Gelmek ne demektir? Gelmek ile ilgili atasözleri, deyimler ve anlamları

Güncellenme: 19 Ekim 2025 Soru/Yorum: 0
  1. Konuşana göre uzak bir yerden daha yakın bir yere ya da kendi bulunduğu yere varmak: Ankara'dan İstanbul'a gelmek.
  2. Bir yerden kalkıp konuşan ya da kendisiyle konuşulan kimsenin yanına varmak: Akşam bize geldiler.
  3. (Bir şey) Çıkmak, getirilmek, gönderilmek: Kakao Afrika'dan geliyor.
  4. Olmak, dokunmak: Bilgisizlikten kimseye yarar gelmez, okumaktan da kimseye zarar gelmez.
  5. Kazanılmak, sağlanılmak: Bu işten gelse gelse günde bin lira gelir.
  6. Türemek: Adın nereden geliyor?
  7. Çıkıp akmak: Ağzından kan geldi.
  8. Düşmek, rasgelmek: Karşıya ışık gelmiyor.
  9. Görünmek, sanılmak: Anlattıkları masal gibi geliyor.
  10. Uymak, uygun düşmek: Ona yüz vermeye gelmez. Böylesi, işime gelmez.
  11. Yetişmek, erişmek: Boyu omuzuma geliyor.
  12. Etkide bulunmak: İlaçlar iyi gelmedi. Bu toz yaraya iyi geldi.
  13. Varmak: Yol ayrımına geldik.
  14. Dayanmak, katlanmak: Bu kadar sıkıntıya gelemem.
  15. Ele almak: Şimdi sizin isteğinize gelelim.
  16. (Bir şeyi) Etmezken sonradan etmek: İnsafa geldi. Dediğime geldi. Merhamete geldi.
  17. Görünmek, ortaya çıkmak: Bana bir merak geldi. Ona şüphe geldi.
  18. Mal olmak: Çoraplar bana bedavaya geldi.
  19. (Dilbilgisinde) Katılmak: Virgülden sonra "ve" gelir mi?
  20. (Konuşana) Bir yere giderken arkadaşlık etmek: Köşeye kadar benimle gelsene.
  21. Çatmak, başlamak: Günü geldi. Borcun vadesi geldi. Kış geldi.
  22. Gereksinme anlatan deyimler kurmaya yarar: Uykusu gelmek. Çişi gelmek. Gülesi gelmek.
  23. Sürerlik eylemi yapmaya yarar: Alışagelmek. Yapılagelmek.
  24. Yapmacık anlatan deyimler yapmaya yarar: Duymamazlıktan gelmek.
  25. Yönelme durumundaki kimi sözcüklerin arkasına getirilerek bileşik eylem yapar: Akla gelmek. Meydana gelmek. Aşka gelmek. Yola gelmek. Hatıra gelmek. Dünyaya gelmek.
  26. Gelmek eyleminin olumlu buyruk kipi, kimi durumlarda öğüt anlatır: Gel, şu işi bitiriverelim.
  27. Aynı biçim (gel, gelsin) bazı durumlarda "elindeyse" anlamında da kullanılır: Sen gel de, bu işin içinden çık.
  28. Olmak, -e uğramak: Haciz gelmek. Felç gelmek.
  29. Varlığını sürdürmek, aktarılmış olmak: Folklor ürünleri, yüzlerce yıldan geçip bize gelmiştir.
  • Gel de: "Elinde ise" anlamında kullanılan bir söz: Sen gel de, bu kalbe: "kilit vur!.." de. (G. Samanoğlu)
  • Gelip geçici: Sürekli olmayan: Bu dünya gelip geçici.
  • ...e gelince:
    1. "Söz konusu olunca", "sıra geldikçe" anlamına gelip, bir konu bittikten sonra sözü başka konuya geçirmeye yarar: Sana gelince, sen biraz daha çalışırsan derslerinde başarılı olabilirsin.
    2. Ayrılık gösteren bir düşünceye ya da davranışa geçildiğini anlatır: Bize gelince, bu fikirlere kesinlikle katılmıyoruz.

Gelmek ile ilgili deyimler ve anlamları

İçinde "gelmek" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
(atasözlerine geç)

  • Gel keyfim gel: Yer, iş ve durumdan çok memnun olmayı -kimi kez alaylı bir yolla- anlatan söz: Ayran elden, su gölden, gel keyfim gel! (İ. İlhan)
  • Gel zaman, git zaman: Aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra: Gel zaman git zaman çocuklar büyümüşler. (İlgili cümle kaynağı: M. H. Yavuz)
  • Gelen giden?: "Uğrayan kimse var mı, arayan soran var mı?" anlamında kullanılır.
  • Gelen giden: Bir yere gelenler, uğrayanlar; bir yeri gezenler, bir yerden gelip geçenler: Gelenimiz gidenimiz çoktur.
  • Gelene ağam, gidene paşam demek: Görevden ayrılanla göreve yeni gelen yöneticiye karşı çıkarcı tutumunu hiç değiştirmeden sürdürmek, güçlüye boyun eğmek: Mademki gemisini kurtaran kaptandı ve gemiyi kurtarmak için gelene ağam, gidene paşam denmesi gerekiyordu, o da bunun alasını yapardı. (H. Dönmez)
  • Gelgelelim: Fakat, ama, ancak, şu var ki, ne var ki, ne çare ki: Gelgelelim, işler her zaman umduğumuz gibi yürümüyor. Çalışkan, zeki, gelgelelim yaramaz.
  • Gelip çatmak: (Belli bir zaman ya da o zamanla ilgili durum) İyice yaklaşmak, kaçınılmaz olmak: Zaman yine su gibi aktı ve ayrılık saati gelip çattı. (S. Koç)
  • Gelip geçici olmak: Kısa süreli, önemsiz olmak: Şayet dünya gelip geçici bir altın; ahiret ise sürekliliği bulunan bir çömlek olsaydı, yine ahiret daha hayırlı olurdu. (İsmail Hakkı Bursevi)
  • Gelip geçmek:
    1. Bir yerden geçmek: Yanından otomobiller, kamyonlar, insanlar gelip geçiyordu.
    2. Kısa bir süre etkin olmak: Onun soyundan birçok hanlar gelip geçti. (B. Büyükarkın)
  • Gelip gitmek: Bir yere her zaman gitmek: Ona güveniyorduk çünkü çok gelip giderdi. (M. Batı)
  • Gelmiş geçmiş: Bugüne kadar bilinen: Gelmiş geçmiş en büyük müzik ustası.
  • Gelsin... gitsin...: Yalnız sözü edilenle vakit geçiriliyor, başka iş görüldüğü yok: Gelsin çaylar, gitsin kahveler, işe güce baktığı mı var?
  • Abdesti gelmek: Tuvalet ihtiyacı oluşmak, sıkışmak: Bir gün tarlada çalışırken, abdesti gelmiş. Uygun bir yer aramış. Hem görülmemek, hem de kolay temizlenmek için, ağaçlar arasındaki su kaynağına gitmiş. (A. Nesin)
  • Acı gelmek: Dokunmak, kırmak, üzmek: Ayrılmak bana çok acı geliyordu. (N. Sultan)
  • Aceleye gelmek:
    1. Bir işin aceleyle yapıldığı için, gerektiği gibi olmaması: Aceleye geldi, yoksa böyle olmazdı. (A. Püsküllüoğlu)
    2. Acele davranmak zorunda kalmak: Oğlum, sizin evliliğiniz biraz aceleye geldi. (S. S. Pınar)
  • Afura tafura gelmemek:
    1. Çalım satmadan hoşlanmamak
    2. Böyle bir davranışa karşı tepki göstermek.
  • Ağır gelmek:
    1. Gücüne gitmek, onuruna dokunmak: İşittiği sözler Asım'a ağır geldi. (A. Seyrun)
    2. Yapılması güç gelmek: Şüphesiz namaz, Allah'a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir. (Bakara Suresinden)
  • Ağzına geldiği gibi: Enini sonunu düşünmeden, rastgele, ölçüp biçmeden: Amacı zaten güzel bir tavır göstermek olmadığı için, bu konuda kendini sınırlamaz ve özen göstermez. Ağzına geldiği gibi, canının istediği gibi, olur olmaz yerde konuşmayı kendince 'özgürlük' sayar. (İ. Sarı)
  • Ağzına geleni söylemek:
    1. Nezaket dışına çıkarak ağır söylemek, azarlamak: Bir akşam, kavgacıların ileri gelenlerini muhtar odasına çağırttı; açtı ağzını yumdu gözünü, ağzına geleni söyledi: "Üzerimizdeki gazabın eksilmemesi için mi gayretiniz bire meretler!" diye ünledi. (R. Seyhan)
    2. Gelişigüzel, saçma sapan konuşmak, düşüncesizce söylemek: "Ama ahmak adam düşünmeden, dikkat etmeden ağzına geleni söyler. Bu gibi insanın dili kalbine değil de kalbi diline tabidir." (A. Kirazlı)
  • Aha gelmek: İlenmeye uğramak: Magrûri hüsn olma edebin takın / Aha uğramasan gelirsin göze / İbretle etrafa şöyle bir bakın / Nice şehbaz tosun dönmüş öküze
  • Ak sakaldan yok sakala gelmek: Çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek: "... halimi görüyorsun. Yaşım yetmiş, işim bitmiş. Ak sakaldan yok sakala gidiyorum." (A. Nesin)
  • Akla gelmedik: Düşünülemeyen, düşünülmesi güç, kimsenin aklına gelmeyen: Şiir, sözü en akla gelmedik biçim ve anlamlarda kullanabilme becerisidir. (A. Bayraktar)
  • Akla gelmek/gelmemek: Hatırlamak/hatırlamamak: Çoluğum çocuğum akla geldi ona ağladım (M. Bayrak). Döneme ait kaynakların bulunabileceği akla gelmedi veya getirilmek istenmedi. (Kebikeç)
  • Akla gelmez: Hatırlanamaz, düşünülemez: Sıhhat günlerinde hastalık akla gelmez. (S. Yolaçan)
  • Akla hayale gelmez: İnanılmaz: İnip kalkan sofralarda akla hayale gelmez yiyecekler, türlü türlü yemişler, çekirdeksiz narlar, kabuksuz üzümler, dalbastı kirazlarıyla cennet doyumsuzdu. (Nurdan Damla)
  • Aklı başına gelmek:
    1. Uslanmak, akılsızca davranıştan vazgeçmek: Bir zaman sonra doğruldu, aklı başına geldi. Kâğıdı aldı, öptü, yüzüne gözüne sürdü, âh etti: — Vah benim geçen ömrüme! (R. Güzel)
    2. Ayılmak, kendine gelmek: Bir müddet sonra aklı başına geldi, dört yana bakındı, Hünkâr'ı göremedi. Derviş ne oldu, nerede diye sordu. (M. Alkan)
  • Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korkulan şey gerçekleşmek: Aynen düşündüğüm gibi oldu işte, aklıma gelen başıma geldi ve Müdür tepeme dikildi. (Ş. G. Karacan)
  • Aklına geleni söylemek: Rasgele konuşmak: Herkes aklına geleni söylüyor, birbirlerine laf yetiştirmeye çalışıyorlardı. (H. Yel)
  • Aklına geleni yapmak: Her istediğini düşünmeden gerçekleştirmeye çalışmak: Aklına her geleni yapmak, aklına her geleni söylemek iyi bir şey değildir.
  • Aklına gelmek:
    1. Anımsamak (hatırlamak): Yaşadığı o yerler aklına geldi. Çocukluğunu, gençlik yıllarını, evliliğini, ayrıca aç ve susuz çocuklarını düşündü. (E. Yılmaz)
    2. Birinin kafasında bir düşünce doğmak: Bu kararı verince, yeni bir fikir aklına geldi. (A. H. Eken)
  • Altı üstüne gelmek: Karışmak, karmakarışık olmak: Yahut o kimse gibisini (görmedin mi) ki, bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu. (Bakara Suresinden)
  • Amana gelmek: Önce kafa tutarken, zor karşısında boyun eğmek: Halim beyana geldim / Ya Rab amana geldim. (İlahi)
  • Anasından emdiği süt burnundan gelmek: Çok sıkıntı çekmek, eziyet görmek: Ne var ki Hasan Efendi suçsuz olduğunu ispatlayıncaya kadar anasından emdiği süt burnundan gelir. (Ş. Kutlu)
  • Anlamazlıktan gelmek: Bir şeyi anladığı halde anlamamış gibi davranmak: Zamparalık peşinde olduğunu anlasa da anlamazlıktan geliyordu (A. Tunç)
  • Anlamına gelmek: Bir anlam bildirmek: Bu çağrı, sohbetin bittiği anlamına geliyordu. (G. Tahincioğlu)
  • Arkası gelmek: Sürekli olmak, sürmek: Sonunda ilk cümleyi okumayı başardım ve arkası geldi. (M. Atilla)
  • Arkası yere gelmemek: Sarsılmamak, orunundan düşürülememek, sırtı yere gelmemek: Oğul, koruması Allah olanın arkası yere gelmez. (D. D. Şinel)
  • Arpası çok gelmek: Azmak, coşmak, aşırı ve taşkın davranışlarda bulunmak: Arpası çok gelen hayvanın çılgınlığı ve hayali varlıklara bile çifte sallaması yadırganmazsa da, bedeni ve ruhi kuvvetlerinin dizginlerini elinde tutması gereken insan oğlunun, esir etmesi icap eden nefsani kuvvetlerinin esiri olması yazık değil mi? (S. Ayverdi)
  • Astarı yüzünden pahalı olmak (pahalıya gelmek):
    1. Bir işin ikinci derecede önemli bölümünün gideri ya da emeği, birinci derecedekini aşmak: Neyle göndereceksin, postayla göndermeye kalksan astarı yüzünden pahalı. (N. Sargın)
    2. Bir işe harcanılan para ya da emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, o sonuca değmemek: Müşterim yoksul bir köylüydü, özel otomobille gidip gelsem astarı yüzünden pahalı olurdu. (K. Burkay)
  • Aşka gelmek: Coşmak, şevk ve heyecana kapılmak, coşkunluk göstermek: Coşup aşka geldi gönül, ettiği kusur değil; Aşka düşen kişiye el pençe divan dur, eğil! (H. Yolcu)
  • Ateş almaya mı geldin?: Uğradığı yerden hemen ayrılmaya kalkan misafire sitem yollu söylenir: — Ne zaman gidiyorsun? — Yarın sabah. — Niye, ateş almaya mı geldin? (F. D. Sürünme)
  • Ayağına (kadar) gelmek:
    1. Alçak gönüllülük göstererek birinin yanına gelmek: Gururunu bir tarafa bırakıp onun ayağına kadar gelmişti. (F. Yıldırım)
    2. Beklenmeyen bir nimeti emek çekmeden elde etmek, konmak: Kısmeti ayağına gelen dayımın, bunu tepecek hali yoktu. (T. Akansu)
  • Ayağıyla (kendi ayağıyla) gelmek: Kendi isteğiyle gelmek ya da zahmet çekilmeden elde edilmek: Hiç alakası yokken, kadın kendi ayağıyla geldi yanımıza (P. Onat). "Doğum günü hediyeniz kendi ayağıyla geldi çocuklar," diye güldü. (E. Özsoyman)
  • Ayak oyununa gelmek: Kandırılmak: Köyde Memed Ağanın ayak oyununa gelip tarlayı kaptırdığımızdan adımız Çopur Salih'likten Cibir Salih'liğe düştü. (M. Z. Niksarlı)
  • Az gelmek: Miktarı yetmemek: Atlar ile öküzler, katırlar az gelmişti. Yığılmış yükler ise dağları geçmişti. (M. Karnas)
  • Azrail'le burun buruna gelmek: Ölümle karşı karşıya gelmek: Aslında makamı, mevkii, rütbesi, serveti, şöhreti ne olursa olsun, insanoğlu hep âcizdir. Bunu fark etmek için ille bir ilâhi tokat yememiz ya da Azrail'le burun buruna gelmemiz mi lâzım? (Y. Bahadıroğlu)
  • Barut kokusu gelmek: Savaş veya tehlike belirtisi sezilmek: Burnuna çok uzun zamandır barut kokusu geliyordu. Savaş her yerdeydi ve bitmek bilmiyordu (A. Aydın). Orta Doğu'dan gene barut kokusu gelmeğe başlamıştı. (H. F. Gözler)
  • Baş aşağı gelmek: Tepesi üstü düşmek: O gece putlar baş aşağı geldi, şeytanın canına düğüm vuruldu. (A. Aymutlu)
  • Baş gelmek: Yenmek, gücü yetmek: Sağlam babayiğit çocuk. Bir orduya baş gelir. (Y. Kemal)
  • Başa baş gelmek (kalmak):
    1. Eşit olmak, denk olmak: Hesap edecek olsam şu üç ay sürede kazandığım para harcadığımdan fazla olmasa bile başa baş gelir. (A. Mithat Efendi)
    2. Berabere kalmak: Atlar neredeyse başa baş gelmişti. (M. Adıbeş)
  • Başa gelmek: Kötü bir duruma uğramak: Nerden yedik ki silleyi, / Sezemedik bu hileyi, / Çekeceğiz bu çileyi, / İş bir kere başa geldi. (F. Akın)
  • Başı sıkıya gelmek: Herhangi bir güçlük karşısında bunalmak, zor durumda kalmak: Ne vakit başı sıkıya gelse etrafındakilerden imdat istemek, başkalarının gayret ve muavenetine sığınmak, huyunun en şayanı dikkat hususiyetlerinden biriydi. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Başına bir hâl gelmek: Kötü bir duruma düşmek: Belki bulamam diye, başına bir hâl gelir diye hep seni düşündüm Ömerim. (O. Özbaş)
  • Başına (...) gelmek: İyi karşılanmayan bir duruma düşmek: Gittim, paraları tahsil ettim. Dönerken, başıma bu iş geldi.. Bu haydutlar, yanımdaki paraları almak için, az kalsın beni öldüreceklerdi. (Z. Şakir)
  • Başına hâl gelmek: Pek çok güçlükle karşılaşmak: Gece vakti şahit buluncaya kadar da başıma hâl geldi (R. N. Güntekin). Zaten kadını kandırıncaya kadar başıma hâl geldi.
  • (Bir yerin, bir işin) Başına gelmek: Bir görevi üstlenmek, yüklenmek: Zindandan kurtularak, Mısır'da hazinelerin başına gelmişti. (M. Karahan)
  • Başta gelmek: Önde olmak, üstün durumda olmak: Buğday Türklerin zirai üretiminde başta geliyordu. (İ. Sarı)
  • Belinden gelmek: Birinin evladı olmak: En iyisi babasının belinden gelen değil, yolundan gidendir.
  • Benzine kan gelmek: Sağlıklı duruma gelmek, canlanmak: Kısa zamanda benzine kan gelmiş, kilo almış, elin ayağın düzelmeye başlamıştı, sevinmiştim. (O. Özyollu)
  • Bıçak bıçağa gelmek: Bıçakla birbirine saldıracak kadar zorlu kavga etmek: Kasabayı öyle bir fesada verdi ki... Delikanlılar bıçak bıçağa geldiler. (K. Erdal)
  • Bıkkınlık gelmek: Bıkmak, usanmak, bunalmak: Sonu gelmeyen konuşmadan yaşlı adama bıkkınlık gelmişti.
