Gönül vermek |
- Sevgi, şefkat, istek, düşünüş, anma ve hatır gibi yürekte varsayılan (iyi) duyguların kaynağı: Gönül ki güldür sana, açar muhabbet ile / Ondan tebessüm eder gönlü açan gördün mü? (B. Aksoy)
- İstek: Senin gönlün var mı yok mu çalışmaya? (S. Terzi). "De ki: Arınmaya gönlün var mı ?" "Seni doğru yola ileteyim" (Ta-Ha Suresinden)
- (tasavvuf) Allahu Teala'nın insanda tecelli ettiği yer, tasavvufî aşkın kaynağı: O'nu seven gönül, bir başkasını sevmeye kendinde mecâl bulamaz. (M. N. Bursalı)
Gönül ile ilgili deyimler ve anlamları
İçinde "gönül" kelimesi geçen deyimler, açıklamaları ve örnek cümleler:
- Gönül açmak: (Neşe verici şeyler) İnsanın iç sıkıntısını gidermek: Güzelliklerle süslü her köşesi gönül açar, ve onu seyreyleyen her kişi yeniden doğmuşçasına her dem yeni bir hayat kazanır. (H. Yorulmaz)
- Gönül akıtmak: Aşık olmak, sevmek: Meğerse bize gönül akıtmış... Yolumuzu gözler, erliğimizi özler olmuş. (K. Tahir)
- Gönül (gönlünü) almak: Ufak da olsa bir armağanla sevindirmek, hoşnut etmek: Gönül almak o kişinin duasını almak demektir. (M. İyi)
- Gönül alçaklığı: → Alçak gönüllü
- Gönül avlamak: Huyunu suyunu yakından bilerek olumlu davranışta bulunmak, tavlamak: Çünkü sözleri samimi değil ... Gönül avlamak, dünyalık temin etmek için olsa gerek. (M. Z. Kotku)
- Gönül (gönlünü) avutmak: Hoşça vakit geçirmek: Sevda bağında gönül avutmak ve hayatın zevklerine kanmak ister. (İ. Arslan)
- Gönül bağlamak: Bütün sevgisiyle bağlanmak içten sevmek: Ey iki gözünü dünyaya dikmiş, ona gönül bağlamış adam, Allah tarafına meylet ki, dünyalar ardınca sürüklensin... (İ. Sarı)
- Gönül bulandırmak: İnsanın içine tasa, üzüntü, kuşku düşürmek: Susuyorsun; biliyorum, kimbilir ne akıl karıştırıcı, ne gönül bulandırıcı karşılıklara hazırlanıyorsun? (N. F. Kısakürek)
- Gönül çekmek: Aşık olmak, sevdaya düşmek: Bu çocuk ne güzel saz çalıyor böyle... Çok mu gönül çekmiş... (C. Uçuk)
- Gönül (gönlünü) eğlendirmek: Sözde bir ilgi ve sevgi göstererek bir şey ya da kimseyle hoşça vakit geçirmek: Söylesene ben gönül eğlendirmek için sevmiş gibi yapacak adam mıyım? (Ü. Burhan)
- Gönül gezdirmek (dolaştırmak): Seçim yapamayıp ayrı ayrı birçok şey üzerinde durup düşünmek: Çiçekten çiçeğe dolaşan arı gibi tabiatın kuvvetli bir itmesiyle güzellikten güzelliğe gönül gezdirmek gibi bir duyguya dayanamaz. (Türk Dili)
- Gönül hoşluğuyla (rızasıyla): Hiçbir baskı olmaksızın, gücenip kırılmadan, isteye isteye: Verilen her işi gönül hoşluğuyla yapıyordu (Y. Bahadıroğlu). "Kerimeniz hanım, Halit Bey'in oğlu tarafından zor kullanılarak kaçırılmamış ki. Bu iş, gönül rızasıyla olmuş. İki gencin birbirlerini sevdiklerini evvelce de size arz etmiştim..." (K. Bilbaşar)
- Gönül indirmek: (Bir kimse) Önceden beğenmediği şeye sonradan razı olmak: ... çıkmağa razı olduğunda, daha doğrusu, gönül indirdiğinde, arkadaşlığımız kuruluverdi. (İlgili cümle kaynağı: B. Karasu)
