şey verilmesinden cüret alarak daha çoğunu istemek.
- Kendisine gösterilen küçük bir ilgiden şımararak geniş yetki elde etmeye, daha çok yarar sağlamaya çalışmak: "Sululuk yeter, ciddi olalım, yüz verince astarını istiyorsunuz." (M. Buyrukçu)
- Yüz vermek: İlgi, yakınlık göstermek.
- Yüz yüze bakmak: Karşılıklı ilişkiyi korumak, her zaman görüşme, konuşma zorunda bulunmak: Hep yüz yüze bakıyoruz şunun şurasında; dargın durmak olur mu? Olmaz elbet... (M. Z. Niksarlı)
- Yüz yüze gelmek: Birden karşılaşmak.
- Yüze gülmek:
- Yalandan dost görünmek: Kurnazdır ve intikam için bekler. Yüze güler ama arkadan vurur. İnsanları birbirine düşürür. (A. İşbilir)
- Sevimli, alımlı görünümde olmak.
- Yüze gülücü: İkiyüzlü, riyakar.
- (Bir şeyin) Yüzü açılmak: Güzelliği, parlaklığı ortaya çıkmak.
- Yüzü ak: Ayıbı ve kabahati olmayan, ırz ve namus sahibi.
- Yüzü ak olsun:
- Hiçbir zaman utanılacak bir duruma düşmesin: Dünyada ve âhirette yüzü ak olsun!.. (S. S. Altıer)
- Sağ olsun: Güzel hizmet etti. Yüzü ak olsun. (F. F. Tülbentçi)
- Yüzü asık: Somurtkan, asık suratlı.
- Yüzü asılmak: Somurtmak.
- Yüzü (suratı) eşek (davul) derisi: Utanmaz.
- Yüzü görmek/görmemek: Bir duruma kavuşmak/kavuşamamak: Rahat yüzü görmek. Dert yüzü görmemek.
- Yüzü gözü açılmak:
- Sıkılmaz, utanmaz bir duruma gelmek.
- Toplumsal ilişkiler kurmaya, çevresini, dünyayı tanımaya başlamak.
- Yüzü gülmek:
- Sevinci yüzünden belli olmak: Eşinin de yüzü gülüyordu. — Gözün aydın Remzi, Allah muradını verdi. Söyle bakalım adını ne koyacaksın? (H. H. Yapar)
- Feraha kavuşmak: Yılmadı. İmanında sebat gösterdi. Sonunda da kazananlardan oldu. Dünya hayatında da yüzü güldü, ahiret diyarına da hoş müjdelerle gitti. (N. Yıldız)
- Yüzü kalmamak:
- Bir kimseden, önceden pek çok ricada bulunduğu için yeni bir şey istemeye sıkılmak: Onca yardımlarından sonra, doğrusu yüzüm kalmadı. (M. Azazi)
- Utanmak, sıkılmak: "Köyde insan içine çıkacak yüzüm kalmadı," diye sözü bağladı.
- Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan.
- Yüzü kasap süngeriyle silinmiş: Hiç utanması olmayan.
- Yüzü kızarmak: Utanmak, sıkılmak: Parayı alırken yüzü kızardı. Sanki kendisi için alıyormuş gibi başını önüne eğdi. Bakışlarını kaçırmaya çalışarak kısık bir sesle teşekkür etti. (M. L. Arslan)
- (Bir şeye) Yüzü olmamak:
- O şeye dayanamamak.
- Cüret ve cesareti olmamak.
- Utanmak, yüzü kalmamak.
- Yüzü pek: Sıkılması olmayan.
- Yüzü sıcak: Görüldüğünde insanın iradesini gevşeten: Paranın yüzü sıcaktır.
- Yüzü sirke satmak: Yüzünde hoşnutsuzluğunu gösterir bir anlam olmak: Yüzün sirke satıyor. Söyle hadi, neye sıkıldın? (E. Baba)
- Yüzü soğuk: Ürkütücü, sevimsiz.
- Yüzü suyu hürmetine: Onun büyük ya da güzel hatırı için: O ki (sav), kâinat kendi yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. (N. F. Kısakürek)
- (Bir şey yapmaya) Yüzü tutmamak: Haklı da olsa, saygı duyduğu, sıkıldığı için karşısındakini kıracak bir davranışta bulunmaktan çekinmek.
- Yüzü yazılı kalmak: Olduğu gibi, hiç dokunulmadan kalmak.
- Yüzü yerde: Alçakgönüllü.
- Yüzü yere gelmek: Bir başkasının davranışından onun hesabına utanç duymak.
- Yüzü yok (yüzü olmamak): Bir şey istemeye ya da yapmaya cesareti yok: Asla karşısına çıkacak yüzüm yok, beni affet diyecek kadar bile. (Ş. Yeşildağ)
- Yüzü yumuşak: Kendisinden yapılan dilekleri incelikle karşılayan, geri çeviremeyen.
- Yüzünden akmak: Yüzünden çok belli olmak.