  • Bıyıkları ele gelmek: Delikanlılık çağına girmek: Yavaş yavaş bıyıkları ele almağa başlamış. Dükkânı var, kesesinde parası var. Üstelik genç âlânın âlâsı, yerden bitmiş gibi. (A. S. M. Alus)
  • Bilmezlikten gelmek: Bilmiyor görünmek: Yakup, biliyordu Hasan'ın nerede olduğunu ama bilmezlikten geliyordu. (S. Kocagöz)
  • Bir araya gelmek: Bir yerde toplanmak, buluşmak: Bütün terslikler bir araya geldi.
  • Bir gelmek: Eşit, denk olmak: At ile eşek bir gelir mi hiç?
  • Birinci gelmek: Birçokları arasında en iyi olarak seçilmek: Koşu müsabakasında birinci geldi. (M. S. Karayel)
  • Boğaz boğaza gelmek: Zorlu kavga etmek: Kılıç kılıca, boğaz boğaza geldiler. Nice atların üzengisi boşaldı. Ölüm en çok orada tanıdı insanı. Düşman kaçıyordu. (O. Şahin)
  • Bugün git, yarın gel: Bir iş yapılmak istenmediğinde baştan savmak için kullanılan bir söz: Ne var ki, bürokratik engelleri aşamamış, "Bugün git yarın gel"lerin ardı arkası kesilmemiştir. (Y. Bahadıroğlu)
  • Burun buruna gelmek: Çok yakın olarak karşı karşıya gelmek: Birdenbire ortaya çıkan bir adamla burun buruna geldi. (M. Atilla)
  • Burnuna pis (veya kötü) kokular gelmek: İnsanı şüpheye düşüren, hoş olmayan, gizli kalmış, olumsuzluklar duymak: Bir şeyler çeviriyordu, bunu hissediyordu. Burnuna kötü kötü kokular geliyordu (Y. Özhal). Ödeme yapmaya pek istekli değildi, çünkü burnuna pis kokular geliyordu. (A. Perşembe)
  • Burnundan (fitil fitil) gelmek: İyi bir şeye eriştikten veya elde ettikten sonra arkasından gelen kötü durumlar nedeniyle eriştiğine pişman olmak: Ama ziyafet benim burnumdan gelmişti (O. Boran). Haram para aile fertlerinin burnundan fitil fitil gelir! (T. Akansu)
  • Büyük gelmek: Kıyafet, bol ve geniş olmak: Emine'ye, verdikleri hırka büyük gelmişti. Nerede ise dizlerine iniyordu. (S. Beğendi)
  • Can gelmek: Canlanmak, güçlenmek: Felçli sol tarafında bir uyuşma bir kıpırdanma oldu. Sanki bir can geldi, yaşarken ölmüş olan sol tarafına. (O. K. Çullu)
  • Canı ağzına gelmek: Çok korkmak, yüreği ağzına gelmek: Yıldırım'ın yalnız başına korkusuzca safları birbirine katıp doğruca kendi üzerine gelmekte olduğunu görünce canı ağzına geldi. (Ahmed Cevdet Paşa)
  • Canı burnuna gelmek: Bir şey yaparken çok zorluk çekerek, öfkeli bir duruma gelmek: Arif döğenin tahtasına oturmuş, kafasını önüne indirmiş, döğen sürüyordu. Sırtını, belini sap kılçıkları kaşındırıyordu boyuna. Terliyor, bunalıyordu. Toz toprak içinde kalmıştı her bir yeri. Kızgın güneş kafasını ağrıtıyordu. Canı burnuna gelmişti sıkıntıdan. (T. Apaydın)
  • Canı gelip gitmek: Ayılıp bayılmak, umutla umutsuzluk arasında bocalayan bir ruh durumu içinde olmak: Bir tül kadar hafif, uçuşan bedeninde canı gitti geldi ustamın. (C. Şakar)
  • Canı gelmek: Kaybettiği gücünü yeniden kazanmak, canlanmak: Bir saat kadar ısındıktan sonra ancak dudaklarının canı geldi, dili çözülebildi. (M. Makal)
  • Canı yerine gelmek: Sağlığını, gücünü kazanmak: Henüz iki adım atmıştı ki o nazlı güzelin canı yerine geldi, kalkıp oturdu. (Aziz Efendi)
  • Canının içine sokacağı gelmek: Aşırı ölçüde hoşlanmak: Ne zaman önüne dikilip bir şey söylese, onu "alıp canının içine sokası geliyordu." (T. Yücel)
  • Cesaret gelmek: Yılgınlığı, çekingenliği, ürkekliği gitmek: Birdenbire bir cesaret geldi. Artık hiç korkmuyordu. Kurşunlar kulaklarının dibinden vınlayarak geçiyordu. (H. F. Beşik)
  • Cesarete gelmek: Yılgınlığı üzerinden atmak, yüreklenmek: Bu söz orduyu gayrete getirmiş. Kaçmayı düşünenler bile cesarete gelip ileri atılmışlar. (E. N. Temel)
  • Çekiye gelmek: Düzene uymak: Her kalıba girer, çıkarı için her çekiye gelir bir uysaldı. (H. R. Gürpınar)
  • Çekiye gelmez:
    1. Ölçüsüz derecede çok ya da büyük: Ömrümüzden kopan gün hesabına / Bir türlü çekiye gelmez yükümüz. (Türk dili)
    2. Baskı altına girmeyen, istediği gibi hareket eden, düzene sokulamayan kimse: Bizim oğlan çekiye gelmez. (A. Püsküllüoğlu)
  • (bir şey) Çok gelmek:
    1. Gereğinden çok olmak: Dondurma bana çok gelmişti. Bitmeyecek kadar çok... (S. Demir)
    2. Çekilmez, katlanılmaz olmak: Bu evlilik konusunda üzerime çok gelmişti. (M. Gürses)
  • Çorap söküğü gibi gelmek (gitmek): Başladıktan sonra işin arkası pek kolaylıkla ve kendi kendine gelmek: Bunun arkası çorap söküğü gibi geldi. Her verdiğim taviz daha büyüğüne kapı açıyordu (H. Gülel). Namusu bir kere çiğnettiniz mi, gerisi çorap söküğü gibi gider artık. Rüşvet de böyle, hırsızlık da, zina da... (A. Yürük)
  • Dağdan gelip bağdakini kovmak: Sonradan geldiği halde eskilerin hakkını çiğnemek, onların yerini almaya çalışmak: Buralar ezelden bizimdir, dağdan gelip bağdakini kovmayın. (A. Akca)
  • Dalgaya düşmek (gelmek): (argo) Yanılmak, dalgınlıkla unutmak: İşte o sırada astsubay bir dalgaya düştü ve bizim kimliğimizi kontrol etmeden yolumuzu açtı. (H. Turgut)
  • Dalgınlığına gelmek: Dalgınlık dolayısıyla fark edememek: O sabah annemin dalgınlığına geldi ve dükkanı geçti. (R. Danış)
  • Dar gelmek:
    1. Bol olmamak: Elbise dar geliyor, kısa geliyor, para yok. (S. Doğan)
    2. Sıkıntı ve huzursuzluk vermek: Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıkıştırdıkça sıkıştırmış, böylece Allah'ın azabından yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. (Tevbe Suresinden)
  • Dara gelememek: Baskıyla, aceleyle iş yapamamak: Beklesin biraz, ben pek dara gelemem.
  • Dara gelmek:
    1. Aceleye gelmek: Bu iş çok dara geldi, gereken özeni gösteremedim. (B. Tetik)
    2. Sıkışmak, bunalmak, mecbur olmak: Dara gelince, "Anneciğim" deyişimiz büyük yaşımıza dek sürer gider. (H. Taner)
  • (birinin) Dediğine gelmek: Birinin düşüncesini önce kabul etmemişken sonradan doğru bulup kabul etmek: Sonunda dediğime geldi, ama önce karşı gelmek istemişti. (H. Gökhan)
  • Değirmenin suyu nereden geliyor?: Herhangi bir işin masrafını karşılayacak paranın nereden çıktığını sormak için kullanılır: Bu arabaların maaş ile alınması mümkün olamaz. O halde değirmenin suyu nereden geliyor? (B. Habora)
  • Denk gelmek: Uygun düşmek, uygun gelmek iyi rastlamak: Sonunda denk geldi insaflı bir görevliye, "sen ver hele adını ve telefonunun biz iletiriz" dedi. (F. E. T. Karahasanoğlu)
  • Dile gelmek: Konuşması olanaksız bir varlık ya da nesne konuşmaya başlamak: Öyle ki, ara sıra benimle konuşurken, bir büyük tarla faresi dile gelmiş sanıyorum. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • Dile gelmez: (Çok güzel ya da çirkin bir şeyi belirtmek için) Anlatılmaz: Ayvalık dile gelmez, Ayvalık, Ayvalık'ta yaşanır. (M. Önder)
  • Dilinin ucuna gelmek: Bir şeyin söylenmesi için uygun bir durum oluşmak, uygun bir an gelmek: Nihayet kendi kendine bile söylemekten korktuğu cümle dilinin ucuna geldi, "Kendimi daha fazla kandırmanın bir alemi yok! Ben Filiz'i seviyorum." diye itiraf edercesine düşündü. Daha doğrusu düşündüğünü zannederken konuştuğunun farkına vardı... (İ. Çağlı)
  • Dize gelmek:
    1. Güçlünün buyruğunu kabul eder duruma gelmek, baş eğmek, boyun eğmek: Yıkılmaz sanılan putlar nasıl yıkılmış, eğilmez sanılan ceberutlar nasıl dize gelmişti?
    2. Yenilip teslim olmak.
  • Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: Bir çok iş üst üste yığılıp sıkışık bir durum oluşturmak: "Dokuz ayın çarşambası bir araya geldi," dedi annem. Gerçekten de üç odalı evimizde tam bir curcuna yaşanıyordu. Bavullar, çantalar, eşyalar... (F. Çetinel)
  • Dolaba gelmek: Aldatılmak, oyuna gelmek: Besbelli değil mi, ki biz de dolaba geldik? (A. Rasim)
  • Dolduruşa gelmek:
    1. (argo) Olumsuz yönde yönlendirilmek, kışkırtılmak: O, asla dolduruşa gelip hak ölçülerin dışına çıkmaz. (A. Akpınar)
    2. Biri çeşitli yollarla pohpohlanarak yönlendirilmek, kışkırtılmak, gaza getirilmek: Dolduruşa mı geldi, yoksa gerçekten o kadar cesur muydu bilmiyorum. (A. E. Kavaklı)
  • Duymazlıktan gelmek: İlgilenmek istemediği için duymamış gibi davranmak: Geri dönecek gücü yoktu. Duymazlıktan geldi. (F. Baykurt)
  • Dünya, başına dar olmak (gelmek): Çok sıkılmak, büyük bir çaresizlik içinde kalmak: Kan gövdeyi götürür ve dünya, kâfirlerin başına dar olur. En sonunda kale fethedilir ve kuleler yere çakılır. (İ. Kayaokay)
  • Dünya bir araya gelse: Bütün insanlar tersini savunsa ya da engel olmaya kalksa da yeterli olmaz: Bugün istesem ben ona varırım; bugün istesem o beni alır; dünya bir araya gelse, kimseler bizi ayıramaz (Y. K. Karaosmanoğlu). Dünya bir araya gelse, dediğinden dönmez.
  • Dünyaya gelmek: (İnsan) Doğmak: Yahudi haykırdı: "Haberiniz olsun, Ahmed'in yıldızı bu gece doğdu! Ahmed bu gece dünyaya geldi!" (N. F. Kısakürek)
  • Dünyaya geldiğine pişman etmek: Çok üzmek, çok eziyet etmek, doğduğuna pişman etmek: Bundan sonra sıkıysa bir daha dokunsun sana hele. Dünyaya geldiğine pişman etmezsem deyusu bana da Keçi demesinler (F. Baysal). Az konuşur, ama öyle konuşur ki, seni dünyaya geldiğine pişman eder. (A. İlhan)
  • Eceli gelmek (erişmek): Ölüm vakti ya da yok olması kaçınılmaz duruma gelmek: Artık ecelleri geldiği zaman, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler! (Araf Suresinden). Nihayet günü gelip eceli erişti, vefat etti. Yerine kızı Belkıs tahta geçti. (Süheylı̂)
  • Eğrisi doğrusuna gelmek: Bir takım yanlışlıklara, engellemelere ve olumsuzlara karşın bir işten iyi, olumlu sonuç almak: İnsanın diyeceği geliyor ki, Türk'ün kurtulması mukadder imiş. Eğrisi doğrusuna geldi, her şey yolunda gitti, kurtuldu. (R. Nur)
  • Elden gel!:
    1. (argo) Ver! Aldıklarını elden gel bakalım (H. F. Gözler)
    2. (teklifsiz konuşmada) Kutlamak amacıyla söylenen bir söz: Hay aklınla bin yaşa Ahmet. Elden gel!
  • Elden geldiği kadar (geldiğince): Yapılabildiği, olabildiği kadar: Yirmi beş seneden beri aziz milletime elden geldiği kadar âcizane hizmet ettim. (F. Atasoy)
  • Elden gelmemek: Yapamamak, dayanamamak: Yürekler tahammül etmeyen bu elim manzara karşısında ağlamamak elden gelmiyordu. (A. A. Gazigiray)
  • Elden ne gelir?: Çaresiz bir durumda yapılacak bir şey olmadığını anlatan bir deyim: Ölenle ölünmez ki... Ne yapalım... Elden ne gelir? (A. Nesin)
  • Ele gelmek:
    1. Tutulabilmek: Oğlan kocaman oldu artık. Baksana bıyıkları bile ele geliyor. (H. F. Gözler)
    2. (Bebek) Kucağa alınacak kadar büyümüş olmak: Bebek altı ay sonra ele kola gelmeye başlar... (N. Akyalçın)
  • Eli boş gelmek: Umulan şeyi getirmeden gelmek: Başkaları eşlerine çiçek getirirken benimki hem eli boş geldi hem de bir şey demedi. (M. Bozdağ)
  • Elinden bir iş (şey) gelmemek: Çaresizlikten veya yeteneksizlikten bir iş yapamamak: Çocuğun elinden üzülmekten başka bir şey gelmiyor.
  • Elinden geleni ardına (arkasına) koymamak: Yapabileceği bütün kötülükleri yapmak: Hak yoldan saptırma konusunda elinden geleni ardına koymaz. (H. Muhasibi)
  • Elinden geleni yapmak: Gücünün yettiğini yapmak: Sen elinden geleni yap! Gör bak Allah nasıl sana vekil olur, Allah nasıl sana kefil olur, Allah işini nasıl görür. İşte o zaman görürsün! (M. Hüseyin)
  • Elinden gelmek: Yapabilmek: Küçücük bir işti; bu herkesin elinden gelirdi. (B. Büyükarkın)
  • Elinden gelse bir kaşık suda boğmak: Bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek: Halil'in yüzünde öfke vardı. Elinden gelse darbecileri bir kaşık suda boğacaktı (A. E. Kavaklı)
  • Elinden iş gelmek: Becerikli, hünerli olmak: Sanatkâr bir hanımdı. Elinden iş gelir ve para kazanırdı. (İ. Abdülhadi)
  • Elini kolunu sallaya sallaya gelmek:
    1. Bitirmeye gittiği işten sonuç alamadan dönmek.
    2. Gerekirken hiçbir armağan ya da istenen bir şeyi getirmeksizin gelmek: Her sabah alacaklarını kendisine bir bir söylerlerdi ama o, gene eve elini kolunu sallaya sallaya gelirdi (H. F. Gözler). Ne getirdin ki, ne istiyorsun. Dün akşam yine elini kolunu sallaya sallaya gelmedin mi? (Karagöz - M. Rona)
  • Ellerim yanıma gelsin: "Allah canımı alsın!" anlamında bir inandırma sözü: Yalan söylüyorsam ellerim yanıma gelsin.
  • Eşek gelip eşek gitmek: Değişemez biçimde anlayışsız, görgüsüz, kaba olmak: "Adam olmaz o eşek baban senin! Nato kafa, nato mermer. Eşek geldi dünyaya eşek gidecek!" derdi. (Tarık Dursun K)
  • Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Adamakıllı dövmek: Bir seferinde babam bizi yakaladı, eşek sudan gelinceye kadar dövdü de aklım başıma geldi. (A. Tan)
  • Fazla gelmek (gitmek, kaçmak): Çekilemeyecek, bıktıracak bir durum almak: Bu anlatılanlar ona biraz fazla gelmişti. (Y. Yalçın)
  • Felç gelmek: İnme inmek: Bey'in ayaklarına felç gelmiş, koltuktan kalkamıyordu. (E. Akan)
  • Fenalık gelmek: Kendini bilmeyecek veya bayılacak bir duruma gelmek: Gece yarısı üzerine fenalık gelmiş, evine götürmüşler. (A. H. Eken)
  • Feriştahı gelse:
    1. (argo) "En güçlüsü, en yetkilisi, en üstünü olsa" anlamında kullanılan bir söz: Şimdi ben değil, feriştahı gelse yardım edemez ona. (Y. Ünal)
    2. "En iyisi olsa" anlamında kullanılan bir söz: Bu saatten sonra feriştahı gelse bırakmam onu. (E. Barın)
  • Galeyana gelmek: Heyecanlanıp aşırı coşmak: Galeyan geldi mi mantık savuşurmuş... (M. A. Ersoy)
  • Galip gelmek: Yenmek, üstün gelmek: Allah emrinde galip geldi. Hz. Yusuf'u saraya yönetici yaptı! (E. Aydın)
  • Gayrete gelmek: Canlanmak, heveslenip bir iş konusunda harekete geçmek: Tahtaları birbirine çakarak yaptığı gemisini bitirmek için daha da gayrete geldi. (O. Koca)
  • Gaza gelmek: Dolduruşa gelmek, isteklendirilmek: Dondurmayı duyunca nasıl da gaza geldi bizimkiler, anlatamam. (Ö. Tekdemir)
  • Gına gelmek: Usanmak, bıkmak: Uşaklardan uyanık ve espri yeteneği olan birisi, gına gelmesinden gına gelmiş olsa gerek ki eşref saatini gözlüyordu. (H. İ. Genç)
  • Gırtlak gırtlağa gelmek: Kıyasıya dövüşmek: Osmanlılar açılan gediklerden saldırarak, düşmanla gırtlak gırtlağa geldiler ve dış kaleyi aldılar. (M. Kapanşahin)
  • Gibi gelmek: ... sanısı vermek: Gölgeler adeta büyüyor gibi geldi. (C. Çiçek)
  • Gitti de geldi: (Bir kimsenin ölüp öte aleme gitmesine atıfla) Yaşayabileceğinden umut kesilecek kadar ağır hastalık geçirip de iyi olanlar için söylenen bir söz.
  • Göreceği (göresi) gelmek: Görmek isteği duymak, özlemek: Vedia, beni hem merak etmiş, hem göreceği gelmiş... Her tehlikeyi göze alarak, evime gelmeği aklına koymuş... (R. N. Güntekin)
  • Görmezden gelmek: Görmemiş gibi yapmak, farkında değilmişçesine davranmak: Onu görmezden geldi. Konuşmak istemiyordu. Öfkeli ve sinirliydi. (R. Fatih)
  • Göz göze gelmek: Bakışları karşılaşmak: Göz göze geldik ve sustuk, sadece bakıştık / Bakışmalarımızın yerini güzel bir muhabbete bıraktık (C. Gülel)
  • Göze gelmek: Kendisine göz değmek, nazar değmek: Demek istediğim, başka illetler var üstümüzde. Nazara geldik, göze geldik galiba... (F. Kadri)
  • Gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek: Çok açık bir biçimde görülmek, herkes tarafından bilinmek: Haksızlık, rüşvet, gözle görülür, elle tutulur hâle gelmişti.