- Gönül (gönlünü) kaptırmak: Aşık olmak, duyduğu aşırı sevgiden kendini alamamak: "Bir kıza gönül kaptırmak insanın elinde midir?" Ve kendi sualinin cevabını yine kendisi verdi: – Elbette değildir (M. Z. Korgunal). Vaktiyle mahallenin güzel kızı Gönül Hanım'a gönlünü kaptırmış, onun gönlünü yapmış, evlenmişler, gönül dolusu sevgilerle çoluk çocuğa karışmışlardı. (T. Özeke)
- Gönül kırmak (yıkmak): Birini incitip gücendirecek, üzecek bir davranışta bulunmak: Gönül yıkmak nerede ise Kabe'yi yıkmak ile eş tutulmuştur. Çünkü insanın kalbi Rabbin nazar ettiği tek yerdir. Bu nedenle gönül kırılmamalı, gönül incitilmemeli, gönlü geniş olunmalı, gönül kazanmalı ve gönül köşkü imar edilmelidir. (H. İ. Kurucan)
- Gönül koymak: Gücenmek, alınmak, darılmak: Kaptan üzüldü sustu, içten ya sabır dedi / Gönül koydu bu söze amma cevap vermedi... (Mesnevi'den)
- Gönül okşamak: Birini güzel bir söz ya da hoş bir davranışla sevindirmek: Uzattığım el kalbine değdi / Gönlünü okşadı seni sevdi / Aşkın sarhoşluğu beni benden etti / Ben böyle güzeli, nasıl sevmem? (T. Kurtuluş)
- Gönül vermek: İçten sevmek: Gönül verdi yaşıtı bir delikanlıya. (A. Neşet)
- Gönül yapmak: Bir kimsenin gücenikliğini giderecek ya da önleyecek davranışta bulunmak: Gönül yapmak gelmiyorsa elinden / Bari gönül incinmesin dilinden. (Mevlana Hz.)
- Gönül yıkmak: İyice gücendirmek, gönül kırmak: Gönül yarasından sakınmak gerek / Yoktur cihanda onun merhemi / Elinden gelirse gönül yıkma ki / Yıkık gönlün ahı yıkar âlemi. (S. Şirazi)
- (Birini) Gönülden çıkarmak: Sevmez ya da anmaz olmak: Ne ettin halka kim yüzün çevirdi / Sevenler cümle gönülden çıkardı (Aşık Paşazade)
- Gönülden çıkarmamak: Sevilen kimseyi hiç unutmamak: Allah sevgisini gönülden çıkarmamak lâzımdır. Zalimlere belâ, mazlumlara yardım eden o, Büyük Allah'tır. Vatanı için savaşanların her zaman yanındadır. Ey Müslümanlar!... (E. B. Şapolyo)
- Gönülden geçirmek: Dışa vurmadan, bir şey yapmayı istemek ya da bir şeyin olmasını dilemek: Hoşuna gidince bu bahçeyi sahibinden almayı gönlünden geçirdi. (M. S. Ramazanoğlu)
- Gönülden ırak olmak: Sevilmekten yoksun kalmak, sevilmemek: Gözden ırak olan gönülden ırak olmuyor, tam tersine zaman geçtikçe gönlünü de zihnini de daha fazla dolduruyordu. (O. Akçizmeci)
- Gönlü akmak: Birine ya da bir şeye karşı güçlü bir sevgi duymak: Göz göze gelmişler. Kızın birden gönlü akmış delikanlıya. (M. Türkkan)
- Gönlü bulanmak: İçine bir kuşku, üzüntü, tasa düşmek: ... gönlü bulandı ve aklına kötü şeyler gelmeğe başladı. (B. Ögel)
- Gönlü çekmek: İmrenip istemek: Mevsimin son güneşlik havasında bahçede kalmayı gönlü çekti. (S. Erol)
- Gönlü çelinmek: Kapılmak: Cahil kız, yavaş yavaş gönlü çelinmiş... (R. H. Karay)
- Gönlü çökmek: Yürek gücü sarsılmak, maneviyatı bozulmak.