- Yüzünden düşen bin parça olmak: Öfke, sıkıntı ya da küskünlükten ileri gelen can sıkıntısıyla suratı asık olmak: "Hayrola, yüzünden düşen bin parça, canını sıkan bir şey mi var," diyerek nazikçe sağ tarafımdan yanıma sokulmuştu dostum. (M. Çapa)
- Yüzünden kan damlıyor: Sağlığı yüzünün renginden belli.
- Yüzünden okunmak: Hal ve hareketlerinden anlaşılmak: Paşanın huzursuzluğu yüzünden okunuyordu. (M. Işık)
- (Birinin) Yüzüne bağırmak: Birine bağıra çağıra saygısızca söz söylemek.
- Yüzüne bakmamak:
- Önem vermemek.
- Darılmış olmak.
- Yüzüne bakmaya kıyılmaz: Çok güzel: Kırk Haramiler bakarlar ki, dünya güzeli gibi bir kız, yüzüne bakmaya kıyılmaz... (Y. Ölmez)
- Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp artık konuşmamak.
- Yüzüne durmamak: Vermesi gereken şeyi vermeyen birine bunu hatırlatmaktan kaçınmak.
- Yüzüne gelmemek (vurmamak): Kötü bir hareketini yüzüne karşı söylememek, bilmezlikten gelmek.
- Yüzüne gözüne bulaştırmak: Bir işi beceremeyerek büsbütün karıştırmak, bozmak: Ya ortaklar, müteahhit bu işi beceremedi, yüzüne gözüne bulaştırdı, sonunda bıraktı kaçtı derlerse! (O. Rıfat)
- Yüzüne gülmek: Dalkavukluk etmek.
- Yüzüne kan gelmek: Sağlığı yerine gelmek, benzinin solgunluğu geçmek.
- Yüzüne karşı: Bir kimsenin kendi önünde ve ondan çekinmeden: Yüzüne karşı da söylerim.
- Yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır: Çok arsız ve onursuz.
- Yüzüne vurmak (çarpmak): Ayıplayarak kusurunu yüzüne karşı söylemek.
- Yüzünü ağartmak: Beğenilir iş yapmak, iş ve davranışlarıyla yakınlarını utanacak duruma düşürmemek: Güreşçilerimiz bu kez yüzümüzü ağarttı.
- Yüzünü buruşturmak (ekşitmek): Yüzüne öfke ya da hoşnutsuzluk gösteren bir biçim vermek.
- Yüzünü gören cennetlik: Uzun zamandır ortalıklarda görülmeyen ya da çok az görülebilen kimseler için söylenir: Yüzünü gören cennetlik, insan bir arayıp sormaz mı teyzesini. Gel içeri gel, ne bekliyorsun orada. (K. Arslanoğlu)
- (Birinin) Yüzünü güldürmek: Onun sevineceği bir iş yapmak, ona iyilik etmek.
- Yüzünü kara çıkarmak: (Birini) Mahcup duruma düşürmek, utandırmak.
- Yüzünü kızartmak (yüzünü kızdırmak): Utanç duymak, utanmak: Yüzünü kızartıp ödünç para istedi.
- Yüzünü yazmak: (Gelinin) Yüzünü süslemek.
- Yüzünü yere getirmek: Utandırmak, mahcup duruma düşürmek.
- (Bir işten) Yüzünün akıyla çıkmak: O işi, kendi saygınlığını bozmadan, iyi bir sona erdirmek: Bu sonuncusu cesaret gerektiren bir işti ama o, bundan da yüzünün akıyla çıktı. (İlgili cümle kaynağı: M. Gürle)
- Yüzünün derisi kalın: Utanmaz.
- Yüzünüze güller: (halk dilinde) İğrenç bir şey anlatırken karşı tarafın bundan beri olduğunu anlatmak söylenir: Beş dakika sonra, yüzünüze güller, sözüm toplantıdan dışarı, hepsini kustu çıkardı. (A. Givda)
- Yüzlü yüzlü: Utanmadan, sıkılmadan: Hakkınızda ayrı ayrı soruşturma açılması gerekirken bir de yüzlü yüzlü gelip iş ve görev istiyorsunuz, beni meşgul ediyor, rahatsız ediyorsunuz. (M. Ş. Eğilmez)
- Yüzüstü bırakmak:
- Yapayalnız, yardımsız ve kötü durumda bırakmak.
- Tamamlamadan, bitirmeden olduğu gibi bırakmak.
İlgili atasözleri ve anlamları
İçinde "yüz" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
- Yüz yüzden utanır: Sonradan karşılaştığımızda utanmamak için saygı duyduğumuz birisinin hakkında kötü konuşmamalı, onu incitecek hareketler yapmamalı.
- Yüzü güzel olanın huyu (da) güzel olur: (atasözünün anlamı) İnsanın yüzü içinin aynasıdır. İyiliği de kötülüğü de yüzüne vurur.
Soru ve Yorumlar: 6
Soru/Yorum Gönder