  • Gözünün önüne gelmek: Bir şeyi zihinde canlandırmak, hatırlamak: Bir an kendi çocukluğu gözünün önüne gelmişti. (M. R. Türker)
  • (birine) Gurur gelmek: Gururlu olmak, kurumlanmak: Kaymakamlık hizmetinde bulunduğundan kendisine tam bir gurur gelmişti. (E. Subaşı)
  • Gururuna ağır gelmek: Kişiliğine zor gelmek, büyüklüğünün zedelendiğini düşünmek: Oraya sığınmak gururuna ağır geliyordu.
  • Güç gelmek: Bir şeyin yapılmasında zorluk ve sıkıntıyla karşılaşmak: Kasabadan ayrılmak ona güç geliyordu. (T. Aymelek)
  • Güleceği (Gülesi) gelmek: Olan bir şeyi komik veya garip bulmak, gülme hissi uyanmak: Biri de "Biz çok sever sizi" diye ekledi. Muhtarın güleceği geldi ama ayıp olur diye gülemedi. (S. K. Karaalioğlu)
  • Gürültüye gelmek: Telaş ve karışıklığa rastladığı ya da başka önemli konularla uğraşıldığı bir zamana denk geldiği için üzerinde gereğince durulmamak: Söylediklerim gürültüye geldi. (A. Bozfırat)
  • Hafif gelmek:
    1. Ağırlığı fazla olmamak: Gösterişli kılıç oldukça hafif gelmişti bileğine. (E. Türkay)
    2. (mecazi) Önemsiz görmek, değer verilmemek: Hafif gelir sevginiz kalbi iki gram olan insanlara. (A. Özmen)
  • Hakkından gelmek:
    1. Zor bir işi başarıyla sona erdirmek, üstesinden gelmek: Mahalleliyi hizaya getirdi. Hakkından geldi herkesin, yaman kadınmış. (Kolektif)
    2. Yenmek, öç almak ya da cezasını vermek: Canını sıkmaya değmez. Allah onların hakkından gelir merak etme. (E. Ayaz)
  • Halel gelmek: Bozulmak, zarara uğramak: Rutubetli yerlerde çalışmanın neticesi olarak sıhhatlerine halel gelmişti. (R. N. Balı)
  • Hatıra (ve hayale) gelmemek: Olacağını hiç düşünmemek: Var idi gönülde bir özge sevda / Hatıra gelmezdi ayrılık asla
  • Hatırına bir şey gelmesin: Kötü niyetime verme, uygunsuz bir şey düşündüğümü sanma: "Sakın, beni sürgün ediyor gibi hatırına bir şey gelmesin, seni gönderişim yalnızca emniyetimi haiz olmandandır" demiş. (Gazi Ahmet Muhtar Paşa)
  • Hatırına gelmek: Hatırlamak, aklına gelmek: Onun aleyhinde söyledikleri hatırına gelince kızının yüzüne bakamıyor, kendi kendine utanıp kızarıyordu. (A. H. Eken)
  • Hayır gelmemek: Yararı dokunmamak: Artık ondan size bir hayır gelmez.
  • Hesaba gelmez:
    1. Sayılamayacak kadar çok: Malı, hayvanları ve aşireti hesaba gelmez olduğundan, dünyada kendinden üstün bir kimse olduğunu kabul etmez olmuştur. (E. Subaşı)
    2. Umulmadık, beklenmedik: Aşk odur ki, hesaba gelmez (A. Serçe)
  • Hesaba kitaba gelmemek: Sınırsız olmak: Cenâb-ı Hakk'ın gücü ve kudreti hiçbir zaman hesaba ve kitaba gelmez. (M. Z. Kotku)
  • (birinin) Hesabına gelmek: Yararına uygun düşmek, kendisi için elverişli olmak: Anlaşılan, buranın tenha olması hesabına geliyor. (V. Bildirici)
  • Hizaya gelmek: Davranışını düzeltmek, yola gelmek: Hizaya gel yoksa herkesin maskarası olursun.
  • Hoş geldiniz (safa geldiniz): Geleni karşılarken, geleni görmekten mutlu olunduğunu belirtmek için söylenen karşılama sözü: "Ve Aleykümselâm hoş geldiniz" diyerek onları karşılamış ellerini sıkarak kucaklaşmışlardı. (İ. Özdikilier)
  • (bir şey birine) Hoş gelmek: (Yapılan, olan bir şey birinin) Hoşuna gitmek: Çayın kokusu o kadar hoş geliyordu ki burnuna dayanamayıp içeri girdi... (Y. Taşdüzer)
  • Husule gelmek: Olmak, oluşmak, doğmak, çıkmak, meydana gelmek: Güzel bir mayadan husule gelmiş bir insanda kusur nadir bulunur, mayası kötü olanda ise akla gelen her kötülük mevcuttur. (İ. Sarı)
  • İçinden gelmek: Gönlünden doğmak, isteyivermek: Çalışmak onun içinden geliyordu. (B. Y. Aslan)
  • İçine öyle gelmek (doğmak): Hiçbir belirti olmadığı halde sanıvermek: İçime öyle geliyor ki iyi bir haber alacağız.
  • (birini) İçine sokacağı gelmek: (Birinden) Çok hoşlanmak, birini aşırı sevmek: Çocuktaki sevimliliğe baksanıza, insanın canının içine sokacağı geliyor. (O. Sarıgöz)
  • İki eli yanına gelmek: Ölmek: Girdim ki içeriye iki eli yanına gelmiş yatıyor otel odasının dört topuzlu karyolasında. Omuzlarına kadar çarşafla örtülü, gözleri kapalı. (O. Seyfi)
  • İki elim yanıma gelsin!: Doğru söylendiği kanıtlanmak istendiğinde "öleyim ki doğru söylüyorum" anlamında kullanılan bir söz: Sırtım teneşire, iki elim yanıma gelsin, onun bana baktığı gibi dünyada kimse kimseye bakmamıştır. (S. Derviş)
  • İki yakası bir araya gelmemek: Geçim sıkıntısından bir türlü kurtulamamak: Gerçek şu ki ben iki yakasını zor bir araya getirse de mutlu olan insanlar gördüm. Bunu nasıl yapıyorlar?
  • İkinci gelmek: Bir yarışmada birinciden sonraki dereceyi almak: Bir şiir yarışmasında ikinci geldi. (A. Keskin)
  • İlaç gibi gelmek: (Bir şey) Umulmayan bir anda olmak, imdadına yetişmek: Bu para bana ilaç gibi geldi.
  • İleri gelenler: Bir yerde, bir topluluk içinde önemli yer tutan, sayılır, sözü dinlenir kimseler, eşraf: Her gün sabah olunca, köyün ihtiyarları ve ileri gelenleriyle beraber oturuyoruz. (Y. K. Karaosmanoğlu)
  • İleri gelmek: Olmak, bağlı bulunmak, oluşmak, doğmak, onun etkisiyle meydana gelmek: Birçok hastalık pislikten ileri gelir.
  • İmana gelmek:
    1. Müslümanlığı kabul etmek: Elini İbrahim Peygamber'e uzattı ve: "Allah'tan başka İlah yoktur, sen de O'nun kulu ve elçisisin" dedikten sonra, gözlerinden akıttığı sevgi gözyaşları içinde imana geldi. (Osman Efendi)
    2. Sonradan bir şeyi kabul edip uymak: Sonunda imana geldi de kapımızı çalıyor (M. Belli). Hah, şimdi imana geldin işte!
  • İnsafa gelmek: Acımasız ve haksız tutumdan vazgeçmek: Emmin insafa geldi de iki bölük tarla verdi. (A. Sayar)
  • İpe sapa gelmemek: Birbirini tutmamak, birbirine uymamak ya da akla yakın olmamak: İpe sapa gelmez lakırdı. Söylediği bari ipe sapa gelse...
  • İstimi arkadan gelsin: Bir işe en gerekli şeyler sağlanmadan, "Onlar nasıl olsa sonradan yetişir" anlayışıyla girişmek: Biz adını koyalım da istimi arkadan gelir. (J. Baysal)
  • İşin üstesinden gelmek: İşi başarmak, becermek: Gerçekten başarılması zor bir işin üstesinden geldi. (A. Mutaf)
  • İşine gelmek/gelmemek: Amacına veya çıkarına uygun düşmek/düşmemek: İşine gelince usta, işine gelmeyince hasta! (F. Çetinel). İşine gelince canım cicim, işine gelmeyince tu kaka diyemezsin bana (A. Ertürk). İşine gelince buralısın, gelmeyince Arnavut (Z. Rade). İnsanın halleri bazen suyun hallerine benzer: İşine gelince çağıldayarak akar, işine gelmeyince buz gibi katılaşır; işi bitince de buharlaşır. (A. R. Kars)
  • İştaha gelmek: Daha çok arzulamak: Orta meydanda oynayan insanlar çoktu. Çalgıcılar iştaha gelmiş, bir zurna ve iki davul ile adeta inletiyordu ortalığı... (A. Kurt)
  • İyi gelmek:
    1. Yaramak: Şükür, Maraşlı rahatladı. Nane iyi geldi. Yarın yola çıkmadan bir kâse daha verirsem hiç bir şeyi kalmaz, diye düşündü. (A. Avgın)
    2. Uygun düşmek: "Teyze hanım, elbise iyi geldi mi Makbule Hanım'a?" "Gelinlik mi? Ha, iyi oğlum, iyi." (Ş. N. Başar)
    3. Uğurlu gelmek: Geldi dokundu bize, hepimize iyi geldi en çok da ablama. (M. Gülsoy)
  • Kafası yerine gelmek: Dinlenip yeniden sağlıklı düşünebilir duruma gelmek: Ahmet'i uyandırdığı zaman bayağı kafası yerine gelmişti. (A. Mithat)
  • Kâfi gelmek: Yetmek, yetişmek: Aldığım kiralar pekâlâ geçimimi sağlamaya kâfi gelir. (İlgili cümle kaynağı: F. K. Barbarosoğlu)
  • Kalburüstüne gelmek: Benzerleri arasında sivrilip öne çıkmış olmak, seçkin duruma gelmek: Enderunlu Vâsıf ve Fâzıl ile Vehbi, Süruri bir de İzzet Molla bunların kalburüstüne gelenlerindendiler. (M. Z. Pakalın)
  • Kaleme gelmemek: Yazılır ya da anlatılır gibi olmamak: Ne mi söyledi? Kaleme gelmeyen bir sürül laf. (N. Muallimoğlu)
  • Kaleminin ucuna nasıl gelirse: Rastgele, ya da aklından hangi konuyu yazma geçerse: Laf değil, muharrir bu! Yaz! Hem çalakalem yaz! Durma yaz! Hem kaleminin ucuna nasıl gelirse öyle yaz! (H. Dizdaroğlu)
  • Kan gelmek:
    1. Kanamak: Öksürük ile birlikte ağzından kan geldi. (H. Adıgüzel)
    2. Canlanmak: Yüzü gözü açıldı, yanaklarına kan geldi çocuğun. (Ş. Yaşar)
  • Kârına kesat gelmek: İşi bozulup zarar eder duruma gelmek: Refik gibi adamların kârına kesat geldi. İş arıyor, bulamıyorlardı. (R. Nur)
  • (birine) Karşı gelmek:
    1. Başkaldırmak: Ancak Firavun, elçiye karşı geldi; biz de onu feci bir biçimde yakaladık. (Müzzemmil Suresinden)
    2. Birini karşılamak.
  • Karşı karşıya gelmek:
    1. Birden karşılaşmak: Sokağın tam ortasında karşı karşıya geldiler. (Ö. Sinan)
    2. Zıtlaşmak: Farklı görüş sahipleri karşı karşıya geliyordu. (A. Uslu)
  • Katakulliye gelmek: Kandırılmak, tuzağa düşürülmek: Ortada bir hinlik olduğunu erkenden sezdiklerinden işin neticesinde herhangi bir katakulliye de gelmemiş oldular.
  • Kendi ayağı ile gelmek: Kendi isteği ile gelmek: Biz aradık bulamadık ama kendi ayağıyla geldi. Hayat garip. (G. Süngü)
  • Kendine gel!: "Aklını başına topla" anlamında bir uyarma sözü: "Ey yolcu! Uyan artık kendine gel, kendine / Vakit geçti ömür güneşi kuyuya yöneldi" (Mevlana Hz.)
  • Kendine gelmek:
    1. Ayılmak: Kızcağız yavaş yavaş kendine geldi. Su içti ve kendisini toparladı. Etrafa baktı... (A. E. Kavaklı)
    2. Aklı başına gelmek: Madam dalmıştı, sesle kendine geldi. Anlamsızca kısa bir an o tarafa baktı. (M. Adıbeş)
    3. Durumu düzelmek.
  • Kertesine (kerteye) gelmek:
    1. Derecesine gelmek: Orduda açlık, sefalet son kertesine gelmişti (S. Külçe). "Ya ölüm, ya kalım" kertesine gelmişti. (E. Çöl)
    2. Tam yerini ve zamanını bulmak: Bizim iplikhane ustası siliktir, amma kertesine de geldi mi taşı gediğine kor! (O. Kemal)
  • Kesel gelmek: Gevşemek, tembelleşmek: Fatma Aliyeye ruhî bir kesel gelmişti. Şöhretini korumak için hamle yapamıyordu. Bir aralık o keselden sıyrılmak, babası ve hocası olan adamı siyasî hücumlara karşı müdafaa etmek istedi. (Ayın tarihi)
  • Keyfi gelmek: Neşelenmek: Sandalımızın burnu havada, köpükleri yara yara giderken Ozan Ali'nin keyfi geldi. (N. Karamağaralı)
  • Kılına halel gelmemek: En küçük bir zarara uğramamak: Biz yola çıktıktan sonra Müslüman komşularımızın bir kılına halel gelirse dönüşte bir tanenizi sağ bırakmam. (N. N. Tepedelenlioğlu)
  • Kırk yıl düşünse aklına gelmemek:
    1. Hiç umulmayan, beklenmeyen, ihtimal dahilinde olmayan bir durum ortaya çıkmak: "Beni çok şaşırttın. Yani kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi beni görmeye geleceğin." (A. Ertürk). Tipini hiç sevmediğim kişinin, bir gün gelip damadım olacağını kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Anladım ki; küçümsediğiniz şeyler gün gelir bizden intikam alır. (N. Koluş)
    2. Birinin yaptığı şey kolay kolay düşünülmeyecek, çok akıllıca ve zekice olmak: Süpersiniz beyefendi. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Bu olayı nasıl çözdünüz hâlâ aklım almıyor. Anlatır mısınız lütfen? (Y. Asal)
  • Kısmeti ayağına (kadar) gelmek: Beklenmeyen bir nedenle kazançlı bir durumla karşılaşmak: Topal kurdun kısmeti ayağına gelir (atasözü). Allah bu, kısmeti kendilerinin ayağına kadar getirmişti işte. Çomaklamanın âlemi var mıydı? (O. Kemal)
  • Kolay gelsin (gele): Bir iş yapmakta olanlara söylenen iyi dilek sözü: Kolay gelsin Zekeriya Usta (B. Semerci). Köylülerden birinin başucunda durdu: – Kolay gele. Ne ekeceksin bu toprağa? (F. R. Atay)
  • Kolayına gelmek: Kolaylığı o yolda bulmak: Borçlanmak hükümetlerimizin kolayına geliyor. Ceremesini sonraki hükümetler çekiyor. (C. Dura)
  • Kopup gelmek: Uzak bir yerden ayrılarak gelmek: Eskişehir'den kopup gelmiş, vatan toprağı diyerek bu yalçın dağları, yeşil yamaçları, taş bağırlı tepeleri, kalpsiz ve sert kayaları yiğitçe ve saatlerce savunmuştu. (A. E. Kavaklı)
  • Korktuğu başına gelmek: Kaygı duyduğu şey gerçekleşmek: İçeri atılarak duvara baktı, çifte ile silahlık yerinde değildi. Eliyle alnını döverek, "Eyvah!" dedi, "korktuğum başıma geldi..." (M. Rauf)
  • Kulağına (kadar) gelmek: O kimsenin duyacağı kadar yayılmış olmak: Hızla yayılan bu dedikodu Fatma hanımın kulağına kadar gelmişti. (C. Say)
  • Kumpasa gelmek: Tuzağa düşmek: Bir şeylerin ters gittiğini anlasa da, iş işten geçmiş (...) kumpasa geldiğini anlamıştı. (O. Sezer)
  • Kündeye gelmek: Aldanmak, tuzağa düşmek: Öyle korkunç bir kündeye gelmişlerdi ki... Artık pes demekten başka çare yoktu.
  • Künyesi gelmek: Savaşta bir askerin ölüm haberi kendi evine bildirilmek: Hasan Hüseyin Efe'nin künyesi gelmiş, mevlidi, aşı yapılmış iken birkaç ay sonra çıkagelmesin mi?.. (C. Çoban)
  • Laf ola beri gele!: "Söylediği saçmaya bak!" anlamında ilgisiz alakasız bir şey söylenildiğinde söylenen söz: Bu roman yayınlandığı vakit Türkiye'nin altı üstüne gelecekmiş... Keşke gelse de memleket böylece düzelmiş olsa... Laf ola beri gele!.. (Y. Atsız)
  • Lafın gelişi: Söz öyle gerektirdiği için: Yaşlandı dediysem lafın gelişi yoksa abim hâlâ gençlere taş çıkartacak kadar sağlıklı. (N. Bilgin)
  • Lazım gelmek: Gerekmek: Bizim çok para kazanmamız lazım gelir (M. Alpay). Bunu kabul etmek lazım gelir. (C. Çetintaş)
  • Lisana gelmek: Konuşmaz şeyler konuşmaya başlamak, dile gelmek, dillenmek: Müşrikler Resûlüllah'ı Mekke'den takip ederken, dağlar lisana geldi. Düşmanlar şu taraftan geliyorlar diye, Resûlüllah'a seslendi. (M. K. Pilâvoğlu)
  • Manasına gelmek: Anlamına gelmek: Kilitbahir "denizin kilidi" manasına geliyordu. (S. B. Bıçak)
  • Merhamete gelmek: Acıma duygusuna kapılmak: Hünkarım, "Onlar kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanların kusurlarını affedicidirler" diyor, diye cevap verdi. Padişah bu söz (ayet) üzerine merhamete geldi ve esirin kanını dökmekten vazgeçti. (İ. L. Çakan)
  • Meyanesi gelmek: (Helva vb. pişerken) Kıvamına gelmek anlamında kullanılır: Meyanesi gelen un ateşten indirilir.