- Gönlü düşmek: Aşık olmak: Fakir ama çok yakışıklı olan bu delikanlının o zengin ağanın kızına gönlü düşmüş. (E. Sarı)
- Gönlü hoş olmak: Memnun olmak, hoşnut olmak, razı olmak: Artık Sultan'ın gönlü hoş olmuştu. İmparator'a barış bahşetti. (Z. Danışman)
- Gönlü ısınmak: Kanı kaynamak, sevgi ve yakınlık duymak, içi ısınmak: Kızına hak veriyordu. Delikanlıya da gönlü ısınmıştı birden. Koca bir imparatora meydan okuyan bu yiğit, tedavi edilmeye lâyıktı. (Y. Bahadıroğlu)
- Gönlü ilişmek: → Gönlü takılmak.
- Gönlü istemek: Dilemek, kuvvetle içten arzulamak: Gönlü uçmak istiyordu. Uçup da o efsunlu kitaba: İlmi Aşk'a konmak istiyordu. (F. Duman)
- Gönlü kalmak:
- İsteyip de edinemediği bir şeye karşı isteği süre durmak: Gönlüm kaldı gül kokulu yârimde / Gülü dikeniyle dağlayamam ki (M. İncialan)
- Gücenmek.
- Gönlü kanmak: Bir iş konusunda tasası kalmamak, gönülden rahatlamak: Onların sohbetinden keyif aldı, gönlü huzura kandı. (S. Şirazi)
- Gönlü kararmak: Yaşamaya karşı sevgi ve isteği kalmamak, yaşama sevincini yitirmek: Karısının ölümünden sonra adamcağızın gönlü karardı. (N. Muallimoğlu)
- Gönlü kaymak: Sevmeye eğimli olmak: ... güzelliği methedilen kıza Cem'in gönlü kaymış, kız da Cem'i sevmişdi. (N. Tektaş)
- Gönlü kırılmak: Üzülmek, incinmek, yerinmek: Gemici bu söze alındı, gönlü kırıldı, fakat cevap vermedi. (E. D. Akarlı)
- (Bir şeyde) Gönlü olmak: Sevip istemek: O bir kere gönlü oldu mu bir daha ölür de senden vazgeçmez. (N. Cumalı)
- (Bir şeye) Gönlü olmak: Razı olmak: Sonunda babasının gönlü oldu da evlendik. (K. Tahir)
- Gönlü rahat olmak: Sıkıntısı, tasası olmamak: Kötülük işlemediği için de gönlü rahattı. (A. Zeynep)
- Gönlü razı olmamak: İstememek: "Beni bu halde bırakmaya gönlü razı olmadı, beni kurtarmaya geldi" diye sevinmişti. (K. A. Çakman)
- Gönlü takılmak: Bir şey, gönlünü kendine doğru çeker olmak: Orada çok güzel bir cariyeye gönlü takıldı. (S. Yolaçan)
- Gönlü tutuşmak: Aşık olmak, vurulmak: Allah muhabbeti ile gönlü tutuşan Velî, "Kim o?" diye seslendiğinde, dışarda ki: "Allah diyen birisi!" dediği zaman, yıldırım gibi yerinden koşup onun ayaklarını öpmüş... (N. Çarpan)
- Gönlü varmamak: İstek duymamak, istememek, çekinmek: Sevdiği son köpekten sonra, gönlü varmamıştı bir başkasını beslemeye. (A. A. Akçam)
- Gönlü (gönlüne) yatmak: İsteğine uygun gelmek, içine sinmek: Hayırlı bir iş olduğuna gönlü yattı (O. Keskinoğlu). Seyyid Battal Gazi, kızı görünce onun tatlılığı ve güzelliği gönlüne yattı. (M. F. Gürtunca)
- Gönlünde kalmak: Çok istediği hâlde ulaşamamak, elde edememek: Sevdaların vardı gönlünde kaldı / Tüm hayallerini mevsimler çaldı. (H. Yıldırım)