  • Meydana gelmek:
    1. Olmak, oluşmak: O olay bir ikindi vakti meydana geldi (Y. Kandemir). Dünya nasıl meydana geldi ki?
    2. Ortaya çıkmak: Tartışmalarda kavram kargaşalığı meydana geldi. (B. Boran)
  • Miadı gelmek: Zamanı gelmek: "Bakkalın veresiyeyi kestiği bir gün, artık bu işin miadı geldiğine kanaat ederek satış hususunda ısrar edecek olmuş." (A. Ş. Hisar)
  • Midesi ağzına gelmek: Öğürmek, çok iğrenmek: Ne var ki o, içki şişesindeki solucanı görür görmez midesi ağzına geldi ve ne yiyip içtiyse oracıkta çıkardı. (İ. O. Anar)
  • Nazara gelmek: Göz değmek: Çok güzel olduğundan nazara gelmiş, atından düşünce beyni zedelenmişti. (R. Güzel)
  • Ne hesaba gelmek ne de kantara: Elle tutulur olmamak, tutarlı ve sağlam görünmemek: Anlattıkların ne hesaba gelir, ne de kantara! (H. Putur)
  • Oltaya gelmek: Aldatılmak: Tam tahmin ettiği gibi, hemen oltaya geldi. (Ö. Madra)
  • Oyuna gelmek: Aldatılmak: Nasıl böyle bir oyuna gelmişti? Düşmanlarını hafife almıştı. (A. S. Durmaz)
  • Ölümle burun buruna gelmek: Ölümle sonuçlanabilecek çok büyük bir tehlike ile karşılaşmak: Hz. Osman daha o yaşta ölümle burun buruna gelmiş, ölüm korkusunu tatmıştı.
  • Önde gelmek: Önemli durumda olmak: İslâm kardeşliği, her çeşit yakınlık, dostluk bağlarından daha önde gelir. (Y. Değirmenci)
  • Önüne gelen: Karşısına çıkan, rastgele, olur olmaz kimse: Önüne gelenden borç istiyor.
  • (birine) Öyle gelmek: Sanmak, zannetmek: Salonun havası ağırlaşmıştı. Oksijen yetmiyordu. Belki de bana öyle gelmişti. (A. E. Kavaklı)
  • Pahalıya gelmek: Fiyatı çok yüksek olmak, yüksek fiyattan almış olmak: Fabrikasını kurmadan otomoil yapmaya kalkarsak, bu otomobil bize çok pahalıya gelir. (N. Alsan)
  • Pençe pençeye gelmek: Kıyasıya, öldürürcesine dövüşmek: Sâbit (r.a.) ileriye atıldı ve kâfirlerle boğuşmaya başladı. Hem o kadar ki pençe pençeye geldiler. (M. N. Bursalı)
  • Pişmiş tavuğun başına gelmemek: Her türlü zarara, kötülüğe, felakete uğramak, çok sıkıntı çekmek: Ancak son yıllarda onun başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Neye elini attıysa kurudu. Tüm aksilikler üst üste geldi. Önümüzdeki hafta da yüklü bir ödemesi var. Onun için biraz canı sıkkın. Bir de rüyası onun canını sıktı... (F. Dön)
  • Rast gele!: "İşiniz rast gitsin" anlamında kullanılan bir söz: Yanımdaki kovaya baktı. –Rast gele! Dedi. Sonra sabah aldığım balıkların parasını saymadan cebine koydu. (E. Demirel)
  • Rast gelmek:
    1. Düşünmediği, ummadığı hâlde karşılaşmak, rastlamak, tesadüf etmek: Yol üzerinde bir şehre rast geldi ki, bir yüksek dağ üzerinde binâ olunmuş idi. (Kâtip Çelebi)
    2. Düşünmediği veya düşülmediği hâlde payına düşmek: Tarlanın iyisi bana rast geldi.
    3. Atılan şey hedefi bulmak: Attığı taş rast geldi.
    4. Tesadüf etmek, denk gelmek: Bayram kışın en soğuk günlerine rast gelmişti.
  • Rengi (yerine) gelmek: Yüzünün solgunluğu gitmek, sağlığını tekrar kazanmak: Rengi yerine gelmiş, bakışları eski canlılığını bulmuştu. (P. Celâl)
  • Renk gelmek: Renklenmek, canlanmak: Tanıdık insanlarla karşılaşınca yüzüne biraz renk gelmişti (E. Öztürk). ... garip tekerlemeler söylüyorlardı. Çocukların hayatına renk gelmişti. (A. Tunç)
  • Rüzgar gelecek delikleri tıkamak: İstenmeyen bir durum veya gelişmeye karşı her türlü önlemi almak: Rüzgâr gelecek delikleri kapa, gerisini düşünme. (M. H. Bayrı)
  • Saç saça baş başa gelmek (dövüşmek): Kadınlar, birbirlerini kıyasıya hırpalayacak biçimde kapışmak: "Sorma Hocam, karımla baldızım saç saça, baş başa dövüşüyorlar." der. (Y. Ölmez)
  • Sadede gelmek: Başka konulara geçmişken konuyla ilgisiz sözleri bırakıp asıl konuya geri dönmek: Önemli olduğunu ve sürekli bilincinde olmamız gerektiğini düşündüğüm bu sorunları sıraladıktan sonra, şimdi sadede gelmek istiyorum. (G. Pultar)
  • Sakata gelmek: (argo) Tuzağa düşmek: Etrafı kollamaya devam et. Sakata gelmeyelim. (M. Genç)
  • Satışa gelmek: Uydurma bir sebeple ortada kalmak: "Aldatıldım mı, satışa mı geldim, bana kazık mı atıldı?"
  • Sefa geldiniz (Sefalar getirdiniz): "Hoş geldiniz" anlamına gelen ağırlama ve karşılama sözü: – Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! – Hoş bulduk sefa bulduk. (A. Saraç)
  • Sefa geldine gitmek: Bir kente ya da bir mahalleye yeni gelen veya bir geziden ya da bir yolculuktan dönen bir kimseye ilk ziyareti yapmak: Komşulardan sefa geldine gelenler oldu.
  • Serin gel!: (argo) "Sakin ol, soğukkanlı davran" anlamında kullanılan bir uyarma sözü: Serin gel evladım, olağan şeydir bunlar. (F. Develioğlu)
  • Sıkıntıya gelememek: Güç işlere dayanamamak: Sıkıya, sıkıntıya gelemez hercai mizacı. (H. Sorgun)
  • Sıkıya gelmek: Güç bir durumla karşılaşmak: İyi günde atıp tutarlar, sıkıya gelince yan çizerler. (K. Arslanoğlu)
  • Sırası gelmek:
    1. Bir başkasından sonra sıra birinin veya bir şeyin olmak: Sırası gelince görüşme odasına çağrıldı. (B. AYaz)
    2. Sırası düşmek: Sırası gelince hepsini tek tek anlatıyorum ve anlatacağım... (H. F. Beşik)
  • Sırası gelmişken: "Fırsat düşmüşken, söz bu konudayken" anlamında kullanılan bir söz: Sırası gelmişken burada bir noktayı da aydınlatmak istiyorum... (H. N. Atsız)
  • Sırtı yere gelmek: Yenilmek, alt olmak: Yunanlının sırtı yere geldi... (F. Türkoğlu)
  • Sırtı yere gelmemek: Sarsılmamak, yerinden düşürülememek, güçlü olmak: "Böyle cesur evlâtları olan milletin sırtı yere gelmez" diyerek hayretini ifade ediyordu. (M. Niyazi)
  • Sonu gelmek: Bitmek, tükenmek, yok olmak, ölmek: Ahir zaman oldu, dünyanın sonu geldi artık!.. (Elçin)
  • Sonu gelmez: Bitmez tükenmez, sürekli, devamlı: Kâinat, gözlemcisine kendisini bir sonu gelmez mevcudiyetler kaynağı olarak sunar. (A. Duman)
  • Söz anlayan beri gelsin: Aranızda laftan anlayan yok: Sen onu git bir istida ile anlat anlatabilirsen. Söz anlayan beri gelsin, kime söylüyorum.
  • Söz gelmek: Bir eleştiriye konu olmak, yerilmek: Bayram Hazretleri'ne kem söz gelmiş. Araya giren devlet ricâli, mes'elenin yeniden ve bî-tarafhey'et mârifetiyle bir def'a daha tahkîkini dilemiş. (T. Güler)
  • (birinin) Sözüne gelmek: Birinin söylediğini sonradan kabul etmek: "Ben sana dememiş miydim güzel olur diye? sözüme geldin mi şimdi?" dedi. (İ. Aksoy)
  • (birinin) Sulbünden gelmek: Bir kimsenin öz evladı olmak: Sekiz kuşak önce Mudurnu'dan gelip İstanbul'a yerleşmiş bir ailenin sulbünden geliyordu. (H. Taner)
  • Şaka gibi gelmek: Bir şeyin olduğuna, olacağına bir türlü inanamamak: Bu yaşta baba olmak ona biraz da şaka gibi geliyordu. Zaten evlenmesi de böyle gelmişti. (İ. Ohri)
  • Şakaya gelmek: Şakaya katlanır olmak: Öyle zannedildiği gibi şakaya gelecek bir adam olmadığını göstermek için bu, ne güzel bir fırsattı! (R. N. Güntekin)
  • Şakaya gelmemek:
    1. Şaka kaldırmamak: Bu iş şakaya gelir mi? Aşkla alay edilir mi? (F. Akın)
    2. Hafifsenmeye, savsaklanmaya önemsiz sayılmaya gelmemek: İşin şakaya gelir yanı yoktu. Varlık ve yokluk meselesiydi bu. Olmak veya ölmek hadisesiydi... (V. Karanfil)
  • Şevke gelmek:
    1. İsteği, hevesi artmak: İman ordusu büsbütün şevke geldi ve olanca kuvvetiyle düşmana yüklendi. (M. N. Bursalı)
    2. Neşelenmek: Ben gibi o da sevindi bu işe, şevke geldi. (K. Bilbaşar)
  • Tadı gelmek: Tat kazanmak: Neyse ki güldü, o gülünce sofranın tadı geldi. (V. Kaya)
  • Tam gelmek: Uygun gelmek, uymak: Bulmacaya yazdım, harfler tam geldi (Ş. G. Karacan). Ayakkabılar ayağına tam gelmişti.
  • Tanımazlıktan gelmek: Bir kimseyi tanıdığı halde tanımıyormuş gibi davranmak: Şule'ye rastladım. Beni tanımazlıktan geldi, kafasını çevirip yürümeye devam etti. (H. Hükümenoğlu)
  • Tava gelmek:
    1. Toprak sürülecek duruma gelmek: Tarla, toprak tavında sürülür. Tava gelmeden sürülmez. Tavsız sürülse de tohum tutmaz. (G. Ünal)
    2. (mecazi) Yumuşamak, kanmak, yola gelmek: Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi. (O. Sarıgöz)
  • Toprağına ağır gelmesin: Bir ölünün aleyhinde onun kötülüğü hakkında konuşulacağı zaman kullanılır: Toprağına ağır gelmesin, bizi böylece ortada bırakıp gitti. (derleme cümle)
  • Uç uca gelmek: Ancak yetişmek: Paramız ancak uç uca geldi.
  • Uhdesinden gelmek: Becermek, başarmak: "Allah'ın inayeti ve duanız berekâtıyla vezaret hizmetinin uhdesinden gelmek mümkündür" dedi. (M. A. Ünal)
  • Uygun gelmek:
    1. Yakışmak, yaraşmak: Bu din, Türklerin seciyesine de uygun geldi. Kâfirlere karşı cihadı kabul ediyordu. (E. B. Şapolyo)
    2. Elverişli olmak: Bu fikir bana daha uygun geldi. (M. Niyazi)
    3. Uymak: Şapkayı denedi, başına uygun geldi.
  • Uykusu gelmek: Uyumak gereğini duymak: İçtiği sütün etkisi ile uykusu gelmişti. Hemen salondaki kanepeye uzandı. (S. S. Pınar)
  • Üst üste gelmek: Çakışmak: Aksilikler üst üste gelmişti, beklenmedik büyük tamiratlar gerekmiş, işletme masrafları artmış, tam kâra geçileceği sırada ekonomik kriz patlak vermişti.
  • Üstesinden gelmek: Başarmak, becermek: Birçok zorlu hadisenin üstesinden gelmişti. (H. Alptekin)
  • Üstüne fenalık gelmek: Aşırı derecede sıkılmak, pek bunalmak: Birdenbire üstüne fenalık geldi, düşüp bayıldı. (O. S. Orhon)
  • (bir şeyin) Üstüne gelmek: Tam bir şey yapılır ya da konuşulurken çıkagelmek: "İyi âdem lâfının üstüne geldi" diye şakalaştı Sultan. (Y. Bahadıroğlu)
  • Üstüne kuma gelmek: Kocası, başka bir kadın almak: Gül gibi karısının üstüne kuma getirmeye kalktı. (M. İyi)
  • Vadesi gelmek (dolmak):
    1. Süresi dolmak, (ödeme) zamanı gelmek: Vadesi dolan senetler banka tarafından tahsil edilecektir.
    2. (mecazi) Ömrü sona vermek, eceli gelmek: Bir gün vade gelip de haydi gel denilince, artık durmak mümkün değildir. (E. Baş)
  • Vakti (saati) gelmek:
    1. Ölmek ya da yok olmak üzere bulunmak: Zahirî âlemde kaybolup gitmenin vakti saati gelmişti artık. (F. Halıcı)
    2. Zamanı gelmek, sırası gelmek: Gül kokulu bahçelerde yürümenin vakti geldi. (H. A. Öztekin)
  • Vakti saati gelince: Zamanı gelince: — Kim, kim? — Şimdilik ismi kalsın. Vakti, saati gelince öğrenirsiniz. (Y. Bahadıroğlu)
  • Vecde gelmek: (deyim)
    1. Kendinden geçecek kadar coşmak: Hürmüz, bu ezgilerle mest oldu, vecde geldi. (A. Hilmi)
    2. Ulu bir şey karşısında büyük bir coşkunluk ve heyecan duymak, esrimek: Allah ismi anılıverince vecde geldi. (M. N. Bursalı)
  • (birine bir şey) Vız gelip tırıs gitmek: Önemsememek, aldırış etmemek: Çok yazık ki annemin ikna çabaları babamın kulağına vız gelip tırıs gitmiş. (K. Memiş)
  • (birine bir şey) Vız gelmek: Pek önemsiz görünmek: Sizin binlikleriniz vız gelir bana. Çör çöpten farksızsınız yanımda. (M. A. Ak)
  • Vurdumduymazlıktan gelmek: Aldırış etmemek, umursamamak, önem vermemek: Ne kadar söylesek vurdumduymazlıktan geliyor. (Mesnevinâme)
  • Vücuda gelmek: Ortaya çıkmak, oluşmak, meydana gelmek, olmak: Allahü Teala'nın yaratmasıyla vücuda geldik hepimiz.
  • Yabancı gelmek: Tanımamak: Sesi kendine o kadar yabancı gelmişti ki sanki onun yerine bir başkası konuşmuştu. (S. Erdoğan)
  • Yan gelip yatmak: Bir işe karışmayarak rahatına bakmak, keyfince yaşamak: Sahip olduğu şeyin verdiği tembellikle halinden hoşnut olarak yan gelip yatıyordu.
  • Yavaş gel!: (argo) Abartarak konuşanlar için kullanılan bir söz: Yavaş gel hanım abla, biz bu hareketleri çok gördük! (B. Başarır)
  • Yeri gelmek: Sırası gelmek, zamanı uygun olmak: Hazır yeri gelmişken şunu da bilmende fayda var.
  • Yerine gelmek:
    1. Geri dönmek: Sağlığı yerine geldi.
    2. Yapılmak, olmak: İsteğiniz yerine geldi.
  • Yol ayrımına gelmek: Farklı düşünce, görüş ve ülkü yüzünden birbirinden ayrılmak: Mustafa Kemal Paşa ile bir yol ayrımına gelmişlerdi. (S. Ünal)
  • Yola gelmek: Akla uygun duruma girmek, düzelmek: Aleme, yüz yirmi dört bin peygamber geldi, kâfirler bunları görüp, yola geldi de bu köpek ve kâfir nefis asla doğru yola gelmedi. (Ş. F. Attar)
  • Yumruk yumruğa gelmek: Karşılıklı yumruk atmak, yumruklaşmak: Eğer arkadaşları araya girmeseydi, ikisi de yumruk yumruğa gelecekti. (C. Kudret)
  • Yüreği ağzına gelmek: Birdenbire çok korkmak: Hz. Ömer kendisine öfkelenmeye, bu yüzden göğsü körük gibi kabarıp inmeye başlayınca Zeyd'in yüreği ağzına geldi. (M. Y. Kandemir)
  • Yüz yüze gelmek:
    1. Birden karşılaşmak: Hiddetle döndü. Başhekim Yakofla yüz yüze geldi. "Tahammül edemiyorum!" diye bağırdı yüzüne karşı. (Y. Bahadıroğlu)
    2. Bir araya gelmek: Karakız'la Karaoğlan, yüz yüze gelirler, göz göze gelmezlermiş. Yıllar geçmiş, Karaoğlan, bir koçyiğit olmuş. Karakız'sa meyve verecek fidan gibi tomurcuğa durmuş. (R. Özen)
  • Yüzü yere gelmek: Bir başkasının davranışından onun hesabına utanç duymak: Ele güne karşı da yüzü yere gelmesin. (S. Birsel)
  • Yüzüne kan gelmek: Sağlığı yerine gelmek, benzinin solgunluğu geçmek: — Eskisine göre biraz daha iyiyim doktor. — Belli belli, yüzüne kan gelmiş. Hem biraz da kilo almışsın sanırım. (A. Kundakçı)
  • Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmek: Uzun sürmüş bir işi bitirmek üzere olmak: Tam manasıyla, yüzüp yüzüp kuyruğuna geldik. Aman orada takılmayalım! (R. Ziyaoğlu)
  • Zam gelmek: Fiyatı artmak: Bu gece yarısından itibaren geçerli olmak üzere benzinin litre fiyatına 8 kuruşluk zam geldi.
  • Zarar gelmek: Kötülük gelmek: Bu yiğit pek yârandandır, zarar gelir adam değildir. (R. E. Koçu)
  • Zevkli gelmek: Eğlenceli olduğunu düşünmek: Başta kolay, hatta zevkli geldi bu oyun ama sonradan güçlükler baş gösterdi. (A. T. Oflazoğlu)
  • Zor gelmek: Bir işin yapılması birine güç gelmek: Fakat çalışmak zor geliyordu. Hele bu yaştan sonra... Boşuna dememişler; ağaç yaş iken eğilir diye. (Türk Edebiyatı)
  • Zora gelememek: Baskıya ve sıkıntıya katlanamamak: Hiç kimse zora gelemedi, içine sıkıntı düşen herkes, çareyi kitaplarda aradı. (E. İlhan)

Gelmek ile ilgili atasözleri ve anlamları

İçinde "gelmek" sözcüğü geçen atasözleri ve açıklamaları:
( * yaygın bilinen )

  • Gel bir adım varayım iki adım: Dostluk ve yardımlaşmada karşılıklı adımların önemini vurgular. Bir kişi samimiyetle yaklaştığında, ona daha büyük bir karşılık vermek gerektiğini ifade eder.
  • Gel demek var, git demek yok: Dostça ve sevgiyle davet edilen kişiye değer verilmesi gerektiğini anlatır. Gelen insana kıymet bilip sahip çıkmak esastır, kovmak yakışık almaz.
  • Gel demesi kolay ama git demesi güçtür*: Bir kimseyi işe almak, konuk çağırmak, git demekten kolaydır; bu nedenle bir kimseye gel demeden önce düşünmek gerekir.
  • Gel denilen yere gitmeye ar eyleme, gelme denilen yere gidip yerini dar eyleme*: Çağrıldığın yere gitmekten çekinme; gelme dedikleri yereyse gitme; gidersen iyi karşılanmazsın.
  • Geldik yüze, çıktık düze*: Kasımın yüzüncü günü (Şubatın on beşi) gelince kışın en zorlu günleri geride kalmış olur.
  • Geleceği varsa, göreceği de var*: Yiğitlik taslayıp kötülük yapmak için gelirse, bunun karşılığını elbette görecektir: İyilik için gelmiş ise hoş geldi, safa geldi. Yok, eğer kötü niyetle geliyorsa geleceği varsa göreceği de var! (A. Zeynep)
  • Gelecek deveden, gelen tavuk yeğdir: İnsanın henüz sahip olmadığı veya sahip olmayı umduğu şeyden, daha değersiz ama elinde halihazırda bulunan şey insana daha faydalıdır.
  • Gelen ağam, giden paşam*: Başa kim gelirse gelsin, işimize bakalım, yolumuza gidelim: "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın", "gelen ağam giden paşam" onların esas felsefesi! (S. Sürmen)
  • Gelen geçer, konan göçer: Kimse, dünyada ya da bulunduğu yerde sonsuza dek kalıcı değildir: Gelen geçer, konan göçer, / Nasip oldukça yer içer / Ecel ömre kefen biçer, / Anadur ölümün zinhar (Yunus Emre)
  • Gelen gelsin saadetle, giden gitsin selametle: Gelen kişiyi sevinçle karşılamak, giden kişiyi ise gönül hoşluğu ile uğurlamak gerektiğini anlatır. Hayatta kimseye kin tutmadan dostlukla yaşamak öğütlenir.
  • Gelen gidene rahmet okutur*: Beğenilmeyen, bir an önce işbaşından ayrılması beklenen kişinin yerine, onu aratacak daha anlayışsız biri gelirse, giden anılmaya başlanır.
  • Gelen gideni aratır*: İşbaşına bulunduğu sırada gitmesi istenen yöneticinin yerine onu bile aratacak daha kötü biri gelirse oradakiler gideni arar duruma düşerler: "Gelen gideni aratır, derler. Yokluğunu hep hissedeceğim" dedi içlerinden en yaşlı olanı. (Y. Özbek)
  • Gelen gidenin yerini tutmaz: Beğenmediğimiz birinin veya bir şeyin yenisi eskisinden daha kötü çıkabilir.
  • Gelene git denilmez*:
    1. Bir konuktan ev sahibine bıkkınlık gelse bile, bunu ona sezdirmemek gerekir: Gelene git gidene kal denilmez. Gelene hoş geldin, gidene uğurlar olsun. Geleni ağırla, gideni uğurla. (E. K. Eyüboğlu)
    2. Kendiliğinden gelen güzel bir şeyi kabul etmemek olmaz.
  • Gelirse hane boş, gelmezse daha hoş: "Misafir gelirse geri çevirecek değilim, işte ev, buyursun gelsin ama gelmezse daha çok memnun olurum" anlamında gelmesi istenmeyen veya hoşlanılmayan kimseler için kullanılan bir atasözü.
  • Gelmek iradet, gitmek icazet (iledir): Misafirliğe gitmek istek ve davet ile, misafirlikten ayrılmak ise nezaketle ve ev sahibinden izin alarak olmalıdır.
  • Gelmek misafirin, gitmek hane sahibinin elinde: Misafirin ziyaret etmekte serbest olduğunu ancak ne kadar süre kalacaklarının ev sahibine ve onun olanaklarına bağlı olduğunu anlatır.
  • Gelmez yer altındaki, gelir dağ ardındaki: Çok uzaklara gitmiş birine kavuşabiliriz ama hayattan ayrılan birine kavuşmamız imkansızdır.
  • Aç eline geleni yer, tok ağzına geleni der: Yoksul kimse eline geçen şeyleri iyi ya da kötü kabullenir; varlıklı kişi ise en güzel şeylerde bile kusur bulabilir, çekinmeden her şeyi söyler.
  • Aç ile eceli gelen söyleşir*: Açın gözü hiçbir şeyi görmez, karnını doyurabilmek için kendisine güçlük çıkaran bir kimseyi öldürebilir.
  • Aç olana acı soğan baklava (gibi gelir): Aç kalmış kişinin gözünde her şey değerlidir.
  • Aça arpa ekmeği etten lezzetli gelir: Açlık ve ihtiyaç zamanlarında basit ve sade gıdaların lezzetli ve değerli olabileceğini ifade eder. İnsanların ihtiyaç duydukları zamanlarda en basit şeylerin bile değerli ve lezzetli olabileceğini vurgular.
  • Aça kuru ekmek bal helvası gibi gelir: İhtiyaç içinde olan bir kişinin en basit ve sıradan şeyleri bile büyük bir nimet gibi görebileceğini ifade eder.
  • Açın uykusu gelmez*: Doğal gereksinmeleri karşılanmayan kimse rahat edemez.
  • Açlıkta darı ekmeği helvadan tatlıdır (âlâ gelir): Aç olan insana en yavan yiyecek bile en güzel yiyecekten daha lezzetli gelir.
  • Ağacı çok olan yere kıtlık gelmez: Ağaçlandırılmış topraklarda kuraklık tehlikesi olmadığından, her zaman verimli olur ve bol ürün elde edilir.
  • Ağır ol batman gel (gelesin)*: Ağırbaşlı ol ki değerin artsın.
  • Ağrıyan başa fiske, yumruk (gibi) gelir: Acı çeken insan en küçük bir derdi bile kaldıramaz.
  • Ağustostan sonra ekilen darıdan, bal vermeyen arıdan, sabah erkeğinden sonra kalkan karıdan hayır gelmez: Zamanında yapılmayan işlerin ve görevlerini yerine getirmeyen kimselerin faydasız olduğunu ifade eder. Her şeyin bir vakti ve gerekliliği vardır; bu dikkate alınmazsa istenen sonuçlar elde edilemez.
  • Ah ile gelen vah ile gider: Haksızlıkla veya başkalarının ahını alarak elde edilen şeylerin sonunda zararla yok olacağını ifade eder. Başkasına zarar vererek kazanılan kazançlar, genellikle hayırlı sonuçlar doğurmaz ve kişinin başına dert açar.
  • Akıl akıl, gel çengele takıl*: Bir sorunun nasıl çözümleneceğini düşünememe durumunda söylenen bir söz.
  • Akıllı sinek yoğurda konar, şehre gelir; akılsız sinek ciğere konar, köye gider: Akıllı insanların doğru seçimler yaparak daha iyi fırsatlar elde ettiğini ifade eder. Yanlış tercihler yapanlar ise kendilerini daha kötü durumlarda bulabilirler.
  • Akla gelen başa gelir: Gerçekleşmesini istemediğimiz olaylar bazen düşündüğümüz zaman karşımıza çıkar.
  • Akla gelmeyen başa gelir*: Umulmadık ve akla gelmeyen şeylerle karşılaşmak olasıdır.
  • Aklına geleni işleme, her ağacı taşlama*: "Sonunu düşünmeksizin aklına eseni yapan, herkese sataşan kimse bu davranışının büyük zararlarını görür" anlamında kullanılan bir söz.
  • Akmayan çeşmenin yanına kimse gelmez: Eli sıkı ve cimri kişilerin etrafında kimsenin bulunmayacağını ifade eder. İnsanlar, yardımlaşmayan, paylaşmayan kişilere yakınlık göstermezler.
  • Akşam gelen misafirin, yiyeceği bulgur sıkısı, yatacağı ahır sekisi (Akşamdan sonra gelene/gelenin aşı ya bir soğan, ya bir söğen /Akşamdan sonra gelene ya lepe, ya sopa): Misafirliğe çok geç saatlerde gideni özellikle de habersiz gideni iyi ağırlamazlar.
  • Alın teri dökülmeyen kazancın sonu gelmez: Çalışılıp, çaba gösterilmeden kazanılan para insana yarar getirmez.
  • Alına yazılan başa gelir* (Alnın yazısı, başa gelir): "Kişi, kaderi ne ise onu görür" anlamına gelen bir atasözü.
  • Allah'tan yazılmış başa gelecek: Bir insanın hayatı iyi veya kötü tüm yaşadıkları veya yaşayacakları Allah tarafından belirlenmiştir.
  • Ananın dediği dağa taşa, gelinin dediği gele başa: Analar sinirlendikleri zaman bazen kötü bir söz söyleyebilirler. Ama bunu içten söylemedikleri için o söz gerçekleşmez, ortada kalır. Gelin ise içten gelerek beddua eder; bu yüzden gelinin bedduasından Allah konusun.
  • Anaya asi gelen onmaz: Anne hakkını inkâr eden kimselerin işi hiçbir zaman rast gitmez.
  • Anladık yel değirmeni, ama suyu nereden geliyor?: Dinleyicinin söylenenleri yanlış anladığını veya konuyu yanlış değerlendirdiğini ifade eder. Yel değirmeni suyla değil, rüzgarla çalışır; bu nedenle, suyun kaynağını sormak yersizdir. Bu atasözü, bazen insanların konuyu veya durumu tam anlamadan yorum yaptığını ve detayları doğru şekilde değerlendirmeleri gerektiğini vurgular.
  • Arı üzüme gelir: İnsanların çıkarlarını göz önünde bulundurarak, ihtiyaç duydukları veya onları çeken şeylerin peşinden gitmelerini ifade eder. İnsanların genellikle kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini ve bu doğrultuda seçimler yaptıklarını vurgular.
  • Arığa su gelene kadar kurbağanın gözü patlar*: Yapılması geciken iyilikler, bekleyenleri sıkıntı içinde bırakır.
  • Arkadan düşman yüze gelince dost olur: Birisine kin duyan kimse ona daha kolay zarar verebilmek için önce dostluğunu kazanmaya çalışır.
  • Aslanın payı ağızına gelir: Güçlü, kudretli kimseler istediklerini zorlanmadan elde ederler.
  • Astar bol olmayınca yüze gelmez*: Bir işi yapmak için gerekli olan şeyleri alırken ölçüyü biraz fazla tutarak hesaplamak, bizi sonradan doğacak harcamalardan kurtarır.
  • Aşığa Bağdat uzak değil (ırak gelmez, sorulmaz)*: Bir şeyi elde etmek için vazgeçilmez tutkular içinde olan kişi, bu uğurda her türlü güçlüğe katlanmayı göze alır.
  • Atalar çıkarayım der tahta, döner dolaşır gelir bahta*: Ana baba, çocuğuna mutlu bir yaşam sağlamaya çalışır ancak kaderde yazılı olan gerçekleşir.
  • Ateş ile sel dilsiz düşmandır, haber vermeden gelir: Ateş ve selin, insanların hazırlıksız olduğu zamanlarda birdenbire ortaya çıkarak büyük zararlar verebileceğini, insanların her zaman tedbirli olmaları gerektiğini, beklenmedik tehlikeler karşısında hazırlıklı olmalarını hatırlatır.
  • Atlıya selam, kelam; eşekliye sonra gine gelem: Güçlü ve itibarlı kişilere saygı ve iltifatın hemen yapıldığını, zayıf veya önemsiz olanlar için ise bu iltifat veya özenin gösterilmediğini veya geciktiğini ifade eder.
  • Ava gelmez kuş olmaz, başa gelmez iş olmaz*: Kişi aklına bile getirmediği felaketlere uğrayabilir, yaşamdan her şey beklenmeli ve bunlara karşı hazırlıklı olunmalıdır.
  • Ayağı ile gelene ölüm olmaz: Kendi isteğiyle gelen veya teslim olan kimseye ağır ceza verilmemesi gerektiğini anlatır. Gönüllü pişmanlık merhameti hak ettirir.
  • Ayak almadık taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz*: İnsan yaşadıkça türlü engeller ve güçlüklerle karşılaşabilir.
  • Ayda bir gel dostuna, kalksın ayak üstüne; günde bir gel dostuna, yatsın sırtı üstüne: Dost ziyaretlerinde ölçülü olmanın önemini anlatır. Çok sık gidildiğinde değer azalır, arada bir gidildiğinde ise özlem ve saygı artar.
  • Ayda gelen doğan olur, yılda gelen soğan: Birine sık sık misafirliğe giden zamanla o kişiyle dostluğunu kaybeder. Bu nedenle dostlarımıza sık sık misafirliğe gidip onları rahatsız etmemeliyiz.
  • Ayda gelen gül üstüne, günde gelen kül üstüne: Bir yere misafirliğe gittiğin zaman güler yüz ve şefkatle ağırlarlar. Ama bunu her gün tekrarlarsan artık eskisi gibi hoş karşılanmazsın.
  • Ayran içmeye geldik, ara açmaya gelmedik: Bir kişinin bir yer veya topluluk içinde bulunma amacının, arayı açmak, sorun çıkarmak veya tartışma yaratmak olmadığını ifade eder. Kişinin sadece dostane bir şekilde bulunmayı, ağırlanmayı ve olumlu bir etkileşimde bulunmayı amaçladığını anlatır.
  • Ayrılıkla ölümü çekmişler, ayrılık ağır gelmiş: Sevilen birinden ayrı kalmanın, ölümden bile daha acı verici olduğunu ifade eder. Ölüm bir son olsa da, ayrılık içinde özlem, bekleyiş ve çaresizlik barındırır.
  • Az yaşa, çok yaşa, akıbet gelir başa: İnsan ne kadar yaşarsa yaşasın, başına gelecek olaylar kaderinde yazılıdır.
  • Azrail gelince oğul uşak sormaz*: Ölümün geldiğinde makam, mevki veya yakınlık tanımayacağını ifade eder. Herkes eşittir; ölüm karşısında kimseye ayrıcalık yoktur.
  • "Baba bir hırsız tuttum." "Al da gel." "Gelmiyor." "Bırak ta gel." "Salıvermiyor.": İçinde bulunulan güç durumu çözmenin veya bu durumdan kurtulmanın kolay olmadığını anlatır.
  • Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur*: "Gücüm ancak bu kadarını yapmaya yeter" anlamında kullanılan bir atasözü.
  • Bahar gelmeyince bülbül ötmez: Uygun koşullar sağlanmadan veya istenilen durum gerçekleşmeden, bazı şeylerin ortaya çıkmayacağını ifade eder.
  • Baktın kar havası, eve gel kör olası*: Tehlikeli durumlarda, o durumdan uzak kalmanın çaresine bakılmalıdır.
  • Balık, ağa girdikten sonra aklı başına gelir*: İnsan bir yıkma uğradıktan sonra nasıl akılsızca davrandığını anlar.
  • Başa gelen başta kalmaz: Başına acı bir olay gelmiş kimse bunun üzüntüsünü uzun süre çekmemeli. Çünkü hayatta o acıyı unutturacak, sevindirici olaylar da vardır.
  • Başa gelen çekilir*: Uğradığımız felaketlere katlanmalı, sabırlı olmalıyız.
  • Başa gelmedi ki ayak uslansın: İnsan bir işe kalkışırken başına bir kaza gelirse, o işin ne kadar sakıncalı olduğunu daha iyi öğrenir.
  • Başa gelmeyince bilinmez*: Başkasının uğradığı felaketin ne denli acı olduğunu, başımıza böyle bir felaket gelmedikçe anlayamayız.
  • Başa yazılan gelir*: "Kişi, kaderi ne ise onu görür" anlamında kullanılan bir atasözü.
  • Başı boş bırakmaya gelmez: Denetim ve yönlendirme olmadan bir işin ya da kişinin kontrolden çıkabileceğini ifade eder. Düzenli ilgi ve kontrolün önemi vurgulanır.
  • Başı ile giden gelmez, ayağı ile giden gelir:
    1. Bir konuda mantıklı karar veren, kararlı olur.
    2. Ölen bir daha geri gelmez ama giden geri gelebilir.
  • Başı taşa vurmadıkça akıl başa gelmez: İnsan bir işten zarar görürse bir dahaki sefere daha dikkatli olur.
  • Başına gelen başmakçıdır*: Başından bir iş geçmiş olan kimse o konuda deneyim kazanır. Uğradığı zarara bir daha uğramamak için önlem alır. (başmakçı: Ayakkabı yapan veya camilerde çıkarılan ayakkabılara bekçilik eden kimse.)
  • Başına gelen hekim (Hekim kim, başına gelen*): Yaşanan olayların insana tecrübe kazandıracağını anlatır. İnsan, gördüğü sıkıntılardan öğrendikleriyle benzer durumlarda daha kolay başa çıkar.
  • Baykuşun kısmeti ayağına gelir*: Allah hiçbir canlıyı aç bırakmaz, kımıldamadan duran baykuşun rızkını bile önüne koyar.
  • Bayramda borç ödeyene Ramazan kısa gelir*: Vadesi yaklaşan bir borcu ödemek zorunda olan kimseye günler çok çabuk geçer.
  • Bedavadan gelen bedavaya gider: Çaba ve emek harcamadan kolayca elde edilen şeylerin genellikle değerli olmadığını ve kolayca kaybedilebileceğini ifade eder.
  • Bela gelmeyince bal yenmez: İnsanların zorlukları ve sıkıntıları yaşamadan, mutluluğun ve başarının değerini tam olarak anlayamayacaklarını; acı çekmenin ve zorluklarla karşılaşmanın, sevinç ve tatmin duygusunu daha anlamlı kıldığını vurgular.
  • Besmelesiz çıkma yola, başa gelir türlü bela: Besmelesiz işlerde mutlaka bir aksilik çıkar.
  • Besmelesizden hayır gelmez: Allah'ın adı anılmadan, saygı ve özen göstermeden yapılan işlerin bereket ve hayır getirmeyeceğini ifade eder. Bu söz, bir işe doğru niyetle ve manevi bir farkındalıkla başlamanın önemini vurgular.
  • Beyden gelen bey sayılır: Dürüst, saygın kişilerin isteklerini, dileklerini götüren kimseler gittikleri yerde bey gibi ağırlanırlar.
  • Binde bir gelinen yere gül döşerler, her gün gelinen yere kül döşerler: Bir yere misafirliğe gittiğin zaman güler yüz ve şefkatle ağırlarlar. Ama bunu her gün tekrarlarsan artık eskisi gibi hoş karşılanmazsın.
  • Bir adım gelene iki adım varılır: İnsan kimden yakınlık görürse ona karşı daha dostça davranır.
  • Bir ayak gelene, iki ayak giderim: Bize karşı iyi niyetli davranan kimselere biz de aynı şekilde karşılık vermeliyiz.
  • Bir kırlangıçla yaz gelmez: Küçük bir belirtiyle, beklenen güzel günler hemen gelmiş sayılmaz.
  • Birdenbire gelen devlette hayır yoktur (Tez gelen devlet, tez gider): Aniden ve kolayca elde edilen servetin genellikle kalıcı veya bereketli olmadığını anlatır. Emeksiz kazanılan zenginliğin çabuk tükenme ve fayda getirmeme olasılığı yüksek görülür (devlet: Mutluluk, saadet, talih, baht).
  • Boş torbaya eşek bile gelmez: Emeksiz ve masrafsız hiçbir şey elde edilmez.
  • Böyle gam böyle keder, böyle gelmiş (gelir) böyle gider: Sıkıntıların ve dertlerin dünyada her zaman var olduğunu anlatır. Nasıl geldiyse öyle de geçer, hiçbir üzüntü ebedi değildir.