- Gönlünde (veya gönüllerde) taht kurmak: Birisi (veya herkes) tarafından çok sevilir, sayılır olmak: Yalnız Anadolu insanın değil, bütün dünyanın gönlünde taht kurmuş halk bilgemiz Nasreddin Hoca, tarih boyunca Türk-İslam dünyasının gülen yüzü olmuştur. (İ. Sarı)
- Gönlünden geçirmek (geçmek):
- Bir şeyin olmasını veya bir şey yapmayı istemek: Hacca gitmeyi gönlünden geçiriyordu. (İ. Pala)
- Düşünmek: Gönlünden öyle geçiriyordu ki onun, bu hali vefasızlıktan değil, sabretmesi padişahlık icabıdır. (N. Gencevi)
- Gönlünden kopmak: Birine ufak bir yardımla iyilik yapma ya da karşısındakini hoşnut edecek bir davranışta bulunma isteği uyanıvermek: Kışı çıkarmayacak olsa da gönüllerinden kopmuş, biraz kömür, biraz da odun getirmişlerdi evimize taziyeleriyle birlikte.
- Gönlüne ateş düşmek:
- Büyük bir acı ve üzüntüye düşmek, yakıcı bir endişe duymak: Konya'da pek çok para kazanmıştı. Lâkin, gönlüne bir ateş düşmüş, bu paranın büyük bir kısmını tövbe ve istiğfar ile Mevlâna'ya getirmişti, "Bunu kabul edin, beni affetsin, onun bir hizmetine kullanın," diye... (N. Araz)
- Aşık olmak, vurulmak, yüreğine ateş düşmek: Sevdasından vazgeçer miydi hiç. Geçmezdi. Geçemezdi. Bir kez gönlüne ateş düşmüştü... (Gökmenzâde)
- Gönlüne doğmak: İçine doğmak, olacak bir şeyi belirtisi bile yokken hissetmek: Öleceği gönlüne doğmuş her halde.
- Gönlüne dokunmak: Üzülmek, rahatsızlık duymak: Nasılsa Çelebi Hüsâmeddin'le tartışmış, birazcık gönlüne dokunmuş. (Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî)
- Gönlüne girmek: Kalbine girmek: ... önce hayatına sonra da gönlüne girmişti. Daha da ileriye giderek evlenmiş, kızının babası olmuştu. (H. S. Yılmazer)
- Gönlüne göre:
- Dilediğine göre: Hepimizin gönlüne göre versin bize can veren Allah... (F. Kadri)
- İyi kalpliliğine yaraşır yolda: Gönlüne göre bir şey bulamamıştı üç senedir. İşte bu tam gönlüne göreydi. Nasıl da yakışırdı Sevgi'ye... (Ş. Yaşar)
- Gönlünü açmak: İçini dökmek: Gönlünü açtı / İlk mektubu hemen orada yazdı (M. Adıbeş)
- Gönlünü almak: Kırılan bir kimseyi güzel bir davranışla hoşnut etmek: Sultan ona atalık tutumuyla güzel sözler söyleyip gönlünü aldı. Kendisini muazzam bir köşke yerleştirdi. Pek çok iltifatlar eyledi. (A. Şimşirgil)
- Gönlünü aydınlatmak: İçine ferahlık vermek, mutlu etmek: Gösterdiği mucize ve tatlı tebessümü çobanın gönlünü aydınlatmıştı. Mübarek yüzüne saf ve samimi bakışlarla tatlı tatlı baktı bir süre. Sonra: "Şüphem kalmadı," dedi. "İnanıyorum ki Sen son peygambersin..." (S. Suruç)
- Gönlünü çalmak: → Kalbini çalmak