  • Böyle gelmiş, böyle gider: Her zaman nasıl olmuşsa gene öyle olacak, bu düzen aynen devam edecek.
  • Bu dünya bir köprüdür, gelenler geçer: Sonsuz yaşamımızda Dünya'nın geçici bir yer olduğunu ve herkesin bir gün bu dünyadan ayrılacağını ifade eder. İnsanların bu geçici hayatta yaşadıkları süre boyunca yaptıklarıyla anılacaklarını hatırlatır.
  • Bu dünya iki kapılı handır, gelen bilmez giden gelmez: Yaşamın geçiciliğini, ölümün kaçınılmazlığını ve insanın bu süreçler üzerindeki kontrolsüzlüğünü vurgular.
  • Buhara'da pişen pilavın kokusu buraya gelmez: Uzak yerlerde olup bitenlerin doğrudan etkisinin hissedilemeyeceğini ifade eder. Başka bir yerde elde edilen kazanç veya nimet, o yerin dışında olanlara kolay kolay ulaşmaz (Buhara Özbekistan'da bir şehir).
  • Büyük dağa kar yağmadıkça, küçük dağa sıra gelmez: Bir şeyin veya fırsatın önce daha büyük veya önemli kişilere veya şeylere hizmet ettiğini ifade eder. Yani, büyük ve etkili olanın öncelikle yararlanacağı ve ardından diğerlerinin sırayla faydalanabileceği anlamını taşır.
  • Büyük söyleme, başına gelir: Kişi büyük ve iddialı konuşursa söylediği şeyin başına gelebileceğini, bu nedenle alçakgönüllü olunması gerektiğini ifade eder.
  • Can boğazdan gelir*: Sağlıklı bir yaşam için iyi beslenme gerekir.
  • Can cömertliği lakırdıya gelmez: İnsan bazen, bir şey için "gerekirse canımı veririm" der, ama iş ciddiye binince bundan vazgeçer.
  • Cana gelecek (kaza, zarar) mala gelsin*: Canı korumak için malı feda etmek gerekiyorsa, mal feda edilir.
  • "Cehenneme gidiyorum" diyen gelmiş de "Şimdi gelirim" diyen gelmemiş: Söz verip oyalayanın, kötülüğünü açıkça söyleyenden daha güvensiz olduğunu anlatır. Verilen söz tutulmalı, tutulmayacaksa hiç söylenmemelidir.
  • Cesaret doğruluktan gelir: Dürüst ve doğru olan kişinin korkusuz ve çekincesiz davranabileceğini anlatır. Doğruluk, insana vicdan rahatlığı, güç ve güven vererek İlahi yardımla cesur olmasını sağlar.
  • Çanakta balın olsun, Yemen'den (Bağdat'tan) arı gelir (pekmez gibi malın olsun, Antakya'dan sinek gelir)*: Değerli malı olan kimsenin, müşteri bulma kaygısı çekmesine gerek yoktur.
  • Çanakta merhemin olsun, Bağdat'tan kel gelir: Değerli ve işe yarar bir ürün üreten kişinin veya o ürünün nerede olursa olsun talep göreceğini ifade eder.
  • Çektin gelmiyor, koy salıver: Çok uğraşılmasına rağmen yolunda gitmeyen işten vazgeçmenin en doğru karar olduğunu anlatır. Zorlamak yerine bırakmak bazen daha hayırlıdır.
  • Çifte gelmeyen öküz olsun, işe gitmeyen oğlun*: Herhangi bir biçimde yararlanılabilecek bir malın olması iyidir, çifte gelmeyen öküzü satabilir, iş yapmaktan kaçınan oğlunu eğitebilirsin.
  • Çobana çoban çöreği (ekmeği) hoş gelir: Her insan kendi zevkine uygun şeylerden hoşlanır.
  • Çocuğa iyi kötü huy anadan gelir: Çocuğun kişilik sahibi olmasında anne en büyük paya sahiptir.
  • Dağ başına kış gelir, insanın başına iş gelir*: Dağ başında kışın nasıl fırtına eksik olmazsa kişinin yaşamında da yıpratıcı olaylar eksik olmaz.
  • Dağdaki/Dağdan gelir bağdakini kovar: Bazı kişiler misafirliğe gittiği yerde, sanki orası kendilerininmiş gibi ev sahibini aşağılar ve hor görürler.
  • Dağdan aşmaz yol olmaz, başa gelmez hal olmaz: İnsanoğlunun üstesinden gelemeyeceği sorun yoktur. Aynı şekilde hayatta insanın başına her iş gelebilir. Aklından bile geçirmediği bir felakete uğrayabilir.
  • Dağdan gelen dağa gider: Belirli bir çevrede yaşamaya alışmış kimseler başka yere ayak uyduramazlar yine kendi çevrelerine dönerler.
  • Davetsiz gelen (giden) döşeksiz oturur*: Bir yere çağrılmadan giden kimse, ağırlanmayı beklememelidir.
  • Davulun sesi uzaktan hoş gelir*: Öyle durumlar vardır ki uzaktan bakan ona imrenir, oysa içinde yaşayan kimseyi rahatsız eder.
  • Değirmen dönsün de, suyu nereden gelirse gelsin: Kazancı iyi, işleri yolunda giden kişi işin ne zorluklarla yapıldığına aldırmaz.
  • Değirmencinin evine hayırlı haber gelmez; ya bent yıkılmıştır, ya su kesilmiştir: Bazı işlerin aksaklıklarla dolu olduğunu ve sıkıntıların sürekli olduğunu anlatır.
  • Değirmenden gelenden poğaça umarlar*: Bir yerden gelen kimseden, geldiği yerle ilgili, küçük de olsa, bir armağan beklenir.
  • Değirmene gelen nöbet bekler*: Birçok kimsenin yararlandığı yere gelenlerden her biri, işini görmek için gelişine göre sırasını beklemelidir.
  • Deli sözü kaleme gelmez: Akılsız, aptal kimselerin konuştukları fazla ciddiye alınmaz. Çünkü onlar doğru olsun, yanlış olsun akıllarına geleni söylerler.
  • Deliye 'Kapıyı ört de gel' demişler, yüklenmiş de gelmiş: Akıl sağlığı yerinde olmayan kişilerin söylenenleri yanlış anlayabileceğini ve mantıksız davranışlar sergileyebileceğini ifade eder. Ayrıca, talimatları veya emirleri doğru anlayıp uygulamanın önemini vurgular.
  • Deliyle zengin aklına geleni eder: Varlıklı kişi imkanları bol olduğu için her istediğini özgürce yapar. Akılsız kişi de her istediğini özgürce yapar. Çünkü o hiç bir şeyden sıkılmaz, çekinmez.
  • Denizin köpüğünden zarar gelmez: Yüzeydeki küçük şeylerin genellikle önemli olmadığını ve gerçek sorun yaratmadığını ifade eder.
  • Dert var, gelir geçer; dert var, deler geçer: Bazı felaketler kişiyi ne kadar üzse de bir süre sonra unutulur gider. Ama bazı felaketler gelip geçse de kişi uzun süre bunun etkisinden kurtulamaz.
  • Dertli, derdini anlatırken dertsizin uykusu gelir: Sıkıntı çeken birinin derdini paylaşmaya çalışırken, derdi olmayan kişinin bu durumu umursamadığını ifade eder. Dertsiz kişi, başkasının acısını anlamakta zorlanır.
  • "Deve bir pula" "Bırak gitsin." "Deve bin pula" "Çek gelsin": Bazen uygun bir fırsatla karşılaştığımızda, ondan yararlanmak için uygun durumda olmayabiliriz; aynı şekilde bir fırsat tekrar karşımıza çıkabilir ve bu defa bizim durumumuz da ondan yararlanmak için uygun olabilir.
  • Devekuşu gibi yüke gelince kanadını, uçmaya gelince ayağını gösterir: Tembel kişiye bir iş buyurursan, o işten kaçmak için bir sürü bahane uydurur.
  • Develer gelir Mardin'den, bak neler çıkar ardından: Halk arasında yeni duyulan ama tam olarak neye varacağı belli olmayan olaylar için söylenir. Bir işin veya söylentinin başlangıçta önemsiz görünse de sonrasında büyük gelişmelere yol açabileceğini anlatır.
  • Devlet adama ayağıyla gelmez*: Zenginlik ve talih kişiyi kendiliğinden gelip bulmaz, çalışıp çabalamakla elde edilir (devlet: iyi talih, iyi baht, mutluluk).
  • Dilden gelen elden gelse, her fukara padişah olur (herkes zengin olur)*: Kişi her söylediğini yapamaz, her dilediğini elde edemez.
  • Dile gelen ele gelir*: İnsanlar "şu işi şöyle yapacağız" diye söyleye söyleye, dediklerini gerçekleştirirler.
  • Dilencinin hakkından dolandırıcı gelir: Her şeye bedava sahip olmak isteyenlerin hakkından açıkgöz, kurnaz kimseler gelir.
  • Dilencinin keyfi işlek caddede gelir: Kişinin çıkarına uygun ortamda bulunmaktan memnuniyet duyduğunu ifade eder. İnsanlar, kendilerine en fazla fayda sağlayan yerlerde daha mutlu ve rahat olurlar.
  • Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim*: Dilini tutmaması yüzünden başına dertler açılan kişinin pişman olduğunu anlatır.
  • Dinsizin hakkından imansız gelir*: Kötü kişiyle, kendinden daha kötü bir kimse başa çıkabilir.
  • Dirgen yiyen sıpa bir daha harmana gelmez: İnsan kötü tecrübe edindiği işi yapmak istemez.
  • Doğru (habersiz) gelen konuk, Tanrı kazasından beterdir: Misafirlerin beklenmeden aniden gelmesi, ev sahibi açısından önceden planlanmış düzenlemeleri veya hazırlıkları bozabilir ve beklenmedik sorumluluklar getirebilir. Bu nedenle, misafirlerin gelmeden önce haber vermesi ve uygun bir zamanda gelmesi önemlidir.
  • Dost gelmeye gelmeye düşman olur; düşman gele gele dost olur: İnsanlar arasındaki ilişkilerin iyi yönde olabilmesi için sık sık bir araya gelmeleri en büyük etkenlerdendir.
  • Dosttan zarar gelmez: Gerçek dostların birbirlerine zarar vermeyeceği, dostluk ilişkilerinde karşılıklı güven ve iyilik olduğunu ifade eder.
  • Dökülen darı kantara gelmez: Boşa giden, israf edilen ya da kaybedilen şeylerin artık hesaba katılamayacağını ifade eder (?).
  • Düğün aşı savulduktan sonra gelen, vah vah yer: Düğün eğlencesi bittikten sonra evliliğin dertleri başlar.
  • Dünya iki kapılı handır (gelen bilmez, giden gelmez): İnsan doğarak geldiği Dünya'da Allah'ın takdir ettiği sürece kalır, sonra ölüm ile ayrılır.
  • Dünya karıncalı kütüğe benzer, gelen bilmez ki, giden bilsin: Dünya sırlarla doludur. Üzerinde yaşayan milyonlarca canlı doğar ve ölür. Bu düzen bozulmaz.
  • Dünyanın iki başı bir gelmez: İnsan dünya işlerinin hepsini istediği gibi yürütemez ve tam olarak rahata eremez. Birini yoluna koyar; bu sırada başkası bozulur.
  • Dünyayı sel bassa ördeğe vız gelir*: Bir çok kimse için yıkıma yol açan bir olay, bazı kimseleri ilgilendirmeyebilir, onlar için bir olağanüstülük taşımayabilir.
  • Düş uykudan sonra olur (gelir)*: Güzel bir sonuca ulaşabilmek için önce gerekli koşullar olmalıdır.
  • Ebe çok olunca çocuk ters gelir: Bir işe gereğinden fazla kişi müdahale ederse işin düzeninin bozulacağını anlatır.
  • Ecel Allah'tan gelir: Ölüm de yaşam gibi insanlara Allah tarafından verilmiştir.
  • Ecel geldi cihane, baş ağrısı bahane*: Ölümün nedenleri bahanedir; asıl neden kişinin yaşama süresinin sona ermiş olmasıdır.
  • Ecel gelmezse adama hiçbir şey olmaz: Eğer insanların ölüm vakti gelmemişse, ne tür felaketle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar yaşamaya devam ederler.
  • Eceli gelen fare kedi taş*ğı kaşır*: Sonucunun kendisine ne denli pahalıya mal olacağını bilmeyen kişi, belaya çatacağı davranışlara kalkışır.
  • Eceli gelen karga kırılmış dala konarmış: Başına dert arayan kişilerin sürekli tehlikeli işlerle uğraştıklarını ve sonunda da kötü bir durumla karşılaşacaklarını vurgular.
  • Eceli gelen keçi çobanın ekmeğini yer: Büyük bir cezayı hak etmiş kişi başkalarını öfkelendirecek bir davranışta bulunup başına dert açar.
  • Eceli gelen köpek cami duvarına siyer (işer)* (İtin eceli gelince mescit duvarına işer): Herkesin üzerine titrediği, kutsal saydığı şeyi kötüleyen, bozan kişi uğrayacağı ağır cezayı kendisi hazırlamış olur.
  • Eceli gelenle laf olmaz: Kaderi belli olan bir kişiyle tartışmanın veya konuşmanın anlamsız olduğunu ifade eder. Yani, kaçınılmaz sona yaklaşan biriyle tartışmak veya ona bir şeyler anlatmak boşunadır.
  • Eğrinin iki yakası bir araya gelmez: Hırsızlıkla, kumarbazlıkla, sahtekarlıkla geçinen insanlar hep sıkıntı içinde yaşarlar.
  • Ekme bitmeyen yere, harcetme gelmeyen yere: Karşılığı olmayan işler için emek veya kaynak harcamamak gerektiğini ifade eder. Verimsiz alanlara yatırım yapmak, boşa çaba harcamak anlamına gelir.
  • Ekmeksiz eve misafir gelir/gelirmiş: Bazen istenmeyen şanssızlıkların üst üste gelebileceğini ifade eder. Evde temel ihtiyaçların eksik olduğu sıkıntılı bir anda genellikle bir de misafirin gelerek sıkıntıyı veya mahcubiyeti artırabileceğini ifade eder.
  • El ile gelen düğün, bayramdır* (El ile gelen bela bayramdır): Bir sıkıntı herkesi ilgilendiriyorsa ona katlanmak kolaylaşır, daha kolay olur.
  • Elden gelen geç gelir, onda da karnın aç kalır: Başkalarının yapacağı yardımlar genellikle zamanında gelmediği gibi faydalı da olmazlar.
  • Elden gelen hayrı diriğ etme: Elimizden gelen yardımı yapmaktan kaçınmamamız gerektiğini ifade eder. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek, insanlık ve toplumsal dayanışma açısından büyük bir önem taşır (diriğ etmek: Esirgemek, kıyamamak).
  • Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz*: Kişi yalnızca kendi kazancına güvenmeli, başkasının yardımını beklememelidir.
  • Elden gelen şeyle övünülmez: Başkalarının sağladığı yardımlar veya başkalarına ait mallarla gurur duymanın anlamsız olduğunu ifade eder. İnsan, sadece kendi çabası ve emeğiyle kazandıklarıyla övünmeli, başkalarının başarısıyla kendini yüceltmemelidir.
  • Eli dolu geleni buyur ederler: Davet edilen yere hediye götüreni en iyi şekilde konuk ederler.
  • Elin acısı ele hafif gelir: Başkalarının acıları ya da sıkıntıları, genellikle dışarıdan bakan kişiler için daha önemsiz ya da hafif görünebilir.
  • Elin derdi ele masal gelir: Başkasının yaşadığı sıkıntı dışarıdan bakan için önemsiz ve etkileyici olmayan bir hikâye gibi görünür anlamındadır. İnsan, başkasının derdini kendi acısı kadar hissedemez.
  • Elin ölüsü ele uyur gelir: Başkasının üzüntüsü diğerlerine yalan gibi gelir.
  • Elindekini sıkı tut, geleceğe bel bağlama: "İlerde daha çok kazanırım" diye savurganlık yapma. Çünkü ilerde neler olacağı hiç belli olmaz.
  • Elinden gelmeyen işi diline dolar:
    1. Kişinin yapamadığı bir işi başkalarına anlatarak kendini önemli veya becerikli gibi göstermeye çalışmasının yanlış olduğunu belirtir.
    2. Kişinin bir işi yapamadığında veya yeteneksiz olduğunda kendi ayıbını gizleyerek aslında işin kendisinin kötü veya yapılamaz olduğunu söylemesinin yanlış olduğunu ifade eder.
  • Elinden gelmezse bari dilinden gelsin: Güzel ve yerinde laflar etmesini bilmek insanın pek çok kusurlarını gizleyebilir.
  • Er gelir ev taşar, er gider ev şaşar: Erkeğin evin temel direği olduğunu, evde erkeğin varlığının evin düzeni ve refahı için ne kadar önemli olduğunu ifade eder.
  • Eski dost düşman olmaz, yenisinden vefa gelmez*: Aralarında ufak tefek dargınlıklar olsa bile eski dostlar birbirlerine düşman olmazlar, yeni kazanılan dostlarla arada henüz sıkı bir bağ oluşmadığı için bu durum söz konusu değildir.
  • Eşeğin anırtısı kendine hoş gelir: Kişinin kendisini objektif olarak değerlendirmesinin zor olduğunu ve bu nedenle kendi yaptıklarını beğenmesinin doğal olabileceğini ancak bu durumun başkaları için rahatsız edici olabileceğini vurgular.
  • Eşeğin semeri kendine yük gelmez: Kendisi ve yakınlarının çıkan için yaptığı işler insana ağır gelmez.
  • Eşek dağda ölür, zararı eve gelir: Hatalı ve zararlı bir işten o işle ilgili olmayan kimseler de zarar görebilir.
  • Eşek dokuz türlü yüzme bilir, ırmak kenarına gelince hepsini unutur: Teorik bilgiye sahip olmanın yeterli olmadığını, asıl önemli olanın bu bilgiyi pratikte kullanabilmek olduğunu ifade eder.
  • Eşek (eşkin) eve gelmiş, yorga yolda kalmış*: Düzenli ve sürekli çalışan güçsüz kimse, düzensiz ve süreksiz çalışan güçlü kimseden daha başarılı olur (eşkin: Atın dörtnal ile tırıs arasındaki hızlı yürüyüşü veya böyle yürüyen at, yorga: Binicisini sarsmayan hayvan yürüyüşlerinden biri veya böyle yürüyen hayvan).
  • Etme komşuna, gelir başına: Başkasına yapılan kötülüğün bir gün dönüp yapanı bulacağını anlatır. İnsan çevresine adaletli davranmalı ki aynı muameleyi görsün.
  • Evini temiz tut, misafir gelir; kendini temiz tut, ölüm gelir: İnsan evini temiz ve düzenli tutarsa gelen misafire mahcup olmaz; günahlardan sakınarak da kendini temiz tutarsa ölünce mahcup olmaz.
  • Eyere de gelir semere de*: Bir şeyin ya da kişinin hem değerli hem de sıradan işlerde kullanılabilecek kadar işlevsel ve uyumlu olduğunu ifade eder. Her koşula uyan, her türlü görevi yerine getirebilen yapıda olanlar için söylenir.