- Gönlünü çelmek: Birini kendine aşık etmek: Zaman geçer ve Prens Salim Şah gönlünü çelen bu güzel rakkase ile evlenmek ister. (E. Sarı)
- Gönlünü eğlemek: Mutlu, neşeli vakit geçirmek: Onu çok seviyor ve gönlünü onunla eğliyor. (E. B. Şapolyo)
- Gönlünü etmek (yapmak): Razı, hoşnut etmek: Babası bir kaç kere bu işin önüne geçmek istedi. Fakat o, babasına neler söyledi, nasıl gönlünü yaptı bilmiyorum, yine izin kopardı. (K. Nadir)
- Gönlünü hoş etmek: Birinin dileğini yerine getirerek onu sevindirmek: Allah'a bel bağladın; Allah da bütün o zorluklardan seni kurtardı, gönlünü hoş etti. (C. Aksu)
- Gönlünü kaptırmak: Aşık olmak: Görür görmez ona gönlünü kaptırdı. (İ. Baran)
- Gönlünü karartmak: Yaşamaya karşı sevgi ve isteğini azaltmak: İmansızlık, insanın yaşantısını ve gönlünü karartır. İman nuru ise ona huzurun ve mutluluğun kapılarını açar. (A. Zeynep)
- Gönlünü pazara çıkarmak: Kendine yakışanı arayıp seçmeden, rastgele birini sevmek, her önüne gelenle aşkî ilişkiler kurmaktan çekinmemek: Her şeyi düşünmeden, gönlünü pazara çıkarıp ilk karşılaştığı kişiye aşık olanlar genellikle hayal kırıklığına uğrarlar.
- Gönlünü serin tutmak: Sakin, soğukkanlı olmak, hemen heyecanlanmamak: Gönlünü serin tut kadınım.. Nasipten öteye yol yok... (T. K. Makal)
- Gönlünü söndürmek: Küstürmek, kırmak, incitmek.
- Gönlünü yaralamak: İncitmek, kırmak, üzmek: Kimi amcası, kimi komşusu, kimi akrabası olan bu insafsızların asılsız hakaretleri O'nun tertemiz gönlünü yaraladı. (M. Y. Kandemir)
- Gönlünün dümeni bozuk (olmak): Gönül işlerinde kararlı olamamak, isteği her an başka yönde değişmek: Gönlünün dümeni bozuk olduğunu düşünüyordu; bir gün birinden hoşlanıyor, ertesi gün başka birine ilgi duyuyordu.
- (Birinin) Gönlüyle oynamak: Sever görünüp sevmemek, avutmak: O, onun gönlüyle oynamaktan başka bir şey yapmıyor; sürekli ilgi gösterip sonra kayboluyor, onu olduğu gibi bırakıp gidiyordu.
- Geçinmeye gönlü olmamak: Herhangi bir konuda isteksizliğini belli etmek: Geçinmeye gönlü yok ki adını öğrensin. (Atasözü)
- Gözden gönülden çıkarmak: Önem vermemek, ilgisini kesmek: Benimlen böyle daş gibi mi duracaktın? Beni gözden gönülden çıkarıp atacak mıydın? (F. Baykurt)
- Gözü gönlü açılmak: Etrafında güzellikleri görerek ferahlamak, içi açılmak: Gül Baba'nın kulübesine doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü gönlü açılıyordu. (E. Sarı)
- Hatır gönül bilmek (saymak, tanımak): Kişilere karşı gösterilmesi gereken saygı kurallarına uymak: Sevecen, hatır gönül bilen, otuz yaşlarında, iyi niyetli güzel bir kızdı. (T. Konca)
- Hatır gönül yapmak: Birini tutum ve davranışlarıyla mutlu etmek.