  • Fitne uyuyan yılana benzer, uyandırmaya gelmez: Kargaşa ve fesadın ortalığı karıştırmadıkça saklı kaldığını anlatır. Fitneye sebep olmak, insanı da toplumu da büyük zarara sürükler.
  • Gaddarın hakkından zalim gelir: Kötü niyetli, zalim kişinin hakkından yine kendisi gibi biri gelir.
  • Geç gelen bulutta yağmur çok olur: Sabırla beklenen şeylerin sonunda bolca ve bereketli şekilde geleceğini ifade eder. Gecikmenin ardından elde edilen sonuç, genellikle beklemeye değecek kadar büyük olur.
  • Geç gelen misafir ya soğan yer ya sopa (Yatsıdan sonra oturmaya giden ya soğan yer, ya söğen):
    1. Ziyaret zamanlamasının önemini vurgular ve genellikle kişilere uygun olmayan zamanlarda başkalarının evlerine gitmemeleri gerektiği öğüdünü verir.
    2. Girdiği her işi herkesten sonra bitiren insanın her şeyin kötüsünü ve azını hak edeceğini ifade eder.
  • Geçinmeyene dokuz koca, okumayana dokuz hoca az gelir: Geçimsiz kadın kocası ne kadar anlayışlı olursa olsun problem yaratır. Öğrenmeye istekli olmayan kişi de ne kadar yol gösteren olursa olsun hiçbir şey öğrenemez.
  • Giden gelse dedem gelirdi*: Ölen bir kimse dirilemeyeceği gibi elden çıkan bir şey de bir daha ele geçmez.
  • Gidip de gelmemek var, gelip de görmemek (bulmamak) var*: Uzak bir yere giden kişi dönmeyebilir, dönebilse de ayrılırken bıraktığı yakınlarını bulmayabilir.
  • Gidip gelmek gönüllerin sevgisi, yiyip içmek gönüllerin çivisi: İnsanları arayıp sormak, onlarla ilgilenmek sevgiyi kuvvetlendirir. Maddi külfet getiren ilişkiler ise sevgiyi zayıflatmaktadır.
  • Gitmezden evvel gelmesini düşün: Bir işe kalkışmadan önce dönüşünü ve sonuçlarını hesaba katmak gerektiğini anlatır. Önceden hesap yapan, sonradan zorluk yaşamaz.
  • Gitti gelmez gençlik, geldi gitmez ihtiyarlık: En güzel çağ olan gençlik yılları tekrar elde edilemeyeceği gibi, yaşamak için ihtiyarlığın zorluklarına da katlanmak zorundayız.
  • Gitti gelmez, yitti bulunmaz: Kaybedilen şeyin geri gelmeyeceğini anlatır. İnsan yaşadığı acıya takılı kalmamalı, olanı olmuş bilip önüne bakmalıdır.
  • Gölgede otur, gün kendi gelir: Vaktini boşa geçirmek istiyorsan bunun için yorulmana gerek yok. Zaman nasıl olsa geçer.
  • Gönüle gelen başa gelmesin: İnsan çoğu zaman başına gelecek bir sıkıntıyı önceden hissedebilir. Herkesin dileği bu gibi durumlarda o sıkıntının gerçekleşmemesidir.
  • Gönülsüz davara giden köpekten hayır gelmez: İnsan bir işi istemeden yaparsa o işten hayır gelmez.
  • Gönülsüz verilen sadakadan hayır gelmez: Yardım, eğer isteyerek yapılırsa bir anlam ve güzellik kazanır.
  • Göz odur ki dağın arkasını göre, akıl odur ki başa geleceği bile: Gerçek basiretin ve ileri görüşlülüğün görünmeyeni sezmek, gerçek aklın da gelecekte yaşanacak olayları önceden tahmin ederek tedbir almak olduğunu anlatır.
  • Göz budur, dağın ardındakini görmeli; akıl budur, başa geleceği bilmeli: Akıllı insan düşünerek yarınlarını tahmin edebilmelidir.
  • Güç gelince hak kapıdan çıkar: Kaba kuvvetle işlerin yürüdüğü yerde hak, adalet olmaz.
  • Gülme komşuna, gelir başına*: Birinin başına gelen kötü bir durum insanın kendi başına da gelebilir, onu ayıplamak, gülünç bulmaktan sakınmak gerekir.
  • Gün geçer ömür tükenir, deli sevinir ki bayram geliyor: Bazı kimseler ilerde kavuşacakları mutlu günlerin çabucak gelmesini isterler. Oysa bilmezler ki her geçen gün ömürlerinden gidiyor.
  • Gür söğüde kuş konar, güzele söz gelir: Dikkat çekici ve güzel şeylerin, her zaman ilgi gördüğünü ifade eder. Tıpkı yapraklı bir söğüdün kuşları çekmesi gibi, güzel insanlar da her zaman ilgi ve yorumlarla karşılaşır.
  • Güzün gelişi yazdan belli olur: İnsan bir sıkıntıya düşeceği zaman bunu önceden hisseder. Geçmişteki ya da mevcut durumlar, gelecekte karşılaşılacak olayların işaretlerini verir.
  • Hacca giden geldi, saca giden gelmedi: İyi niyetle yola çıkanın sağ salim döneceğini; kötü yola sapanın ise belaya bulaşıp geri dönemeyeceğini anlatır.
  • Hacıya 'Tespih alır mısın?' demişler, 'Ya biz buraya ne için geldik?' demiş: Bir kişinin esas amacından sapmaması gerektiğini anlatır. İnsan, önemli bir iş veya hedef için bir yere gittiğinde, zamanını veya enerjisini önemsiz detaylarla harcamaz; ana amacına odaklanır.
  • Hak gelince batıl gider: Bir şeyin doğrusunu bilen, her zaman haklıyı savunan kişiler ortaya çıktığında, orada bulunan yalancı, sahtekar kişiler daha fazla kalamazlar.
  • Hak söz ağıdan acı gelir: Kusurları, yanlışlıkları, düzensizlikleri, yolsuzlukları, kötülükleri bütün çıplaklığıyla ortaya koyan ve eleştirenin sözü, bu işleri yapanlara çok acı gelir.
  • Hancı gibi gelene 'Hoş geldin', gidene 'Uğurlar ola': Bazı insanların herkese yüzeysel ve çıkar odaklı davrandıklarını ifade eder.
  • Hanımın hısımı gelince oklavalar tıkır tıkır, beyin hısımı gelince takır takır: Bazı kadınlar kendi tarafından gelen akrabalarını en iyi şekilde ağırlar, ama kocasının akrabalarına aynı özveriyi göstermezler.
  • Haram geldi, helali de götürdü: Haksız ve haram yollarla elde edilen kazancın, doğru ve helal yollardan kazanılanları da yok edeceğini ifade eder. Yalan ve hileyle yapılan işin bereketi olmaz, aksine kişinin kazancına da zarar verir.
  • Haram helalden tatlı gelir: Emek harcamadan veya haksız yolla elde edilen şeylerin insana daha cazip geldiğini anlatır. Ancak bu, insanı yanlış yollara sevk eden yanıltıcı bir duygudur.
  • Haramdan gelen harama gider: Haksız yere bir şey kazanan insan onu hayırlı işlerde kullanmaz.
  • Hasta hekimden derman gelmez (aranmaz): Kendisine faydası olmayan kişinin başkalarına hiç yararı olmaz.
  • Hasta sağ olacaksa hekim kapıya gelir: Vadesi gelmemiş kişi, çok ağır bir hastalığa yakalansa bile, ummadığı bir yerden gelen yardım sayesinde iyileşir.
  • Hasta yatan ölmez, eceli yeten (gelen) ölür: Hastalanıp yatmak ille de ölüm getirmez.
  • Haydan gelen huya gider, davuldan gelen zurnaya: Emek sarf edilmeden kazanılan para geldiği gibi gider (Ayrıca Hay'dan gelen Hû'ya gider atasözü Allah'tan gelen her şeyin yine O'na döneceğini ifade eder. İnsan, insana verilen nimetler ve emanetler, nihayetinde sahibine yani Allah'a geri döner).
  • Hayır dile komşuna, hayır gele başına*: Yakınların için iyi şeyler dile ve yap ki, onlar da senin için iyi şeyler dilesinler, yapsınlar.
  • Hayır sal dostuna, hayır gelsin başına: Başkalarına iyilik eden kişinin sonunda kendisinin de iyilik göreceğini anlatır. Yapılan iyiliklerin, kişiye dolaylı olarak geri döneceğini ifade eder.
  • Her gidişin bir gelişi var(dır): Hayatta hiçbir ayrılığın kalıcı olmadığını anlatır. Giden bir gün mutlaka geri döner ya da yerini bir başkası doldurur.
  • Her vakit düşeş gelmez: İnsanların yaşamlarında her zaman istedikleri veya bekledikleri şansın veya fırsatların gelmeyeceğini, bazen olumsuz durumlarla karşılaşabileceklerini anlatır.
  • Her vaktini hazır (her geceyi Kadir), her geleni Hızır bil: Her anın ve her insanın kıymetli olduğunu anlatır. Zamanı iyi değerlendirmeli, insanlara değer vererek yaklaşmalıdır; çünkü hayır ve hikmetin nereden geleceği bilinmez.
  • Herkese kendi adeti hoş gelir: Başkaları güzel bulsa da bulmasa da herkes kendi huyunu güzel bulur.
  • Herkesin ettiği yoluna gelir*: Bir kimse başkasına kötülük yaparsa aynı şey kendi başına da gelir.
  • Heybesi var torbası var, besbelli samana geldi: Kılık kıyafetine ve davranışlarına bakarak bir insanın nasıl bir karaktere sahip olduğunu ve ne yapacağını anlayabiliriz.
  • Hırs gelir göz kararır, hırs geçer öz kararır: Birden öfkelenen insan, davranışlarına dikkat etmez ve öfkesi geçtiğinde yaptıklarından pişmanlık duyar.
  • Hoca gelmiş iken ölen ölsün: Fırsat eldeyken değerlendirilmesi gerektiğini ifade eder. Zamanında gelen imkân, yerinde ve hızlı kullanıldığında fayda sağlar.
  • Ilıya ılıya yaz gelir, soğuya soğuya kış gelir: Yaz yaklaşırken havalar yavaş yavaş ısınmaya başlar, kışın gelişi de tıpkı bunun gibi havaların yavaş yavaş soğumasından belli olur.
  • İncir yaprağı deve tabanı kadar olmayınca yaz gelmez: İnsanlar, kışın soğuk zor günlerinde, yaz aylarının hiç gelmeyeceğini sanırlar.
  • İnsan insanı istemeyince bastığı "pat pat", sözü de "lom lom" gelir: İnsan birinden nefret ediyorsa o kişinin her hareketinden ve sözünden rahatsız olur.
  • İnsanın başına gelen, pişmiş tavuk başına gelmez: Bazı insanların başına gelen talihsizliklerin ve felaketlerin çok büyük ve beklenmedik olabileceğini ifade eder. Hayat, insanları tahmin edilemeyen zorluklarla karşı karşıya bırakabilir.
  • İnsanın başına iş gelir: Bazen insanın başına hiç aklına gelmeyen, beklenmedik olaylar gelebilir.
  • İnsanın korktuğu başına gelir: İnsan bir şeyden ne kadar korkar ve sakınırsa o şeyle veya ona benzer şeylerle mutlaka karşılaşır.
  • İstanbul'dan gelen eşek, kırk gün at gibi gezer: Büyük şehirde bulunmuş kişilerin taşrada ya da küçük yerlerde kendilerini farklı ve üstün göstermeye çalıştıklarını anlatır.
  • İş çoğaltmak, iş bilmemekten ileri gelir: Kişinin işin gerekliliklerini tam olarak anlamadığı veya işi etkili bir şekilde yapmak için gerekli bilgiye sahip olmadığı durumlarda, daha fazla sorun veya karmaşaya neden olabileceğini belirtir.
  • İşin bitinceye kadar "Gel gel dayı", işin bittikten sonra "Git git dayı": Çıkarcı kimse birine iyi davranıyorsa mutlaka ondan bir çıkan vardır, istediğini elde ettikten sonra ise o kimsenin yanına bile yaklaşmaz.
  • İşin gelişi ayak alışından belli: Herkes yeteneklerine uygun işler yapmalıdır. Böyle yapılırsa başarıya ulaşılır.
  • İt kışı geçirir/çıkarır amma gel derisinden sor: Zorlukların atlatılabileceğini ancak bu süreçte büyük yıpranmaların olacağını ifade eder. Kişi sıkıntılı dönemleri aşar, fakat bu süreç onu fiziksel veya ruhsal olarak olumsuz etkiler.
  • İyi insan lafının (sözünün) üstüne gelir*: Orada yokken kendisinden söz edilen kimse, konuşmanın üzerine gelirse, kendisi için iyi bir insandır denir.
  • İyi olacak hastanın, hekim ayağına gelir*: Kötü bir durum iyiliğe dönecekse bunu yapacak kimse işin üstüne gelir.
  • İyiden kötülük gelmez: Dürüst, kalbi iyilikle dolu kişilerden kimseye zarar gelmez.
  • İyiliğe kemlik olagelmiş olagider: Dünyada iyiliğe kötülükle karşılık veren pek çok görgüsüz insan vardır ve var olmaya devam eder.
  • İyilik dile komşuna, iyilik gelsin başına: İyilik ve yardımlaşmanın karşılıklı bir döngü olduğunu ve başkalarına yapılan iyiliklerin geri dönüşünün olacağını ifade eder.
  • Kadı kızı Kadire, geldi çıktı sedire*: Kendini beğenip bir iş görmüyor, yalnız baş köşeye kurulmasını biliyor.
  • Kahve Yemen'den gelir, bülbül çemenden: Her şeyin kaynağı ve yetiştiği yeri farklı olduğunu, her şeyin kendi doğal yerinden, anavatanından geldiğinde güzel olacağını anlatır.
  • Kalbi doğru kişi lafın üstüne gelir: Dürüst ve temiz kalpli kişiler kendilerinden bahsedilirken ansızın çıka gelirler.
  • Kalendere "kış geliyor" demişler, "titremeye hazırım" diye cevap vermiş*: Hiçbir şeyi kendine dert edinmeyen kimse, yaşamdaki en sevimsiz, hatta rahatsız durumları bile hoş karşılayabilir.
  • Kapına geleni hayır bil, ne verirsen hayır bil: Misafirlere ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmenin önemini ve bu davranışın hayırlı bir iş olduğunu ifade eder.
  • Kapına geleni Hızır bil, ne verirsen hazır bil: Gerçekten ihtiyacı olanlara yardım etmekten kaçınmamalı, çünkü mutlaka bir mükafatı vardır.
  • Kardan aslandır, güneş görmeye gelmez: Güçlü gibi görünmesine rağmen gerçekte zayıf veya dayanıksız olan bir kişinin zorluklar karşısında dayanamayacağını anlatır.
  • Karıncanın zevali gelince kanatlanır*:
    1. Bir şeyin sonuna yaklaşıldığında ya da bir kişinin durumu kötüleştiğinde, genellikle olağanüstü veya beklenmedik bir davranış sergileyebileceğini ifade eder.
    2. İnsan haddini aşarsa sonu gelmiş demektir.
  • Karnı acıkan katık istemez, uykusu gelen yastık istemez (Uyku geldi neylesin yastık, karın acıktı neylesin katık): Karnı aç olan kimse yemek seçmez. Yorgun ve uykusuz kalmış kişi de nerede olursa uyuyabilir.
  • Kart gâvur imana gelmez: İnsanların yaşlandığında kökleşmiş alışkanlık ve inançlarının değişmesinin çok zor olduğunu ifade eder. İleri yaştaki birinin düşünce ve yaşam biçimini tamamen değiştirmesi neredeyse imkânsızdır.
  • Kaşığa ne gelirse bahtına: Bir insanın karşılaştığı her şey kaderinde yazılandır. Onun için kabul etmekten başka çaresi yoktur.
  • Kaz gelen (gelecek) yerden tavuk esirgenmez*: Büyük çıkarların sağlanabileceği bir iş için ufak tefek armağan ya da bağışlardan kaçınılmaz.
  • Kaza gelince us pusar (Kaza gelince göz kör olur): İnsan büyük bir felaketin içine düştüğü zaman, ne kadar bilgi sahibi olursa olsun, o telaşla unutur.
  • Kaza geliyorum demez (Kaza görüne görüne gelmez)*: Kaza, beklenmedik bir zamanda, ansızın olur. Bu yüzden her ihtimale karşı önceden önlem alınmalıdır.
  • Kaza görünerek gelmez, karı bükülüp ölmez: Başa gelecek kaza kendini belli ederek gelmez. Yaşlanan insan da eceli gelmedikçe ölmez.
  • Keçinin eceli gelince çobanın değneğine sürünür: Kişinin kötü bir sona yaklaştığında, bu sona ulaştıracak davranışlar sergilemeye başladığını ifade eder. Yani, kaçınılmaz bir son yaklaştığında, kişi bu sonu hızlandıracak davranışlar yapar.
  • Kedisi farelerle hoş geçinen bakkalın dükkanından hayır gelmez: Kötü işleri, kötü alışkanlıkları veya olumsuz durumları tolere eden veya hoş gören kişilerin işlerinin başarılı olmasının zor olduğunu ifade eder.
  • Kendine gelince eyvallah, halka gelince illallah: Bazı bencil kimseler her işte öncelikle kendi çıkarlarını düşünürler. Başkalarının ne yapacağı onları ilgilendirmez.
  • Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner*: Hayatın sürekli değişim içinde olduğunu ve her şeyin zamanla tersine dönebileceğini anlatır. Bugün sahip olunan gücün ve durumun, yarın değişebileceğini, her şeyin planlandığı gibi gitmeyebileceğini ifade eder.
  • Kesilen baş yerine gelmez gelse de hayır gelmez: Kesin olarak yapılıp sonuçlandırılan iş, eski durumuna getirilemez.
  • Kıbleden geldi kışımız, Allah'a kaldı işimiz: Gelen kötü hava şartları zorlu geçecek mevsimin habercisidir (kıble: Güneyden esen rüzgâr).
  • Kıl namazı, tut orucu, gelmez (hesap) sorucu: Namazını kılıp, orucunu tutan kimseye Allah her işinde yardımca olur, kötülüklerden uzak yaşatır.
  • Kırk yıl kıran olmuş, eceli gelen ölmüş*: Salgın ve öldürücü hastalık da olsa eceli gelmeyen ölmez.
  • Kırk yılda bir ölet olur, eceli gelen ölür*: Salgında ve felakette bile yalnız eceli gelen ölür, ömrü olan sağ kalır.
  • Kısmet ise gelir Hint'ten Yemen'den, kısmet değilse ne gelir elden*: Allah bir şeyi size kısmet etmişse o mutlaka size gelir, kısmet etmemişse yapacak bir şey yoktur.
  • Kış geldi, başımıza iş geldi: Kış aylarının zorluk ve sıkıntılar getirdiğini ifade eder. Kış, açık hava işlerini zorlaştırır ve günlük yaşamda çeşitli zorluklara neden olur.
  • Kış hazırlığı gör de yaz gelirse kadere: İnsan, işleri hep ters gidecek gibi önlem almalıdır; bu sayede işler kötü giderse zarara uğramaz, yolunda giderse de elbet daha çok sevinir.
  • Kız dediğin kapı şakşahısı; gelen çalar giden çalar: Evlilik çağındaki kızların çok fazla talibi ve kendisiyle ilgilenen insanın olabileceğini ifade eder. Evlilik konusunda kızlara yönelik taleplerin ve ilginin yoğun olabileceğine işaret eder.
  • Kişinin başına gelen ağzından çıkandır: Kişi bazen söylediği sözlerin kurbanı olur.
  • Komşudan gelenle doyulmaz: Komşu ne kadar iyi olsa da bir insana geçimini sağlayacak kadar yardımda bulunamayabilir.
  • Konuğun rızkı ardından gelir: Gelen misafiri en iyi şekilde ağırlarsan, kazancın daha da artar. İnsan misafir geliyor masraf çıkacak diye üzülmemelidir.
  • Kös dinlemişe davulun sesi vız gelir: Başından büyük olaylar geçmiş kişi küçük dertleri sorun etmez (kös: Savaşlarda, alaylarda at, deve veya araba üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul).
  • Kötü gelmeyince iyinin kadri bilinmez: İnsan elindekini beğenmeyip daha kötüsüne muhtaç kaldığı zaman elindekinin kıymetini anlar.
  • Kumarbazın iki yakası bir araya gelmez: Kumar alışkanlığı olan insanlar borç ve sıkıntıdan kurtulamazlar.
  • Kul kazasız olmaz, kaza görünerek gelmez: Hayatında hiç felaket yaşamamış kişi olmaz. Kazanın nerden ve ne zaman geleceği de belli olmaz.
  • Kula bela gelmez Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz kul azmadıkça*: Kişinin başına gelen kötülüklerin sorumlusu kişinin kendisidir. Kişinin başına azgınlığı ve günahları yüzünden felaket gelir.
  • Kurdun adını ağzına alırsan kurt gelir: İnsan bir olaydan ne kadar korkar, çekinirse o olay çoğu zaman başına gelir.
  • Kuru kaşık ağza hoş gelmez, büyük söyleyen akşama yetmez: Değersiz bir şey kimsenin hoşuna gitmez, yalan söyleyerek kendini önemli biri gibi göstermek isteyen kişinin yalanı da kısa sürede ortaya çıkar.
  • Lafla dükkan açılmaz, yok yere etme savaş, Selman-ı Pak da gelse parasız olmaz tıraş: Sadece konuşarak işlerin yürütülemeyeceğini ve her işin bir bedeli olduğunu ifade eder.
  • Leyleği kuştan mı sayarsın, yazın gelir kışın gider* (Leylek benim nice komşum, yazın gelir kışın gider):
    1. Bazı insanlar çok çalışkan ve hevesli görünürler, ama bir süre sonra bıkar işi bırakırlar.
    2. Bazı insanların dürüstlüğü, çalışkanlığı iyi huyluluğu gelip geçici olur.
    3. Koşullar sertleştiğinde ya da zorlaştığında yan çizenlere güvenmemek gerekir.
  • Lodos cehennemden, poyraz cennetten gelirmiş: Lodos sıcak, poyraz serin eser.
  • Merhamet imandan gelir: Bağışlayıcı ve hoşgörülü olmanın dini bir gereklilik olduğunu, gerçek merhametin güçlü bir inançtan kaynaklandığını ifade eder. Gerçek iman sahibi olan kişiler, başkalarına karşı merhametli ve şefkatli olurlar.
  • Meşveretsiz yapılan şeyden hayır gelmez: Bir işi yaparken başkalarının görüşünü almadan hareket etmenin doğru sonuç vermeyeceğini anlatır. Ortak akıl ve istişare ile alınan kararların daha hayırlı ve sağlam olacağına işaret eder.
  • Mısıra "yağmur geliyor" demişler, "çapan birlik mi?" demiş*: Mısır bol su ister ama çapalanmazsa sudan gereği gibi yararlanılmaz.
  • Misafir kısmeti ile gelir*: Misafir geldiği evde ya ona da yetecek kadar fazla yiyecek bulunur ya da beklenmedik bir yerden o sırada yiyecek geleceğine inanılır.
  • Misafir on kısmetle gelir, birini yer, dokuzunu bırakır*: Misafirin ev sahibine fazla bir yük yüklemeyeceğini, Allah'ın misafirin yediğinden kat kat fazlasını ev sahibine vereceğini anlatır.
  • Misafirin iyisi gelir gider kuş gibi, misafirin kötüsü oturur baykuş gibi: İyi misafirin ev sahibini yormadan kısa süre kalıp gittiğini, kötü misafirin ise uzun süre kalarak rahatsızlık verdiğini anlatır.
  • Müdara ile çok düşmanın hakkından gelinir: Düşmanı etkisiz hale getirmenin en etkili yolu ona dostça yaklaşarak en zayıf yerini bulmaktır (müdara: yüze gülme, iyi geçinme).
  • Ne dilersen eşine o gelir başına*: Sen başkaları için iyi şeyler dile ve yap ki başkaları da senin için iyi şeyler dilesin, yapsın.
  • Ne gelirse kula, Hak'tan gelir: Her şey insanın kaderinde yazılıdır. Bu kaderi de hazırlayan Allah olduğuna göre sonuçta her şey Allahtan gelir.
  • Neler gelmez felekten, develer geçer elekten: Kişinin talihi açıksa en olmadık işler oluverir, nasibini en olmadık yerlerden kazanır.
  • Oğlan olduğu yere, gelin geldiği yere: Evlenen erkek kendi yaşadığı çevrenin geleneklerine bağlı kalırken, evlenen kız ise gelin gittiği yerin geleneklerine ve yaşayış tarzına uymak zorunda kalır.
  • Ödünç güle güle gider, ağlaya ağlaya gelir:
    1. Ödünç verilen şey geri alındığında eskisi kadar yeni ve sağlam olmaz.
    2. Borç verirken borçluda, alacaklı da güler yüzlü olur. Ödeme günü yaklaştığında araları açılır.
  • Öfke gelir gider, kelle gider gelmez: Öfkenin geçici bir duygu olduğunu, ancak öfke anında yapılan hataların geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabileceğini ifade eder. Bu durum, öfkeyle hareket etmenin tehlikeli olabileceğini ve düşünmeden verilen kararların kalıcı zararlar yaratabileceğini vurgular.
  • Öfke gelir göz kızarır, öfke gider yüz kızarır (Hırs gelir göz kararır, hırs geçer öz kararır): İnsanın öfkeli anında olağan görerek yaptığı kırıcı davranışlar öfkesi geçip normale döndüğüne utanç ve pişmanlığa dönüşür.
  • Öfke önden gider, akıl arkadan gelir: Öfkesine hakim olamayan, mantıklı düşünemez; aklı başına geldiğinde ise iş işten geçmiş olur.
  • Öküze boynuzu yük olmaz (ağır gelmez)*: Kişiye kendi işi ve yakınlarının sorumluluğu ağır gelmez.
  • Öküzün boynuzuna konan sivrisinek sormuş: "Sana ağır gelmiyorum ya?" Öküz "Sen orada mıydın?" demiş: Güçsüz ve beceriksiz bazı insanlar bulundukları duruma bakmadan kendisinden kat kat üstün kişilerle yarış etmeye kalkarlar, ama o kişiler onların varlığına bile aldırmazlar.
  • Ölüme giden gelmiş, paraya giden gelmemiş: Para getirmeye giden kişinin bu işten başarıyla gelmesi, ölünün diriltilmesinden daha güçtür.
  • Ölümle misafir ansızın gelir: İnsanın sağlıklı ya da hasta olması, hiç fark etmez; ölümün ne zaman ve nasıl geleceği bilinemez. Bu yüzden devamlı ölüme hazırlıklı olmalıyız. Aynı şekilde çoğu zaman misafir de ansızın gelir ve her an misafir gelecekmiş gibi derli toplu, ikram için hazırlıklı olmalıyız.
  • Ölünün malı diriye az gelir: Çalışıp emek vermeden miras yoluyla elde edilmiş malın kıymeti pek bilinmez.
  • Önüne geleni kapar, ardına geleni teper*: Herkese saldıran, herkesi inciten; katır huylu.
  • Öpülecek yanak dudağa yakın gelir: Güzel ve değerli şeylere daha kolay ulaşılabileceğini anlatır. Bir şey ne kadar değerli ve yakınsa, ona ulaşmak o kadar kolay olur. Aynı zamanda, yakınlık ve samimiyetin de önemini vurgular.
  • Pekmez gibi malın olsun, Antakya'dan sinek gelir*: Güzel malı olan kimse, alıcı kaygısı çekmez. Onun malına uzak yerlerden bile alıcı çıkar.
  • Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir*: Bir olayın veya işin nasıl sonuçlanacağının, başlangıçtaki ya da o anki gelişmelerden anlaşılabileceğini ifade eder. Yapılan hazırlıklar, gösterilen çaba ve gidişat, gelecekteki sonucu büyük ölçüde belirler.
  • Sabreyle işine, hayır gelsin başına*: Bir işi yaparken acele etmez, sabrederseniz hayırlı sonuçlara varırsınız.
  • Sakla samanı gelir zamanı*: Gelecekte meydana gelebilecek sıkıntılar için önceden hazırlık yapılmalıdır.
  • Satılık ziftin olsun, Selânikten kel gelir*: İşe yaramaz sandığın bir malı satılığa çıkarırsan akla gelmeyen yerlerden onu arayanlar gelir.
  • Sanatına güvenenin para ayağına gelir: Yaratıcı, becerikli kimse işsiz kalmaz. Ona ihtiyaç duyanlar kendisini bulurlar.
  • Sel ile gelen yel ile gider (Yel gibi gelen sel gibi gider / Sel gibi gelen çay gibi gider)*: Emek harcanmadan sağlanan kazançtan hayır gelmez, nasıl geldiyse öyle harcanır.
  • Selden gelen suya gider*: Kolay ve emeksiz kazanılan şeyler elden kolay çıkar.
  • Sen giderken ben geliyordum*: "Senin şimdi öğrenmekte olduğunu ben çoktan biliyordum, senden daha tecrübeliyim, beni aldatamazsın" anlamında söylenir.
  • Serçe ile konuşanın sesi semadan gelir: Yüksek konumda olan kişilerle dostluk kuran kişinin, onlara uyum sağlamak için yaşam tarzını buna göre düzenlemek zorunda olduğunu ifade eder.
  • Sevilmeyen gelinin selamı yanlış gelir: Sevilmeyen veya hoşlanılmayan bir kişinin yaptığı en küçük davranışın bile yanlış anlaşılacağını ifade eder. Birinin başkaları tarafından sevilmediği durumlarda, ne yaparsa yapsın olumsuz bir şekilde değerlendirileceğini ve en basit hareketinin bile eleştirileceğini anlatır.
  • Sinek bir damla pekmeze konar, bir fıçı sirkeye gelmez: İnsanların tatlı ve hoş olan şeylere daha çok ilgi gösterdiklerini, sert ya da tatsız şeylerden ise kaçındıklarını ifade eder. Küçük bir iyilik veya naziklik, büyük bir sertlikten daha etkili ve çekici olur.
  • Sonra gelen kapıyı kapar: Bir işte, bir fırsatta ya da bir durumda en son gelen kişinin işleri tamamladığını veya son noktayı koyduğunu ifade eder.
  • Söz var gelir geçer, söz var deler geçer*: Bazı sözlerin yüzeysel ve geçici etkiler yarattığını, bazılarının ise derin etkiler bıraktığını ifade eder.
  • Sükut ikrardan gelir*: Susmak kabul etmek demektir.
  • Şeytanın işine gelirse Kur'an'dan bahseder: Çıkarına uyduğu zaman en kötü insanların bile dini veya doğru sözleri kullanabileceğini anlatır. Gerçek niyet samimiyetten değil, menfaatten anlaşılır.
  • Takke ayağa, terlik başa gelmez: Her şeyin yerli yerinde olması gerektiğini anlatır. Uygunsuz veya yanlış yerde kullanılan şey amacına hizmet etmez.
  • Tan gelsin, hayrı beraber gelsin: Her yeni günün sadece aydınlığıyla değil, beraberinde iyilik ve bereketle gelmesi dileğini ifade eder. İnsan, sabahı yalnızca zamanın ilerleyişi olarak değil, umut ve güzelliklerin başlangıcı olarak görmelidir.
  • Taş ıraktan (uzaktan) gelmez: Kıskançlık, düşmanlık, nankörlük, ihanet vb. gibi olumsuz ve kötü davranışların genellikle bizi tanıyan ve yakın çevremizdeki kişilerden geldiğini vurgular.
  • Taşla gelene aşla çık: Biri sana kötülük yapmaya kalktığı zaman sen ona sevgi göster, yumuşak davran ve iyilikle karşılık ver; o da utanır bu niyetinden vazgeçer.
  • Tavus sesi ıraktan kaba gelir: Güzel ve değerli şeylerin uzaktan fark edilemeyeceğini, yakından ve derinlemesine incelemek gerektiğini ifade eder. Bazen bir olayın ya da durumun gerçek güzelliğini anlamak için ona yakın olmak ve detaylarına inmek gerekir.
  • Tazısız ava çıkan tavşansız eve gelir: Hiçbir hazırlık yapmadan veya gerekli araçları kullanmadan bir işe kalkışan kişinin başarısızlığa uğrayacağını ifade eder.
  • Tembeli oduna göndermişler, dağı yüklenip gelmiş: Tembel, sadece odun kesmek gibi basit bir iş için gönderildiği halde, odun kesmek için uğraşmamak ve tekrar tekrar odun için gitmekten kaçınmak için dağı yüklenip getirmiştir. Bu atasözü, tembel bir kişinin, basit bir işi yapmak yerine daha zor bir çözümü tercih ederek işi daha da kolay hale getirdiği durumu ifade eder.
  • Temizlik imandan gelir (Nezafet imandandır): Maddi ve manevi temizliğin inancın bir parçası olduğunu ifade eder. Temiz olmak, hem Allah'a yakın olmanın hem de dini yaşamanın temel gereklerinden biridir.
  • Tilkinin dönüp (gezip) dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır*: İnsanların eninde sonunda başladıkları yere ya da kaçınılmaz sonuca geri döneceklerini anlatır. Bu, kişinin ne kadar dolaşırsa dolaşsın, eninde sonunda tanıdık veya kaçınılmaz bir yere döneceği anlamına gelir.
  • Türkün aklı sonradan gelir: Türkler bir işi yapar, daha sonra o işten daha iyisi akıllarına gelir.
  • Ulu kuşun kısmeti/nasibi ayağına gelir: Kısmeti büyük olan kişinin rızkının ve şansının kendiliğinden onu bulacağını anlatır. Sabırlı ve güçlü olana ihtiyaç duyduğu nimet uzak kalmaz. Açgözlü olmayan insan hedefe kolay varır.
  • Ustamın adı Hıdır, elimden gelen budur: Gücüm bu kadarını yapmaya yeterlidir. Daha çoğunu ya da iyisini yapmamı beklemeyin.
  • Uyku geldi bedene, ne mutlu kalkıp gidene* (Uyku girmiş bedene, Allah razı olsun gidene): Ziyaret süresini fazla uzatmayan, zamanında gitmesini bilen ziyaretçiye ne mutlu.
  • Uyku geldi neylesin yastık, karın acıktı neylesin katık: Kişi açlığa ve uykusuzluğa dayanamaz.
  • Vakit gelmeden horoz ötmez: Her şeyin belirli bir zamanı olduğunu ve bu zamandan önce gerçekleşmeyeceğini ifade eder; sabır ve zamanlamanın önemini vurgular.
  • Vardı bağım malım, gelirdi kardeşlerim; tükendi yağım balım, gelmiyor kardeşlerim: Zengin ve varlıklı olduğu zaman çevresinde çok dost ve arkadaş bulunan kişinin, varlığı azaldığında bu çevrenin de küçüldüğünü ifade eder. Bu atasözü, insanların çoğu zaman zenginliğe veya iyi duruma göre değerlendirildiğini ve bu durumun çevrelerini nasıl etkilediğini vurgular.
  • Varışına gelişim, tarhana aşına bulgur aşım*: Sen bana ne kadar değer verir, yakınlık gösterirsen benden de o ölçüde karşılığını alırsın.
  • Venedik'ten tiryak gelinceye kadar Mısır'da adamı yılan helak eder: Bir işin gerçekleşmesi sonucunda olumlu şekilde yararlanacak insanlar, bu işin gecikmesiyle zarara uğrarlar.
  • Veresiye veremem, ardınsıra gelemem, gelirsem de bulamam, bulursam da alamam: Veresiye verilen şeylerin parasının alınmasının zor olacağını ifade eder. Borç verildiğinde, kişinin ardından koşmak, bulmak ve alacağını tahsil etmek zor bir süreç olabilir.
  • Yarının gelişi bugünden bellidir: Gelecekteki durumların genellikle bugünkü gelişmelerden ve davranışlardan tahmin edilebileceğini ifade eder. İnsan, yarını şekillendirenin bugünkü tutum ve eylemler olduğunu unutmamalıdır.
  • Yatsıdan sonra nara, hoş geldin Bayram ağa: Olaylar sonuçlandıktan sonra, sonucunu değiştirmeye çalışmak boşunadır.
  • Yel essin, kokusu gelsin: Yapılan hiçbir şeyin gizli kalamayacağını ve eninde sonunda duyulacağını ifade eder. Her eylemin bir etki ve iz bırakacağına dikkat çeker.
  • Yel gelen deliği kapamalı: Tehlikenin nereden geleceğini biliyorsan, o noktaya karşı önlemlerini alman gerektiğini ifade eder.
  • Yel gibi gelen, sel gibi gider: Aceleyle yapılan işlerin genellikle kalıcı ve dayanıklı olmadığını ifade eder. Hızlı ve düşüncesizce yapılan işler, uzun vadede başarısızlıkla sonuçlanabilir.
  • Yel gibi gelen yel gibi gider: Çabuk parlayan, olur olmaz her şeye sinirlenen kimselerin öfkesi uzun sürmez.
  • Yolu kaybedene köpek sesi bülbülden tatlı gelir: Zor durumda olan bir kişinin, o an için en acil ihtiyacını karşılayacak olan şeyin, normalde en değerli veya güzel bulduğu şeyden bile daha kıymetli olduğunu ifade eder.
  • Yüz verdik deliye, geldi çıktı halıya: Değmemesine karşın kendisine önem verilen eğitimsiz, utanmaz, anlayışsız kişi şımarır, azar ve terbiyesizce davranışlarda bulunur.
  • Zehirden şifa, hainden vefa gelmez: Zararlı ve güvensiz kişiden iyilik beklemenin boşuna olduğunu anlatır. Doğası kötü olandan hayırlı sonuç çıkmaz.
  • Zemheriden sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez: Hem tarımda hem de toplumsal yaşamda zamanında yapılmayan işlerin sonuçsuz kalacağını anlatır. Zemheriden sonra ekilen tohumlar gibi, evine ve eşine gereken özeni göstermeyen kadınların da toplumda olumsuz bir şekilde değerlendirildiği vurgulanır. Türk kültüründe bu tür davranışlar hoş karşılanmaz ve önemli bir uyarı niteliği taşır.
  • Zenginlikle sıcaktan zarar gelmez: Zenginlik ve sıcaklık hayatı kolaylaştıran ve konfor sağlayan unsurlardır. Kötüye kullanılmadığı ve aşırıya kaçılmadığı sürece faydalıdırlar.
  • Zorlunun hakkından Allah gelir: En güçlü zorba bile Allah'ın intikamına yenilir.