- Hatır gönül yıkmak: Kişilere karşı gösterilmesi gereken saygı kurallarına uymamak: İnsanlara iyi davranan, herkese iyilik düşünen, hatır gönül yıkmamak için gayret sarf edenler iyi huylu insanlardır. (İmam Nesâî)
Gönül ile ilgili birleşik fiil ve kelimeler
- Gönül avcısı: Geçici aşklar arkasında koşan kimse, çapkın: Kadınlara düşkünlüğüyle tehlikeli bir gönül avcısı olarak yer etmişti herkesin gönlünde. (A. Çelik)
- Gönül bağı: Sevgi bağı: Ölene kadar sorumlusun, gönül bağı kurduğun, her şeyden. (E. Yılmaz)
- Gönül belası: Aşkın verdiği sıkıntı, aşk yüzünden düşülen dert: Gönül belâsı hepsinden baskın çıkmıştı. (A. Nesin)
- Gönül birliği: Ortaklaşa istek, duygusal anlaşma: "Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir" der Hz. Mevlana.
- Gönül borcu: Yapılan iyiliğe karşı kendini borçlu sayma; minnet, minnettarlık: Ama bazıları hatırşinas çıktı, kadir bilir çıktı, gönül borcunu ödemeye adeta elinden ne geliyorsa onu yaptı. (H. R. Çongur)
- Gönül darlığı: İç sıkıntısı: Bir mısra takılmıştı diline: "Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı..." Gitmiyordu, gitmiyordu işte, peşini bırakmıyordu gönül darlığı... (Z. Maya)
- Gönül dilencisi: Sevdiğinden ayrılmamak için onun her hareketine katlanan kimse: Hele bizimki gibi gönül dilencisi eden, yüze gülmez, yüzü güldürmez bir vefasıza tutulmuşsan.. (B. Sabırlı)
- Gönül eğlencesi: İnsanı oyalayıp hoşça vakit geçirten kimse veya şey: Kuru ev canlandı; bahar rüzgârıyla doldu. İsmail onların gönül eğlencesi oldu. (M. Y. Kandemir)
- Gönül ehli: Gönüllerinde birlik ve huzur zevkini bulan, gerçeği idrak etmenin verdiği gönül zenginliğine sâhip kimse ya da kimseler: İnsan bütün âlemin özü olduğu için insanın hakikati de gönüldür. Gönlün gerçeğini bilenlere gönül ehli derler. (İ. Pala)
- Gönül eri: Hoşgörüsü geniş, açık yürekli, güvenilir kimse; ehlidil: Gönül eri Ahmet Yesevî'nin söylediği gibi; "Sünnet imiş kâfır olsa incitme sen / Hûda bızardır, katı yürekli gönül incitenden / Allah şahit, öyle kula hazırdır siccîn / Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.
- Gönül ferahlığı (huzuru): İç rahatlığı, dertsizlik: Rabbe yönelmenin, alnı secdeye koymanın verdiği gönül ferahlığı her tarafınızı kuşatır. (E. Yıldırım)
- Gönül gözü: Manevi temizliğin ve olgunluğun insana verdiği uyanıklık, gördüğü şeyin gerçeğine varma hassası, kalp gözü: Kâinata gönül gözü ile bakmasını bilen insan, karşısında tamamen yeni bir âlem görür. Ve o yepyeni âleme girer. Orada beşerî ıstıraplar diner. (Tasavvuf)
- Gönül hoşluğu: Rahat ve huzurlu olma: Düğünlere, derneklere herkes iştirak eder, gönül hoşluğu ile hoş, güzel günler geçirilirdi. (İ. Kurucan)
- Gönül maskarası: Sevda yüzünden gülünç durumlara düşmüş kimse.
- Gönül meselesi: Aşk yüzünden ortaya çıkan sorun, aşk derdi: Çok hüzünlü görünüyordun. Gönül meselesi mi? (A. Soysal)
- Gönül okşayıcı: Hoşa giden: Ama yine de gönül okşayıcı sözlerle sevildiğini duymak istiyordun. (M. Özdemir)
- Gönül oyunu: Aşk, sevda: Çok uzun bir yoldur bulunmaz sonu / Aşıkı öldürür gönül oyunu
- Gönül rahatlığı: Kaygı ve üzüntülerden kurtulmuş olma durumu: Kendi dışa kapalı dünyalarında gönül rahatlığı içinde yaşayıp gidiyorlardı. (K. Arslanoğlu)
- Gönül rızası: İç rahatlığıyla onaylama, olur verme: Sen askere gönül rızasıyla mı yazıldın? Gönül rızasıyla! Seve seve mi gidiyorsun savaşa? Seve seve!.. (B. Büyükarkın)
- Gönül tokluğu: Göz tokluğu, aza razı olma, çokta gözü olmama durumu: Göz ve gönül tokluğu, başkalarının yardımıyla bir şeylere kavuşmaktan çok daha sağlıklı ve şerefli bir yoldur. (H. et-Tebrizi)
- Gönül yarası: Bir kimseyi ömrü boyunca üzecek olan acı, iç yarası: Kaderde olana çare bulunmaz / Hikmet nedir Yaradan'a sorulmaz / Gönül yarasına neşter vurulmaz / Vurup da azdırma tabip yaramı!
- Gönlü bol: Cömert, eli açık: Ve ben, bütün hayatımda, Tahsin Hoca kadar gönlü bol, eli açık, dostlarına bonkör hatta müsrif birine rastlamadım. (İlgili cümle kaynağı: T. Saraç)
- Gönlü dar: İçi sıkıntılı olan (kimse): Gönlü dar olan ki, ister yalıda ister köşkte otursun, yine mutsuzdur, yine şikâyetçidir!.. Ruhu, ceviz kabuğunun içindeymiş gibi daralır da daralır!.. (A. Ergül)
- Gönlü gani: Cömert, eli açık: Gönlü gani insanlar da şu cevabı verdiler: — Parayla satmayız, ey Allah'ın Resulü! Ancak Allah rızası için veririz! (M. N. Bursalı)
- Gönlü kara: Başkasının iyiliğini kıskanan, başkalarını çekemeyen, başkalarının kötülüğünü isteyen: Ama, böyle sevdalarda, araya hep kötü bir kişi girer. Mutluluğu çekemeyen gönlü kara kişilerdir bunlar. (E. Sav)
- Gönlü kırık: Kırılmış, incinmiş, hüzünlü, mahzun: Gönlü kırık zavallı garip birini görsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol. (S. Alkan)
- Gönlü tez: Tez canlı, aceleci: Kuramla eylem arasında gönlü tez bir koşuşturma. (C. Üster)
- Gönlü tok: Herhangi bir şeye gereksinmesi varken yok gibi gösteren: Gönlü tok olan Geyikli Baba: "– Mülk Allah'ındır. Ehline verir. Biz ehli değiliz." diyerek kabul etmedi. (O. N. Topbaş)
- Gönlü yaralı: Aşkta karşılık görmeyen, aşkını kaybetmiş kimse: Evleneceğim onunla, Allah'ın şerefi ve ırzıyla imtihan ettiği gönlü yaralı bir babadan kızını isteyeceğim. (A. E. Tahun)
- Gönlü zengin: Elinde avucunda olmadığı halde olanakları ölçüsünde her zaman el açıklığı göstermeye çalışan kimse: Gönlü zengin bir adam olduğundan, civar köylerde de pek sevilip sayılırdı. (T. Çayırcı)
- Gönlünce: Dileğine uygun, dilediği gibi: Gönlünce yaşamak ve uzun zamandan beri tasarladığı bir şeyi gerçekleştirmek istedi. (H. Dizdaroğlu)
- Canıgönülden:
- İçtenlikle: Ellerini açıp canıgönülden duaya başladı. Sonsuz güç sahibi Allah'a yalvardı, yakardı. Duanın ardından şiddetli bir yağmur başladı... (M. Uslu)
- Çok isteyerek: Vatanına ve milletine canıgönülden hizmet etmek istiyordu. (A. E. Demirkaya)
Ayrıca bakınız:
Soru/Yorum Formu
»